Türkiye’de uzun yıllar önemli bir gündem olan türban konusunun Kıbrıs’ın kuzeyine ithal edildiği söyleniyor.
Bu tam olarak doğru bir değerlendirme değildir.
Türkiye’de 90’lı yıllarda ve özellikle 1999’da TBMM’de yaşanan krizle doruğa ulaşan türban cepheleşmesi ile buradaki tartışmayı benzeştirmek bana kalırsa sıkıntılıdır.
Türkiye’deki Kemalist anlayışın argümanları ve tepkileriyle türban sorununa yaklaşmak da elbette sorunludur.
Bugün, Türkiye’de siyasal islam insanların kabusu olabildiyse, bunun esas sebeplerindendir.
İnsanların yaşam tarzları, ne giydikleri, kime, neye inandıkları, ne içtikleri, kime aşık olup, kiminle seviştikleri devletin meselesi değildir. Olmamalıdır.
Kemalist rejimin batılılaşma kisvesi altında Anadolu’daki yaşam ve inanç dünyasına yasaklarla uyguladığı baskıcı ve faşizan anlayışın ürünüdür siyasal islam.
Örneğin 1999 yılında, dönemin TC Başbakanı Bülent Ecevit’in türbanlı milletvekili Merve Kavakçı’ya gösterdiği tepkiyle hemfikir olamayız.
Yetişkin bir bireyin yaşam tarzı o bireyin kendi tercihidir ve tamamen özgürlükler kapsamındadır.
Ecevit’in o gün verdiği tepki ve o dönemlerde üniversitelerde kadınların yaşadıkları sonrasında nasıl bir dalgayı tetikleyen unsurlardan biri oldu hepimiz bugün Türkiye’de yaşananlarla görmeye devam ediyoruz.
Yetişkin bir birey, üniversiteye, meclise, hayatın herhangi bir alanına ötekileştirilmeden dahil olma hakkına sahip olmalıdır. Bu tartışılmaz bir özgürlüktür.
Aynı zamanda cinsiyetine ve-veya cinsel yönelimine bakılmaksızın herhangi bir yetişkin bireyin yaşam tarzı da özgürlük kapsamında olmalıdır.
Farklı görüş, inanç ve yaşam tarzlarına eşit oranda özgürlük verildiği müddetçe gerçek özgürlükten bahsedebiliriz.
18 yaşını geçmiş bir birey imam olarak da, LGBTI+ birey olarak da, kadın olarak da, engelli bir birey olarak da, kısacası inancına, cinsel yönelimine, cinsiyetine, yaşam tarzına, ideolojisine bakılmaksızın eşit şartlarda ve özgürce yaşayabilmeli.
Gelelim Kıbrıs’ın kuzeyine.
Öncelikle var olan türban tartışmasının 18 yaşını geçmiş bireylerle ilgili bir tartışma olmadığını belirtelim.
Ama konuya girmeden önce, başka bir şeyi daha netleştirelim.
Kıbrıs’ın kuzeyinde bahsediyoruz.
Ankara’nın 51 yıldır asimile ettiği, önce Türkleştirdiği, şimdi de Müslümanlaştırmaya çalıştığı, müstemleke idaresinden bahsediyoruz.
Kıbrıs’ın kuzeyini ilgilendiren kararların, yasaların, tüzük değişikliklerinin, her türlü toplum mühendisiliğinin Ankara tarafından belirlendiği ve yönetildiği bir toprak parçasından bahsediyoruz.
18 yaşından küçük çocukların okullara türbanla gidebilmesini isteyen ve dayatan Ankara.
Tekrar edelim? Kime? 18 yaşından küçük ÇOCUKLARA.
Özgürlük kavramını tartışırken temel belirleyici olan bahse konu kişilerin yetişkin olup olmadığıdır.
Neden 18 yaşından küçük bireylerin, ki bu yaşın bazı ülkelerde 16-17’e düşürülmeye çalışıldığını da not edelim, seçme seçilme hakkı yoktur mesela?
Bunun cevabı var olan tartışmaya da bir cevaptır.
10 yaşında bir çocuk cumhurbaşkanı adayı olmaya karar veremeyeceği gibi, hangi dine inandığına ya da inanmadığına da karar verebilecek bir yaşta değildir.
Bir bireyin, yetişkin bir birey olarak tarif edilene kadar geçen sürede yaşaması, öğrenmesi ve yüzleşmesi gereken şeyler vardır. Bu yüzdendir çocuk-yetişkin ayrımı.
7 yaşında bir çocuğun hangi dine inanıp inanmayacağını belirleme yetisi var mıdır? Yoktur.
Belirleyen ailelerdir.
Çocuk istismarı da tam da burada başlamaktadır.
Psikologların uyardığı travmalar da bu şekilde gelişmektedir. Hem aileden görülen baskı, hem de okulda, sınıfta farklı yaşam tarzında olan çocuklar tarafından ötekileştirilme, akran zorbalığı.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde şöyle der:
“Çocuklara ilişkin olarak kamusal ya da özel sosyal yardım kurumları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan bütün tasarruflarda, çocuğun yüksek yararı öncelikli olarak göz önünde bulundurulacaktır.”
Neden? Çünkü çocuk kendisi için “yüksek yararı” düşünebilecek ve karar verebilecek yetide değildir.
Çünkü çocuklardan bahsediyoruz; bizim gibi düşünerek, sorgulayarak tepkiler verebilme ve kararlar alabilme yetisine sahip olmayan çocuklardan bahsediyoruz.
Devlet dediğimiz şey ise bu sosyal ve toplumsal dengeleri korumak, yönetmek ve birbirleri üzerinde hegemonya kurmalarını engellemek için vardır.
Devletin dini ve ideolojisi tam da bu yüzden olmamalıdır.
Özellikle okullarda tek bir din, tek bir mezhep öğretildiği koşullarda,
“İngiltere’de sorun değil de, burda neden sorun” diye sormak hiçbir şeyi anlamamakla eşdeğerdir.
İngiltere’de bir çocuk ailesi tarafından kapatılsa bile, okullarda farklı eğitim alma şansına sahiptir. Sosyal hayatta mahalle baskısı ve tekçilik yerine farklı görüş, inanç ve yaşam tarzı olan insanlarla iletişim kurabilme şansına sahiptir.
Peki Kıbrıs’ın kuzeyinde ya da Türkiye’de öyle midir?
Sunni islamın çocuklara empoze edildiği bir ortamda, biz hangi özgürlüklerden bahsediyoruz?
Özgürlük, herkese, her şeye eşit oranda verildiği oranda özgürlüktür.
Kadınlara, farklı inanç sahiplerine, LGBTi+ bireylere, milliyetçilik dışındaki her türlü görüş ve ideolojiye yaşam hakkı tanınmayan ve-veya ötekileştirilen bir yerde, sadece sunni islama inananlara ve onların dayatmasıyla başını kapatmak zorunda kalan çocuklara özgürlük isterseniz, bunun adı özgürlük olmaz.
Hele hele Kıbrıs’ın kuzeyinde hiç olmaz.
Olsa olsa baskı, dayatma ve asimilasyon politikası olur.