19 Temmuz gecesi, akşam tam saat altı veya yedi sularıydı. Çok ani bir haber geldi Lefkoşa’dan. Başımızdaki komutanlar bildirmişti. Belediye takımında o yıl Siyasallardan mezun Erdal Kalkan abimiz başımızdaydı. Erdal abi komutası altında bulunan bu çoluk çocuğun başına birşey gelmemesini istiyordu. Herşeyden önce bu çocukların anne ve babalarına karşı sorumluydu. Gene eski mücahitlerden Zihni Tarkuç abi de komutanlar arasındaydı. Zihni abi silah mekanik dersleri için aramıza geliyordu genelde. Bizimle birlikte olan Rahmetli Erdal abiydi genelde (Erdal abimiz geçmiş senelerde Kuzey Kıbrıs’ta Girne’de hayata gözlerini kapadı.) Bu kadar en büyükleri 17 yaşında olan çoluk çocuğu idare etmek kolay değildi. Gene de arada mızmızlık ve yaramazlık yapanlar vardı. Ali Tüzüner adlı arkadaşımız bir gece kendisini nöbete göndermedikleri için az daha elindeki el bombasının pimini çekip gerek Erdal abiye gerekse Zihni abiye karşı gelmişti. Gene çocukluk ve sınıf arkadaşım Mehmetali Salih Garip de, o 17 yaş haşarılıklarını devam ettiren arkadaşlarımızdandı.
Evet, o akşam Lefkoşa’dan gelen emir oldukça ciddi bir emirdi. Derhal Belediye avlusunda toplanmamız emredildi. 48 yıl geçti; detayları hatırlayamıyorum ama galiba bir 30 çocuk vardık. Erdal ve Zihni abilerin bizlere söyledikleri, Mavrali çevresine gidip oradaki mevzileri bel bölgesine kadar kazmıştık ya, şimdi de bir insan boyuna getirecektik. Ben artık işlerin çok ciddiye gittiğini anlamıştım. Bir insan boyuna getireceksek mevzileri, çok yakında savaşın başlayacağının emaresiydi bu emir. 30 kişilik Belediye takımı Erdal abimizin de komutasında çok sessizce Mavrali Bölgesi’ne gittik.
Bu arada 15 Temmuz gününden beri Mavrali Bölgesi’nde ( Bu Bölgede 1964 yılında esir düşen 9 Mücahit öldürülmüş ve bölge Rumların eline geçmişti) görevli bulunan iki görevli Rum polisi aç kalmışlar, bizim mücahitlerden yiyecek yardımı istemişlerdi. Bu polislerin Makarioscu olduklarından ötürü merkez Baf Rum Polis Karakolu da EOKA B’nin eline geçtiği için, Mavrali’de rehin gibi kaldıkları bilinmekteydi. Mükellef Mücahit arkadaşlarımızdan sonradan Şehit olacak olan Arif Ruso ve onun çok iyi arkadaşlarından Aygün Amigo’yu, Baf Sancaktarı ( Kod adı Saadeddin Bey, asıl adı Cengizhan Özoğul) bu Kıbrıslırum polislere yiyecek götürmeleri için görevlendirmişti. Bu Sancaktarın sosyal demokrat, ince ve duygusal bir yanı olduğunu bir sonraki gün farkedecektim ama Makarios’un İngiliz Helikopteri ile kaçışına da izin vermesi aslında hümanist yönü güçlü bir Türk Komutanı olduğu şeklinde düşüncelerimi kuvvetlendirecekti. Nitekim onunla yaşayacağım bir başka olay görüşlerimi pekiştirecekti.
O gece o bölgedeki mevzileri bir normal insan boyuna getirmek için gece yarısına kadar saatlerce çalıştık. Kazma ve kürek çalıştırdık. Devamlı olarak Çavuş ve onbaşılar mevzilere girip mevzilerin boylarının bir insan boyuna geldiğini kontrol ettiler. Ortalık oldukça sıcaktı. Ter ve çamurlar vücudumuzda birbirine karışmıştı. Ortalık zifiri karanlık… Göz gözü görmüyor… Nihayet soluklarımızdan ve vücudumuzdan sadece ateş ve sıcağın çıktığı bir anda “Toplan” emri veriliyor. O kadar yorulmuşum ki artık ayakta duracak bir halde değildim aslında. Kan ter içindeydim. Çamurdan kamuflaj yapmış gibiydim.
