Proudhon, Federasyon İlkesi kitabında yazdığı Federal Garanti’nin etkinliği bölümünde yer verdiği dört ana unsura değinir.
Ve şu an içinde olduğumuz sistemi tamamen deşifre ederek, federal garantinin ispatını sunar.
Önce anarşist sonra federalist olan Proudhon, 1840’da yayımlanan Mülkiyet Nedir adlı kitabında Mülkiyet Hırsızlıktır demişti.
Politik kavramların bir tarihi ve talihi vardır. Toplumsal realiteye uyumlu kavramlar, inatçı ve dirençli rasyonel içerikleriyle talihsizliklerini yenip evrimini tamamlayarak tarih sahnesindeki hak ettikleri yeri alırlar. Federasyon kavramı da tam da böyle bir kavramdır.
Proudhon’un dediği gibi: “Yirminci yüzyıl federasyonlar çağını başlatacaktır ya da insanlık bin yıllık bir Araf’a tekrar girecektir.
Proudhon’un kitabını sizler için derledik. İçerikteki özneleri Erdoğan ve Tatar ismiyle değiştirdiğimizde, kitabın daha anlaşılır olmasını, metnin çatışmasını devamlılıkta yaşatmaya gayret ederek konunun daha çok hissedilmesini amaçladık.
Federatif sistemde hangi tür kaygılar olmaz?
Federatif sistem, kitlelerin tüm heyecan ve huzursuzluklarını, demagojinin tüm tahrik ve ihtiraslarını nasıl kısa keser?
Federal merkezileştirme de neyin tam tersi olur?
Üniter bir anayasanın hükmü altında federatif anayasanın yaşaması nasıl kabul edilir?
Türkiye ve Tatar bulanık düşüncelerinde, kendini devasa ve gizemli bir varlık gibi görür ve her şey kendi lisanı ile onları, birliğinin bölünemezliği fikrinin içinde tutmak için yapılmış gibidir. Onun adı halktır, ulustur; yani çoğunluktur, kitledir; o gerçek hükümdar, yasa yapıcı, iktidar, egemenlik, vatan ve devlettir.
Türkiye’nin ve Tatar’ın kendi meclisleri, oylamaları, oturumları, gösterileri, bildirileri, halkoylamaları; kendi doğrudan mevzuatı, bazen kendi kararları ve uygulamaları, kâhinleri, gök gürültüsünü,
Türkiye ve Tatar’ın Tanrı’nın yüce sesini andıran kendi sesi vardır. Kendini ne kadar sayısız, kalabalık, karşı konulmaz ve devleşmiş hissederse; bölünmelerden, ayrılmalardan, azınlıklardan o kadar dehşete kapılır.
Türkiye ve Tatar’ın ideali, en nefis rüyası; birlik, özdeşlik, aynılık, tekelleşmedir. Onların bu hayalini paylaşan; sürüsünün içinde çeşitlilik, çoğulculuk, farklılık yaratarak, onu parçalayacak, ululuğuna zararlı her şeyi lanetlerler.
Her türlü mitoloji putların varlığına inanır. Türkiye ve Tatar’da ondan aşağı kalmaz. Onlara tanrılar sunmayı ihmal edersek, çöldeki Yakup gibi, onlar tanrılar üretir; onların kendi canlandırmaları, kendi mesihleri, kendi Tanrı verdileri vardır.
Onlar siperlerin tepesindeki savaş komutanıdır; onlar güneşi andıran, muhteşem, fatih, görkemli kraldır; hatta onlar devrimci kürsüdür: O kaidenin üstüne çıkabilmek için, düşüncelerde bir yön değişimini, feleğin bir kanat çırpışını beklemekte! Halk, çoğu boş fikirli, en az kendi kadar bilinç yoksunu bu putlara imrenir, fanatiği olur.
Onlar hakkında tartışılmasından, aksinin iddia edilmesinden rahatsız olmaz, özellikle iktidarı onlar ile pazarlık konusu yapmaz. Ya onların kutsanmışlarına dokunmayacaksınız, ya da kutsal değerlere saygısız olmak ile itham edileceksiniz.
Mitler ile dolu, kendilerini temelde bölünemez bir topluluk olarak değerlendiren halk, toplum vatandaş ilişkisini nasıl bir çırpıda algılayabilir?
Vatandaş kendi egemenliğini terk eder ve merkezi otorite tarafından yutulan ilçe, onun da üzerinde vilayet ya da bölge, direk bakanlık yönetimi altında bulunan temsilciliklerden başka bir şey olmazlar.
Sonuçlar kendini hissettirmekte gecikmez: Vatandaşın ve ilçenin tüm mevki ve itibarı elinden alınırken; devletin istilaları git gide çoğalır ve vergi yükümlüsünün yükleri de aynı oranda artar.
