Editör notu: Bu yazı ilk olarak www.tabella.org sitesinde yayınlanmıştır. Bu yazıyı Tabella’nın hem yayın kurulu hem de yazının yazarının izniyle yayınlıyoruz.
Halk arasında, iklimimizdeki değişiklikler her gün daha da fazla fark edilmeye ve konuşulmaya başlanıyor. Özellikle bu yıl, nisan ayına girdiğimiz günlerde hâlen daha soğuklarla ve yağmurlarla mücadele ediyor olmamız, on yıllardır yaza erken girmeye alışmış, kuraklıktan ne yapacağını şaşırmış Kıbrıslılarımıza normal olarak alışılmadık geliyor. “Havalar da bir düzelemedi gitti.”, “Durmadı bu sene mübarek.”, “E yetişir biraz da güneş isterik yahu!”, “Yaz gelmeyecek bu sene acaba?” lafları herkesin dilinde.
Mevsim anomalileri giderek daha sık görülmeye başlandı. “40-50 yılda bir görülen kuraklıklar”, “son 30 yılın en sıcak yazı”, “son 60 yılın en yağışlı kışı” başlıklı yazılar neredeyse her yıl tekrardan yazılmaya başladı. Eskiden son derece ender görülen meteorolojik durumlar, şimdi daha sık olmaya başlandı. Rekorlar kırılıyor, hava akımlarını gözlemlemek ve tahmin etmek daha da zorlaşıyor.
Biz ne zaman kendimizi suçlu bulduk ki? Allah’ın işi diyerek bu anomalileri doğaüstü varlıklara addettik bile. Esas sorumlunun “biz” olduğunu görmezden geliyoruz. Suçlu biziz. Sen, ben, onlar; bu pastada hepimizin payı var. Sorumsuzca tüketiyoruz.
Gelişmiş devletler yavaş yavaş durumun farkına varmaya başladı. Eskisi kadar “vahşi” değiller. Avrupa Birliği gibi topluluklar yenilenebilir enerji hedefleri koyuyor. Britanya kömür tüketimini tarihin en düşük seviyesine indirirken, Norveç’te satılan arabaların yarısı elektrikli artık.[1][2]İsveç, 2050 itibariyle karbon nötr olmayı hedeflerken, Kosta Rika da dizel arabaları 2022 yılına kadar yasaklayacağını söylüyor.[3] Bunun yanında ABD de Kaliforniya ve Washington gibi birkaç eyaleti dışında değişmemiş, eskiden ne kadar “vahşiyse” şimdi o kadar “vahşi”. Biraz saf olacaklar ki, iklim değişikliğine inanmayan bir deliyi başa getirdiler.
“Extinction Rebellion”, yani Türkçesiyle “Yokoluş İsyanı” son birkaç ayda, özellikle son bir iki haftadır yaptığı eylemlerle seslerini başta Birleşik Krallık olmak üzere dünyanın her yerinde duyurmaya başladılar. Grup gittikçe popüler bir hâle gelirken, Londra’daki çeşitli kamu alanlarındaki barışçıl protestolarında yüzlerce kişi gözaltına alındı.
Grubun logosu bir kum saati. Bu saat, doğanın gittikçe azalan zamanını, yokoluşa az bir zaman kalmasını temsil ediyor. Tek istekleri, şu an mecliste olan partilerin acilen radikal iklim değişikliği politikalarını tek tek uygulamaya koymaları. Buradan isteklerini sıralı tam liste olarak görebilirsiniz. Şu an uygulanan politikaların çok yetersiz olduğunu, çevre ve iklimin etkilerinin Dünya’yı alt üst edeceğini söylüyorlar. Birçok bilim insanı tarafından da aktif olarak destekleniyorlar.
Brezilya gibi, Türkiye gibi, Arap ülkeleri gibi “az gelişmiş” ülkeler ile Afrika ülkeleri iktidar hırslarından ve düşük bilinç seviyelerinden dolayı, daha fazla kazanç uğruna doğaya ve ekolojiye geri dönülmeyecek şekilde zararlar veriyorlar. Uğraşacak “daha önemli” sorunları olup, önemsedikleri tek konu “nasıl daha fazla kazanırız”dır. Sürdürülebilir bir ilerleme, gelişme değil. Düz, sade “ekonomik kalkınmaya” odaklanmış devletler doğaya, çevreye ve bu sebeple dolaylı yoldan kendi insanlarının hayatlarına karşı sorumsuz oluyorlar.
İnsanlar da bir acayip zaten, ülkenin ve karınlarının “bekası” için her türlü politikaya, çevre olsun olmasın, katlanıyorlar, destekliyorlar. Bilinçsizler, ilkelce yaşıyorlar.
Sürdürülebilir kalkınma ancak çevreye saygı duyarak ve koruyarak olur. Sürdürülebilirlik demek, çevrecilik demek hiçbir şey tüketmeden, yapmadan “ot gibi” yaşayıp ölmek değildir. Doğaya saygılı, gelecek nesillere yaşama imkânı bırakarak, kaynakları ölçülü kullanmaktır.