İçtima yapılıyor ve bir komutan bizlere şu konuşmayı yapıyor:
“Sevgili arkadaşlar. Türkiye sabahın erken saatlerinde çıkarma yapmaya başlıyor.Şimdi sizi evinize dinlenmeniz ve uyumanız için gönderiyoruz. Mahallenizde Mücahitler “Kırmızı Alarm” diye bağırmaya başladığı anda derhal Belediye Binasında toplanacak ve size silahlarınız verilecek. Daha sonra verilecek emirlerle görev yerlerinize yöneltileceksiniz.
O kadar yorulmuştum ki yürüyecek dermanım bile kalmamıştı. Çabucak eve gittim. Evimizde hala daha Mücahitler vardı. Onlar da yavaştan hazırlıklara girişmişlerdi. Hemen banyo odasına geçip oradaki varilimizden soğuk soğuk suları alıp ateşten ve terden yanan vücuduma döktüm. O suyun sadece rahatlattığını ama ateşten yanmakta olan beni soğuk suyun dinlendirmediğini de farkettim. Anne ve babama iyi geceler dileyip yastığa kafamı koyduğum anda kendimden geçmişim.
Kaç saat ve ne kadar uyuduğumu bilmiyorum. Yorgunluktan olacak. Aniden babamın BBC radyosunu dinlediğini, BBC muhabirlerinin açıklamalar yaptığını, Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’in de İngilizce demeçler verdiğini duymaya başladım. Babam bu sırada anneme “Aysel Çıkarma Başladı” diye seslendi.
Bu sırada bir Mücahit dışarıda “Kırmızı Alarm” diye bağırmaya başladı. Hemen aklıma bana geceleyin söylenenler geldi. Toplanma yeri olan Belediyeye gitmem gerekiyodu. Heyecandan birşey yemek istemedim ama annem gene de ısrar etti. Kırmızı yün ceketimi, bataniyemi alıp anne ve babama seslendim. Babam ve annemin gözleri yaşlıydı. Sanırım o saat işin vahametini anlamıştım. Gidip de dönmemek vardı serde…Babam ve annem yaşlı gözlerle bana sarıldılar. Sadece bana “Dikkatli ol” dediler. Onların ellerinden öperek hemen toplanma yerime gitmeye hazırlandım. Bizim sokağın komutanı arkadaşım Hasan Fadıl’ın babası Rahmetli Fadıl Kurşunoğlu (Fadıl Dayı da 1974 sonrası Güzelyurt’ta ölenlerden) bu sırada tüm vücudunu Türk Bayrağıyla sararak, kendi birliğine de moral olsun diye bir yeni kıyafet şekline bürünmüştü. Mücahitler var güçleri ile koşturmakta ve mevzilerine yerleşmekteydiler.
Dipçik ve şarjür sesleri vardı etrafta daha çok.