Artık hükümet halk için değil, halk hükümet için vardır. İktidar daima, her zaman, ömür boyu her şeyi istila eder, her şeye el koyar, her şeyin üzerinde hak iddia eder: Savaş, denizcilik, yönetim, adalet, polis, kamusal eğitim, kamu hizmeti, bankalar, borsalar, krediler, sigortalar, acil durumlar, tasarruflar, hayır işleri, ormanlar, kanallar, nehirler, ibadetler, maliye, gümrük, ticaret, tarım, sanayi, ulaşım. Tüm bunların üstüne, milletin gayri safi hâsılasının dörtte birini söküp alan harika bir vergi.
Bundan böyle vatandaşa düşen ise küçük maaşını alarak, küçük ailesine bakarak, gerisi için Türkiye ve Tatar’ın tasarrufuna güvenerek; kendi küçük köşesinde, küçük görevlerini yerine getirmek ile alakadar olmaktan ibarettir.
Peki, bu haletiruhiye içinde, devrime düşman kuvvetlerin tam ortasında özgürlüğün samimi can yoldaşları olabilir miydiler?
Devletin bağlarını koparmaktan çekinmezsek; özellikle ilgilenmek durumunda olduğu iki şey görürüz:
1) Her zaman gasp etmeye hazır olduğu iktidarı elinde tutmak,
2) Her zaman tribünler tarafından harekete geçirilmeye ve eşitliğin geleneklerinin yerlerine, mutlakiyetin geleneklerini koymaya hazır durumda olan halkı elinde tutmak.
Öncelikle, söylendiği gibi, yönetim kategorilere göre bakanlıklar arasında paylaştırılıyordu.
Sonrasında yasama yetkisi, Kral Erdoğan ve Prens Tatar’ın vekil seçimlerine müdahale hakkının yine çoğunlun desteğine tabi olduğu meclisler arasında dağıtılıyordu. Ve nihayet, vergi ve yükümlülükler bir sene için olmak üzere, hükümeti bu süre boyunca denetleme fırsatını da ele geçiren meclisler tarafından oylanıyordu.
Ne var ki; bakanlara karşı meclislerde müzakere edebilme şartlarını düzenlediğimizden, Erdoğan’ın ayrıcalıklarını, temsilcilerin teşebbüsleri ile dengelediğimizden, sözcüklerin karşısına karşıtlarını, olasılıkların karşısına karşı olasılıkları koyduğumuzdan dolayı; hiç çekinmeden, boş eleştirilerden başka bir karşı güç üretmeden hükümete dev bir yönetim yetkisini ihale ettik.
Ülkenin tüm kuvvetlerini onun ellerine teslim ettik; daha fazla emniyet uğruna yerel özgürlükleri ortadan kaldırdık; çılgınca bir azimle cemaat ruhunu yerle bir ettik; sonunda ise, sanki gerçekler kişilere karşı merhametliymiş gibi, muazzam, arkasından bir taşlama yarışına kapılacağımız, ezici bir kuvvet yarattık.
Peki, ne oldu? Muhalefet kişiler hakkında haklı çıktı: Bakanlıklar birbirinin üzerine döküldü; bir hanedan devrildi; sonra bir ikincisi daha; cumhuriyet üzerine imparatorluk getirildi ve özgürlük git gide eksilirken, isimsiz merkeziyetçi bir despotizm gün be gün büyüdü. Erdoğan ve Tatar’ın muhalefete karşı kazandığı zaferden beri kaydettiğimiz gelişme işte budur. Bir tarafa fizik ötesi bir egemenliği ve eleştiri hakkını, diğer tarafa ulusal alandaki tüm gerçeklikleri ve büyük bir halkın tüm eylem gücünü koyduğumuz suni bir sistemin karşı konulmaz sonu.
Federatif sistemde bu tür kaygılar var olamayacaktır. Uygulayıcıdan çok başlatıcı olan merkezi otorite, kamusal idarenin yalnız federal hizmetleri kapsayan çok dar bir alanını elinde bulundurur.
Kamusal idare, her biri kendi kendisinin mutlak efendisi olan; kendilerini ilgilendiren tüm yasama, yürütme ve yargı yetkilerinden kayıtsız şartsız yararlanan bölgesel devletçiklerin eline bırakılmıştır.
Devletçiklerin delegelerinden oluşan bir meclise emanet edilen merkezi güç ise, söz konusu delegeler aynı zamanda bizzat hükümetlerin karşılıklı temsilcileri olduğundan ve bu nedenle Federal Meclisin icraatlarını bir o kadar istekli ve ciddi takip edeceğinden, çok daha sınırlı ve tabidir.