***
Tek sorun iklim mi ama?
Hayır değil. İklimin yanında doğayı da geri dönülemez bir biçimde yaralıyoruz, toparlaması ise milyonlarca yılı bulabilir bu hızda giderse. Çevre problemleri gün geçtikçe artıyor. Dünya’yı o kadar değiştirdik ki, yapılan bazı araştırmalar, jeolojik olarak “Holosen” döneminden çıkıp, insanın yeryüzü şekillerine hâkimiyet kurduğu manasına gelen “antroposen” dönemine girdiğimizi işaret ediyor.
22 Nisan, Dünya günü olarak kutlanıyor. Dünya’nın bize verdiği imkânları hatırlayıp ona teşekkür etme, ona sahip çıkma günü. Kutlu olsun!
Dünya fosil enerji kaynaklarından her gün daha fazla nasibini alıyor. Atmosferdeki karbon seviyesi her geçen gün artıyor ve toplu bir yokoluşa frenleri boşalmış kamyon gibi yol alıyoruz.
Ekonomik kriz sağ olsun, çevre sorunlarımız unutuldu bile.
Lefke’de yıllardır önlem alınmayan CMC atıkları da gündem dışı, Beşparmaklar’ı her gün oyan taş ocakları da. Madenden geriye kalanlar, Lefke’de, Gemikonağı’nda yıllardır atıl durumda duruyorlar. Asit maden drenajı (o meşhur kırmızımsı su) konusunda önüne set çekmek dışında hiçbir önlem alınmadı. Bir rehabilitasyon projesi vardı galiba gündemde, sonra çeşitli nedenlerle bir daha konuşulmamak üzere rafa kaldırıldı.
Bakır havuzlarında bulunan bitkiler şu anda büyük oranlarda metal kirliliğine maruz kalmış durumda.[4] Bakır, kadmiyum, nikel gibi metaller limitlerin üzerinde bulunuyor, oradaki doğal yaşamı olumsuz etkiliyor. Her yağmur yağdığında sürüklenen maden artıkları oradaki toprağı da zehirliyor. Oradaki görünen “kırmızı sıvılar” aslında en tehlikesiz olanları. 9,5 milyon ton civarında olduğu tahmin edilen atık madenler bir süre sonra oksitlenip sülfürik asit gibi asitlere dönüşüyor.[4][5] Metaller ve asitler yer altı sularına karışıp, kuyulara bahçelere ve denize ulaşıyor.[6] Balıklardan böceklerden, lokal besin zincirinin en üst halkası olan biz Homo Cyprios’lara kadar geliyor.
Taş ocakları zaten kanayan yara. Herkesin görünce sövüp saydığı ve dönüp dolaşıp herkesin kullanmaya mâhkum olduğu yerler. Alternatifsiziz. Mevcut durumda betondan başka bir şey kullanamayız ki.
Yayla köyünde onlarca insanın kanser olmasına sebep olan “gaminiler”, yani kömür ocakları da şu an gündem değil. Unutuldu bile. Bir ara kapatılacaktı, tesis yapılıyor derken, Bakanlar Kurulunun kapatılacak kararının üzerinden 1,5 yıl geçti, ocaklar hâlen faaliyette. Bölge halkı kanser olmaya ise devam etsin. Tesis yakında biter inşallah da, daha az zehirleniriz bu sefer.
Denizlerimize, derelerimize akan lağım suları da. Ne güzel gübreleniyor toprak.
Dağa taşa beton döküyoruz. Düzenli yapılaşma yok, plan yok. Doğa harikası sahiller betonlaşıyor. Acımasız bir inşaat, sonra turizm, sonra yine inşaat döngüsüne girdik. Üretim yok, betona bağlandık. Yapanlar kazanıyor, alan memnun satan memnun. Beton olunca kalkınıyoruz.
***
Orman yangını da çıkmaz inşallah bu sene, ot bol, yanarsa tam yanacağız. Yangın helikopteri oradan buradan bulunur, Birleşmiş Milletler, Türkiye falan ayarladık, çıkarsa yardım ederler. İşçi de hazır. Hem alarm hâlindeyiz dediler, yüzümüz kara çıkmaz umarım. 1995 Girne yangını gibi bir yangın daha kaldıramaz bu dağlar.
***
Kalecik’te, Teknecik’te yaşanan çevre felaketi de kimsenin umurunda değil. Bacalar tütüyor maşallah. Millet hasta oluyor. Gelişiyoruz.
Solar enerji anlamında insanların kendi imkânları ile yaptığı yatırımlar dışında devletimizin adamakıllı bir yenilenebilir enerji politikası yok. Hedef yok. Çalışma minimum düzeyde. Hız “garavolli” gibi. Bunları düzenleyecek altyapı çalışmalarına yeni yeni başlıyoruz. En azından birkaç yıl daha zehir soluyacağız. Kıskanıyorlar bizi.