Baf Belediye Binasına gitmek üzere koşarak Ebubekir Camisi’nden geçtim. Toplanma yerine yetişmem gerekiyordu…
ŞUNU DA VURGULAYALIM: ÜZERİMİZE SALDIRANLAR YUNANLI FAŞİSTLER, FANATİK MİLİS GÜÇLERİ VE GENE FAŞİST YUNAN CUNTASININ BİRLİKLERİYDİ AMA O ANDA RUM BÖLGELERİNDE TÜM KONTROL ONLARIN ELİNDEYDİ. KIBRISITÜRKLERE KAN DÖKTÜREN KESİM DE BUNLARDI. BU ZİHNİYET ZATEN FAŞİST BİR ZİHNİYETTİ…KIBRISLIRUM KESİMİNDE DE MAKARİOSCU VE DEMOKRAT KESİMLERİ DE KATLEDENLER BUNLARDI.BU ARADA ELBETTE YAPILAN YANLIŞLARA KARŞI ÇIKMAMAK VE SESSİZ KALMAK DA SUÇA KATILMAKTI;
Şimdi ben bu satırları yazarken Kıbrıslıtürklerin de hataları varsa kabul etmiyorum demek değildir yazdıklarım. Elbette Kıbrıslıtürk egemen kesimleri arasında taksim isteyenler de vardı. Fanatik kesimler de vardır. Bunu herkes yapmalı. Ama bu kritiği sadece bir toplum değil diğer toplum da yapmalı. Türkiye’nin müdahalesine sebep olunan tüm taraflar da suçlarını Kabul etmeli ve kendi kendilerini eleştirmeli. Bunlar yapılmazsa gerçekten barış gerçekleşemez. Her iki taraftan da katliamlar olmuşsa bunlar da eleştirilmeli. Nitekim ben Cunta’ya karşı silahlı mukavemet gösteren Kıbrıslırum vatandaşlarımızla Demokratik bir Cumhuriyeti savunan Dr İhsan Ali’yi de görüşlerini de burada kapsadım ve yansıtmaktayım. Neyse bu konuları daha ilerki yazılarımda da açacağım ve albette çözüm yolunu da tartışmalıyız artık diye düşünmekteyim. İnsan Hakları ve de uluslararası hukuk çerçevesinde olmalı herşey. Bu arada burada yazdığım herşey yaşanmıştır ve hiçbirşey saklamadan bu anılarla görüşleri, yaşanılanlarla gizli kalanları da yazmaktayım.
BELEDİYE BİNASINDA SİLAHLARIMIZ DAĞITILIYOR
Belediye Binası’na vardığım anda silahlarımızı alıp komutanlarımızı takip etmemiz söyleniyor. Biraz sonra kestirme yollardan geçip Mutallo mahallesine geliyoruz. Mavrali Bölgesi’nde bulunan Osman Karşılı Komutan biraz sonra Mavrali’ye saldırıp orayı alacağımızı söylüyor. Duyduklarıma gore bir Baflı MİT ajanı merkez komutanlığa ve Sancaktar’a Mavrali Bölgesi’ne saldırmamamız gerektiğini , saldırırsak tüm Rum birliklerinin dikkatini üzerimize çekeceğimizi söylüyor ve buna karşı çıkıyor. Baf’ın fazla dayanma gücünün olamayacağını ve hemen düşebileceğini de iddia ediyor. Şimdilerde bile bu tartışmanın ne kadar doğru olup olmadığını düşünmekteyim. Hemen bizlere emir veriliyor ve Mavrali’ye saldırıyoruz. Orada bulunan iki Rum polisi (Zaten kendilerine Türk tarafından ekmek ve su veriliyordu) hemen silahlarıyla birlikte teslim oluyorlar. Onlardan birinin adının Glafkos olduğunu ve Glafkosla 2000 yılında Pile’de buluştuğumu ve bana korku dolu duygularını anlattığını da hatırlıyorum. Glafkos daha sonraları Baf’ta hayata gözlerini kapamıştır (Yıldızlar yoldaşı olsun.)