Türkiye’de de gazetecilerin kitleleri ellerinde tutabilme kaygıları hiç de az olmadığından, bunun için başvurdukları aldatıcı yöntemlerin sonucu da bir o kadar Türkiye için acıklı oldu.
Halk da devletin, olası bir patlaması en dehşet verici sonuçları yaratan güçlerinden biridir. Bu gücün de bir karşı kuvvete gereksinimi vardır: Demokrasi bile bunu kendisine itiraf etmek durumunda kalır çünkü bu karşı kuvvetin yokluğudur ki; halkı en tehlikeli tahriklere teslim ederek, devleti zorlu ayaklanmalar ile karşı karşıya bırakmak sureti ile Türkiye’de cumhuriyetin beş defa kesintiye uğramasına neden olmuştur.
Kitlesel eylemlere yönelik bu karşı kuvveti; biri, pek çok tehlikeye açık ve ülkeye oldukça pahalıya malolan, diğeri ise daha az tehlikeli ama özellikle kamu bilinci açısından sıkıntılı iki müessesede bulmuş görünüyoruz.
Federatif sitem, kitlelerin tüm heyecan ve huzursuzluklarını, demagojinin tüm tahrik ve ihtiraslarını kısa keser: Yutucu başkentlerin, kamusal meydanların, tribün zaferlerinin rejiminin sonudur bu.
Federasyon böylece halkın kurtuluşu olur:
Çünkü onu bölmek sureti ile onu aynı anda hem liderlerin zulmünden, hem de kendi çılgınlıklarından kurtarır. Bu liderlere Kıbrıs Cumhuriyeti’nin liderleri ve onların anavatanı Yunanistan’ın liderleri, diğer garantör ülkelerin liderleri de dahilidir.
Federasyon fikrinin, boş bir ütopya olmadığının, hali hazırda uygulanmakta olan bir sitem olduğunun ve canlı bir fikir olarak her geçen gün daha da büyümekte ve gelişmekte olduğunun anlaşılmasında yardımcı olacaktır:
“İdeal bir konfederasyon, federe devletlerin şahsi egemenliklerine karşı ancak; federal otoritenin ellerinde, vatandaşların özgürlüklerini güvence altına alma, bireysel ve toplu faaliyetlerinin korunmasında artış sağlama amacı güdecek bazı eklerden ibaret kısıtlamaların söz konusu olduğu bir birleşme paktıdır.”
“Yalnız bundan bile; federal otorite ile yalnızca tek bir egemenliği temsil etmekte olan üniter yönetimin arasındaki dev farkı anlayabiliriz.”
Federasyonda merkezileştirme; kantonsal egemenlikten ayrılmış, yeniden dâhil olması gerektiği var sayılan bazı özel öğeler ile sınırlıdır; yani buradaki merkezileştirme kısmidir. Üniter yönetimde ise bunun tersine, merkezleştirme her yere doğru yayılır ve genişler, geride hiçbir şey bırakmaz; o EVRENSELDİR. Sonucunu tahmin etmek ise kolaydır:
“Üniter yönetimlerde merkezileştirme; iktidarların emrinde, uygulaması o veya bu şekilde gücün ifadesi olan çeşitli kişilerin isteklerine bağlı olan müthiş bir güçtür. Bu gücün şartlarını değiştirin, merkezileştirmenin şartlarını da değiştirmiş olursunuz.
Bugün liberal bir yönetim ile liberal olan bir merkezileştirme; yarın gaspçı bir yönetim ile önce gaspın, sonrasında ise despotizmin harika bir aracı haline gelebilir. Başka bir şey saymazsak, sırf bu sebeple bile merkezileştirme iktidarlar için ebedi bir baştan çıkarıcı, vatandaşların özgürlükleri için ise ebedi bir tehdittir.
Böyle bir kuvvetin etkisi altında, yarınından emin hiçbir toplu ya da bireysel hak olamaz. Bu şartlar altında merkezileştirme, bir ulusun yönetim yararına tamamen silahsızlanması anlamına gelebilecektir ve özgürlük merkezi güce karşı bitmek bilmez bir mücadeleye mahkûm olacaktır.”
“Federal merkezileştirme de ise bunun tersi olur. BÜTÜNÜN elindeki güçle iktidarı, parçaya karşı donatmaktansa; kendi gücünün kötüye kullanılmasını engellemek adına, PARÇAYI, bütünün elindeki güçle donatır. Bir İsviçre kantonu, özgürlükleri tehdit eden yönetimine karşı yalnız kendi gücü ile değil, yirmi iki kantonun kuvveti ile karşı çıkar.