Hatıra ormanı oluşturmak isteyen bazı örgütlerin bir iki göstermelik diktikleri bir iki ağacı, sonra da unutup bakımsızlıktan ve susuzluktan kuruyan “ormanları” saymasak da olur.
Yeşil alanlarımız? Çoğu içler acısı durumda, hem az, hem de bakımsız. Şimdi yeni şehir parkı yapılınca Lefkoşa’ya göreceğiz ne kadar sahip çıkacağımızı. Umarım öncekilere benzemez kaderi.
Şu an hiçbir siyasi partinin çevre konusunda geniş çerçeveli, elle tutulur bir politikası yok. Arada çevre mevre günü olunca akıllara geliyor nutuk atmak.
İcraat? Cık.
***
Geri dönüşüm? Başlıyordu ama olmadı, bize birkaç beden büyük geldi. Yapamadık.
“Ulusal mangal günleri” sonrası piknik alanlarının durumu? Rezalet.
Av günleri? Spor o spor, hayvan bol ya. Mızrak ile avlıyoruz, yoksa açlıktan öleceğiz zaten.
Sanki de hiç yağmur yağmazmış gibi derenin içine evlerimizi, binaları, yolları inşa ediyoruz, bir iki boru koyarsak su geçecek sanıyoruz. “Ne kadar yağacak ki” derken, sel alıp götürünce çok şaşırıyoruz. 45 senedir böyle yaşıyoruz.
Halk da artık bilinçlenmeli. Çoğu insanımız durumun ciddiyetinin farkında değil maalesef.
İnsanımız suçlu değil. Ayın sonunu nasıl getireceğini düşünen bir halk nasıl çevreyi anımsayabilir ki? Sıkıntı, imkân varken hiçbir şey yapılmaması. Belki de gelişmiş ülkeler tarzında, çevre politikaları üretebilen, bu konuda icraat yapabilen bir yeşiller partisine ihtiyacımız vardır belki? Ama şu anki ekonomik durumda, tek kelimeyle imkânsız.
Sıkıldım. Çevreye karşı bu kadar kayıtsız kalmaktan, yarın yokmuş gibi yaşamaktan, ülkemizin, adamızın topraklarına bugün birkaç kişiyi mutlu etmek için ihanet etmekten, sonsuz bürokrasimizden, -birkaç kişi ve kurum hariç- siyasi kayıtsızlıktan, halkın bir türlü bilinçlenmemesinden.
Yine de güzel şeyler oluyor. Yiğidi öldür hakkını yeme demişler. “Temiz Düşün” projesi kendi çapında güzel bir proje, emeği geçen herkese tebrikler. Çocuklara ve gençlere çevre bilincini aşılamak onları daha yaşken eğiltiyor. Mağusa’da öğrencilerin katıldığı, değişik tepkiler alaniklim değişikliği eylemi yapıldı. Mutluluk duydum. Umarım daha geniş kitlelere yayılır ve uygulanır. Lafta kaldığı takdirde pek bir önemi yok. İleride daha dikkatli yaşayacağımıza inanıyorum.
Yapılması gereken çok iş var, eğitim bunların başında. Genci yaşlısı, herkes bilinçlenmeli, seferberliğe hazır olmalı. Herkes kendine sahip çıkmalı, açgözlülük ve israf engellenmeli. Çevre örgütleri daha aktif olmalı. Ne başka Kıbrıs var, ne de başka Dünya. Zaman da az kaldı. Bir 22 Nisan gününde, “Yokoluş İsyanı” bize de lazım galiba.
Kaynakça
[1] National Statistics. (2019). Energy Trends: March 2019.
[2] Kane, M. (2019). Almost 50% Of Passenger Cars Sold In Norway In 2018 Plugged In, https://insideevs.com.
[3] United Nations Climate Change. (2017). Sweden Plans to be Carbon Neutral by 2045.
[4] Baycu, G., Tolunay, D., Ozden, H., Csatari, I., Karadag, S., Agba, T., Rognes, S.E. 2015, “An Abandoned Copper Mining Site in Cyprus and Assessment of Metal Concentrations in Plants and Soil”, International Journal of Phytoremediation, vol. 17, no. 7, pp. 622.
[5] Sözen, S., Orhon, D., Dinçer, H., Ateşok, G., Baştürkçü, H., Yalçın, T., Öznesil, H., Karaca, C., Allı, B., Dulkadiroğlu, H., Yağcı, N. 2017, “Resource recovery as a sustainable perspective for the remediation of mining wastes: rehabilitation of the CMC mining waste site in Northern Cyprus”, Bulletin of Engineering Geology and the Environment, vol. 76, no. 4, pp. 1535-1547.
[6] Karafistan, A., Gemikonaklı, E. 2019, “Contaminant Evaluation in Fish from the Mining-Impacted Morphou Bay, Cyprus, Using Statistical and Artificial Neural Network Analysis”, Mine Water and the Environment, vol. 38, no. 1, pp. 178-186.