Kısa zamanda Mavrali’nin kontrolünü ele geçiriyoruz. Kum torbalarıyla derme çatma mevziler yapılıyor. Etrafıma bakıyorum daha fazla çoluk çocuk var. 12 Yaşında çocuklar bile görüyorum. Zaten Mücahit sayısı olarak da oldukça azdı ve mecburen daha küçük yaşlardaki küçük çocuklar bile hizmete çağrılıyor. Boyu kadar silah taşıyan çocuklar görmek ne kadar da acıklıydı…Ali Tüzüner arkadaş Birleşmiş Milletler mutfağına girip (Orada bir de BM karakolu vardı.) orada bira dahil BM askerlerinin gözü önünde bizlere dağıtmaya başlamasına rağmen gerçekten yemek yemek hiç de içimden geçmiyor. Hele Gazi Baf Radyosu’nun mehter marşları, Cem Karaca’nın “Beyaz Atlı Şimdi geçti buradan” şarkısı, içimi daha da karartıyor. Gazi Baf Radyosu devamlı Kıbrıslırumlara “Teslim ol çağrısı” yapıyordu. Bu kadar mı güçlüyüz diye de soruyordum. Topu topu üç mahalleye sıkışmış 3 bin kadar insandık ve çocuklar da bayağı yoğundu. Bu arada gene Bayrak Radyosu’ndan Girne Bölgesi’nde savaşın başladığı ve de çıkarma hakkında bilgiler verilmekte Toplum lideri Denktaş Ada’nın dört bir tarafından çıkarma başlatıldığı konusunda Rum biliklerini kararsızlığa sevkedici demeçler vermekteydi.
Verilen bir emirle Mavrali dere yatağına rahmetli Mustafa Tarkuçla uçakların Türk Bölgelerini ayırdedeceği Turuncu-Mor branda bezleri seriyoruz. Dere yatağında inşallah bizi şimdi karşı dağlarda mevzilenen Rumlar görmez diye de telaşlanmaz değildim. Neyse ateş gelmiyor. Ucuz atlatıyoruz. Biraz sonra tekrar çağrılıyoruz. Çok ilerilere ta Rum tarafına kadar sokulup Khroleka Köprüsü’ne roket atarla atış yapılması isteniyor. Acil çocuklardan bir roketatar taşıyıcısı istiyorlar. Geri duruyorum çünkü buraya gidecek olanlar muhakkak vurulabilir. Beş kişiyiz, komutan beş kağıt alıp birini “X” işaretiyle işaretliyor. Aramızda kura çekiyoruz. “X” işaretini bulan gidecek. Nitekim İngiliz Doğan diye bir arkadaşımız “x” işaretini kura diye çekiyor. Hemen kapı komşusu Arif Ruso ile ileri saflara hareket ediyorlar ama Arif şehit olurken İngiliz Doğan’ın da dört parmağı atılan atışlarla kopuyor.
Saat 12’den bire kadar bu arada ABD’de geçmiş senelerde ölen Ali Hüseyin arkadaşımın yerine nöbet tutuyorum. Karşıda hareketlenme var. Gene bir Yunan savaş gemisinin yaklaşık 750 askeri Baf feneri açıklarına çıkardığı söyleniyor. Bu birlikler çevremize konuşlanmaktaydı. Gelen birlikler tecrübeli Yunan birlikleriydi ve genelde isabetli havan topları kullanmaktaydılar. Karşılarındaki birliklerin ise sten ve tomson silahları vardı sadece. Çoğu da çocuk yaşta genç çocuklardı. Saat birde nöbeti bitiriyorum ve bir on kadar arkadaşla Mücahit lokantasına gönderiliyorum. Bu arada orada dürbünle çıkarma yapan birlikleri izleyen Baf Komutanlarında Dilaver Teğmenden (İkinci Harekat sırasında kurşuna dizildi) dürbünü alıp ben de çıkarma birliğini dürbünle izliyorum.
Geriye dönerken gene evden uğruyorum. Anne ve babama sesleniyorum. Koşarak Mavrali Bölgesine erişiyor ve derhal mevzileniyoruz. Bu sırada birliği tetkike gelen Cengizhan Özoğul mevzilerde daha fazla küçük çocukları görünce hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Bu adamın olduça hümanist olduğu ve de savaştan da aynen bizim gibi hoşlanmadığını anlıyorum.
Biraz sonra saat 14.30 sularında Baf çarpışması başlayacaktır. İşte bu çarpışma aslında Baf’ın da bizlerin de sonu gibi olacaktır diye geliyor bana. Bu savaştan sonra artık Baf bizim için olmayacaktır. Baf’ı ebediyyen kaybedeceğiz…
-DEVAM EDECEK-
Altta Baf’ı düşüren Lesbos gemisi ve komutanı…