Muazzam bir uğultu…
Ahenksiz, renksiz ve şekilsiz.
Yüzlerce makinenin aynı anda çalışması gibi…
Köşe yazarlarının
Siyasetçilerin
Bankacıların
Tüccarların
Sendikacıların
Patronların
Bürokratların
Ekonomistlerin
Elitlerin
Televizyon ekranlarının ve gazete manşetlerinin
Sosyal medyanın ve telefonların
Bitmez tükenmez bağırışı…
Tüm sesler gittikçe birbirine benziyor ve en son muazzam bir uğuluya dönüşüyor…
Duyamıyoruz!
*
Katiller
Öldürüyor!
Hırsızlar
Çalıyor!
Yolda yürüyorsun, tanımadığın bir insandan şüpheleniyorsun
Katil olma ihtimalinden korkuyorsun
Hırsız olma ihtimalinden korkuyorsun
Korkun bir çeşit nevroza dönüşüyor.
Bir nesneden ziyade, bir şeyin olma ihtimalinden korkuyorsun.
*
Trafik
Korkutuyor!
Ekonomi
Korkutuyor!
Gelecek uzun zamandan beridir bir kaygı nesnesi haline gelmiş…
Geleceği göremiyoruz, bilemiyoruz, tasarlayamıyoruz.
*
Bu kadar korku ve kaygı ile ne yapabiliriz?
*
Bir bakıyorsunuz, ne ekonomik ne de politik olarak söz sahibisiniz.
Bir bakıyorsunuz, yaratılan ve yarattığımız sosyal, kültürel ve ahlaki yapı gittikçe üzerimize çöken bir gudubete dönüşüyor.
Kendi kendimizin üzerine çöken bir ağırlık gibi.
Kendi ağırlığımızın altında kalıyoruz.
Bugün yaşadığımız çürümenin, körelmenin ve yozlaşmanın, bugüne kadar iktidar ve sistemle kurduğumuz uyum ilişkisinden kaynaklanmadığını kim iddia edebilir?
Kıbrıs’ın kuzeyinde yaratılan, yarattığımız ve artık kendimiz haline dönüşen sistemle barışık ve uyum içinde olduğumuz sürece bu gudubet hallerinden kurtulamayacağız.
Evet bir bakıyorsun deniz bitti.
Ama denizin bittiği yerde kurumuşluk açığa çıktı.
Biten bulanık bir denizdi.
Deniz bitti ama bulantı sürüyor.
*
Herkes kendi tuttuğu sokağı koruma ve savunma peşinde.
Sokağı olmayan ise kısa yoldan bir sokak köşesine konma gayretinde.
Bir de çıkmaz sokaklar var ki; kimse onu konuşmak istemiyor.
Çünkü bilmek istemiyor kimse, bu düzende bütün sokakların çıkmaz sokak olduğunu.
Fakat acıtan bu değil.
Acıtan bütün sokakların çıkmaz sokak olduğunu bilmemezlikten gelme.
Ve bu bilmemezlikten gelmenin getirdiği ahmakça gülümseme, aptalca rahatlık!
Ama artık gülemiyoruz değil mi?
*
Herkes hırsızlıklardan ve cinayetlerden bahsediyor. Sadece bahsediyor. Fakat kimse her gün ayaklar altına alınan dayanışma, birliktelik ve paylaşma değerlerinden bahsetmiyor.
Kimse bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan öfkeden ve sevgisizlikten bahsetmiyor.
Dışarıdan değil, içeriden çürüyoruz.
Herkesin herkese karşı olduğu, tam Hobbescu bir dönemden geçmekteyiz. Herkes herkeste bir kötülük, bir art niyet, bir suç veya bir hata arar durumda. Cinayetlere karşı korku, geleceğe karşı kaygı, ekonomiye karşı güvensizlik, hayata karşı belirsizlik, bir başkasına karşı sevgisizlik ve hınç, kendimize karşı bencillik ve beğenmişlik, doğaya karşı zalimce bir tavır, yaratılan sahte zenginliğe karşı ise iğrenç bir arzu içerisindeyiz.
*
1974’te adımları atılan, ardından da 1983’te taçlandırılan yapının geldiği son nokta.
Muazzam bir uğultu…
Ahenksiz, renksiz ve şekilsiz.
Bir bulantının içinde kaybolmuş bedenler.
*
Herkes herkesleşti.
Geriye hiçkimse kaldı.
Bir belirsizlik eşiğinde kimliksiz, isimsiz, sevgisiz ve ümitsiz…
Bu toplum artık darma dağın olmuş ve parçaları kaybolmuş bir puzzle gibidir.
Bir bütün oluşturabilir miyiz?
Bir hakikat kurabilir, bir yol açabilir miyiz?
Her şeyden bir adım geri atıyorum.
Kendimden bile.
Susuyorum.
Bu kahredici uğultudan biraz olsun uzaklaşmak için susuyorum.
Dinlediğimiz müzikler artık anlamlı gelmiyor.
Yeni bir müziği duymak için susuyorum.