ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Kaynak: TÜRKİYE BAĞIRIRKEN KIBRIS ALAY MI EDİYOR?
Çeviri ve Görsel: Penna
“… liderler, AB ile Türkiye arasındaki işbirliğinin daha da güçlendirilmesi AMACIYLA AB’nin Kıbrıs sorununa ilişkin çözüm müzakerelerinin yeniden başlatılması ve ilerletilmesine özel önem atfettiğini vurgulamışlardır.” Türkiye anlıyor da, buradaki insanlar anlamıyor mu?
Ankara, AB’nin son sonuç bildirgesinde yer alan metin vesilesiyle haklı olarak, kelimesi kelimesine, “Kıbrıs sorununun Türkiye-AB ilişkilerindeki ilerlemeyle ilişkilendirilmesine” öfkelenip bunun kendi tarafından asla kabul edilmeyeceğini vurgularken, Kıbrıs’ta artık çok açık olan şeyleri bile inkar etme şarkısı hâlâ üst perdeden söylenmeye devam ediyor.
Bazı kişilerin, nihai sonuçlarla ilgilenmeksizin, sonuçlarla alay etmek ve onları küçümsemek için herhangi bir neden bulma hevesi, bu durumda sadece üzücü bir yaklaşım değildir.
Yapıcı olmak, ya da en azından gerçeklik ve kamu yararına, her türlü saplantı ve bu ülkede hepimizin gördüğü olumlu şeylere olumsuz tepki verme eğiliminden daha fazla öncelik vermek isteyenler için bazı pratik sorunları da ortaya koyan, klinik sınırlarda gezinen bir yaklaşımdan bahsediyoruz. Hiç kimse günahsız değildir, değil mi?
[AB’nin] sonuç bildirgesinde çığır açıcı birşeylerden mi söz ediliyor? Elbette ki hayır—her ne kadar bu iki konu ilk kez aynı paragrafta ve birbirine bağlanacak şekilde yer almış olsa da. Ve bu önemsiz değildir.
Bilakis.
Ankara’yı kızdıran da bu atıf oldu: “… liderler, Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki işbirliğinin daha da güçlendirilmesi amacıyla Avrupa Birliği’nin Kıbrıs Sorunu’nun çözümüne yönelik görüşmelerin yeniden başlatılmasına ve ilerletilmesine özel önem atfettiğini vurgulamışlardır.”
Türkiye önceki gün Avrupa Birliği’ne, bu ayın 29 ve 30’unda düzenlenecek olan ve tüm üye ülkelerle birlikte davet edildiği, AB’nin büyük genişleme hamlesinin yirminci yılının kutlanacağı Genel İşler Konseyi toplantısına katılmayacağını bildirdi. Ankara, toplantıya katılmamasının tek bir nedeni olduğunu açıkladı: son sonuç bildirgesinde Kıbrıs Sorunu ile Avrupa-Türkiye ilişkilerinin gelişimi arasında kurulan bağlantı.
Ben, geçmişte ya da şimdi, Kıbrıs sorununun birtakım sonuç ve kararların toplanması yoluyla çözüleceğine inananlardan olmadım. Bu türden bir aldanma ve saflık, bu konudaki gerçekleri görmezden gelerek ve Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik samimi arzularımla gerçekleri birbirine karıştırarak benim de uzun yıllar boyunca deneyimlediğim türden bir aldanma ve saflıkla benzer ve en az onlar kadar tehlikelidir.
Nerede durduğunuza bağlı olarak, kendi hayallerinizin iyi ve saf olduğunu, onun karşısında duranların ise ya kişisel çıkarlar, ya kötü niyet, ya da her iki nedenle hareket ettiğini düşünüyor olabilirsiniz.
Elbette onlar da öyle düşünüyor. Bu, soğukkanlılık ve ılımlılık bir yana, gerçeklerden uzak bir çıkmaz sokağın reçetesidir.
Dolayısıyla bu durumda ihtiyaç duyulan şey, kutlama için bir neden olmasa da, en azından nasıl ve neden olduğuna bakılmaksızın tam 20 yıl önce Avrupa’ya ait olagelen bir sorunda—ki evet, öyle oldu—daha önemli bir rol oynamak için AB’nin sadece sözlü düzeyde bile olsa daha aktif bir şekilde hareket etmesi gerektiğine dair belirli bir anlayış olduğunu gösteren bir etkinliğin önemini azaltmayan daha sakin bir okumadır.
Mevcut hükümetin Kıbrıs’ın Avrupalı ortaklarımız nezdindeki imajını önemli ölçüde iyileştirdiğini kabul etmek istemeyebiliriz. Herkesin kendi görüşüne sahip olma hakkı vardır. Ben bunun tam olarak böyle olduğunu söylüyorum. Perde arkasında, özellikle de kendi ortaklarımızı ikna etmek için çok çalıştık. Ama sonunda ikna oldular.
Nihilist, inkârcı ve küstah olmak, parti çıkarları ile diğer menfaatleri ön planda tutmak, ve gerçekler aksini gösterdiği halde heba olacağımız izlenimini veren bir iklim yaratmak da kişinin hakları arasındadır.
Ancak, Türkiye’nin bizzat öfkelendiği ve Kıbrıs kamuoyunun büyük bir bölümünün uzun bir indirgemecilik ve nihilizm döneminin ardından kalıcı bir mutsuzluk ve gerçeklikten gönüllü kopuş hali yaşadığı bir noktaya gelmemiz bizi endişelendirmelidir.
Soru, en azından temel soru şudur: bunu sistematik olarak yapanların bunu ‘neden’ yaptıkları artık anlaşılmıştır. Kınanabilir olsa da, anlaşılmıştır.
Peki ama biz toplum olarak neler yaşıyoruz?
Ve bu durum bize nasıl hizmet ediyor?