Tüm bunlar, 1848’deki Yeni Anayasası ile kantonların tek başlarına reform yapma haklarını feda etmelerine değmez mi?”
Federatif anayasalara özgü ilerici yasanın, üniter bir anayasanın hükmü altında uygulanmasının imkânsız olduğunu yazar da, aktarmakta olduğum şu bölümde kabul etmektedir:
“1848 Federal Anayasası kantonsal anayasalara, kendilerini revize etme ve değiştirme hakkını tanımaktadır ama bunun için ortaya iki ön koşul koyar: Değişikliklerin kantonların karşılıklı anayasalarının belirlediği ilkelere göre gerçekleştirilmesi ve buna ek olarak, değişimlerin gerilemeyi değil, ilerlemeyi ifade etmesi.
Onun istediği, bir halkın anayasasını gerilemek için değil, ilerlemek için değiştirmesidir. O, İsviçre halklarına şöyle seslenir: Eğer kurumlarınızı, daha fazla özgürlük adına değiştirmek istemiyorsanız, ancak sahip olduğunuza layıksınız demektir: Onlara sadık olun. Ama eğer onları, daha fazla özgürlüğe sahip olmak için değiştirmek istiyorsanız, ilerlemeyi hak ediyorsunuz demektir: Tüm İsviçre’nin koruması altında yürüyüşünüze devam edin.”
Siyasi bir yapıyı, neredeyse bir evi yangından, bir tarlayı doludan korur gibi korumak ve garanti altına almak aslında sistemin temel ve hiç şüphesiz ki en orijinal fikridir.
Federatif sözleşmeden başka hangi güvenceye başvurulabilirdi ki?
İşin tüm sırrı; ülkeyi, bağımsız, egemen, hiç olmazsa kendi kendini idare eden, yeterli bir güce, inisiyatifi ve etkiye sahip eyaletlere bölmekte ve birbirlerinin güvencesi olmalarını sağlamakta yatmaktadır.
“Korumadaki artış her alanda mevcuttur” der Bay Chaudey; “baskı tehlikesi ise hiçbir yerde…” diye devam eder. “Kantonların destek birlikleri federal bayrak altından geçerken baba toprağını unutmazlar: Aksine, anavatan onlara konfederasyona hizmet emri verdiği için, emre boyun eğmektedirler.
Nasıl kantonlar, askerlerinin üniter bir komplonun parçası olmasından endişe edebilirler ki?
Askerin halkın içinden, ondan koparılmak ve hükümetin vücudu, ruhu, adamı haline getirilmek için alındığı diğer Avrupa ülkelerinde ise durum böyle değildir.
”Aynı ruh, federal otoritenin yetkilerini aşırı derecede çoğaltmış olmakla eleştirilen Amerikan Anayasası’nda da hâkimdir. Amerikan Başkanına atfedilen yetkiler neredeyse 1848 Anayasası ile Louis Napoleon’a tanınan yetkiler kadar geniştir: Bu aşırı yetkiler, kendini önce güney eyaletlerinde gösteren, bugün ise kuzey eyaletlerini etkisi altına alan merkezci sindirme fikrine uzak değildir.
Federasyon fikri, şüphesiz, bugüne kadar siyasi dehanın ulaştığı en yüksek noktadır. Bu fikir, devrime rağmen yetmiş yıldır yürürlüğe girmiş ve hüküm sürdükleri kısa süreler bizi pek de onurlandırmayan tüm Fransız anayasalarının çok ötesine geçmektedir.
Özgürlük ve otoritenin mukavelesinden türeyen tüm sorunlara çözüm getirmektedir. Onunla beraberken; artık yönetimsel aykırılıklar ile kendimize zarar vermekten ve ayak takımının sürekli bir diktatörlük ilan etmek suretiyle aşırı serbestleşmesini görmekten ya da burjuvazinin liberalizmini, merkezileşmeyi uç noktalara vardırarak ifade etmesinden korkmamıza gerek kalmaz.
Kamuoyunun despotizmin boyunduruğuna koşan ahlaksız bir başıbozukluk içinde yozlaşmasından; Robespierre ve devrimin, Danton’un kelimeleri ile “her zaman en hainlere kalır” sözü ile ifade ettikleri iktidarın, her zaman dönüp dolaşıp entrikacıların ellerine verilmesinden kaygılanmamıza gerek kalmaz.
Ebedi akıl sonunda haklı çıkmış, şüphecilik alt edilmiştir.
Artık insan federasyon ırkının bedbahtlığından; doğanın yok olmasını, kaderin cilvesini ya
da zihinlerin uyuşmazlığını, sonuçta evrensel dengenin koşulu gibi görünen ilkelerin karşıtlığını sorumlu tutamayacağız.
