Halil Falyalı cinayeti, Sedat Peker’in ifşalarında olduğu gibi tekrar akıllara Susurluk Çetesi’ni getirdi. TBMM’de Susurluk Komisyonu’nda görev yapan eski Devlet Bakanı ve BirGün Yazarı Fikri Sağlar, BirGün muhabiri Mustafa Kömüş ile Falyalı cinayeti ve yansımalarını konuştu.
Falyalı cinayeti ilk değil, Peker’in ifşalarından sonra öldürülen birkaç kişi daha olmuştu. Özellikle bu dönemde, yaşanan bu cinayetlerin Susurluk’u çağrıştıran yönleri nelerdir? Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Susurluk kadar vahim. Susurluk mafya, siyasetçi ve bürokrat bir arada olduğu ve derin devletin bilgisi dahilinde oluşan bir yapıydı. Falyalı ise Sedat Peker’le ortaya çıkan bir isim. Kıbrıs’ın Türkiye hariç hiçbir ülke tarafından tanınmamasını fırsat bilen bir organize suç örgütünün önemli bir elebaşısı olarak bizim bilgi dağarcığımıza girdi. Ama daha öncesinin de olduğu ortaya çıktı.
Peker, 2021 yılında açıkladığı videoların birisinde, Halil Falyalı’nın, eski Başbakan ve eski Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ın oğlunun da dâhil olduğu Mehmet Ağar ve Süleyman Soylu’yla da ilişkili olan Kıbrıs’ta kara para, uyuşturucu ve kumarhane organizasyonun içinde olduğunu söylemişti. Falyalı öldürüldükten sonra bir başka konu ortaya çıktı, o da sanal bahis. Falyalı, şikâyetler sonrasında 2016’da İstanbul Savcılığı tarafından kovuşturma, soruşturma açıldığı sırada elde edilen bilgilere bakarsanız 780 milyon dolarlık mal varlığı olduğu, sanal bahis oynattığı, sanal bahisin lideri konumunda bulunduğu… Bu doğrultuda çatışan insanları da rakip olan insanları da polise ihbar ederek derdest ettiği, kazandığı parayla Kıbrıs ve Türkiye’de siyasetçiler, sanatçılar ve bürokratlar ile ilişki kurduğu, onları otellerinde ağırladığı, yatlarında gezdirdiği bilgileri ortaya çıktı. Kıbrıs’ta siyaseti de, yeraltı dünyasını da, kayıtdışı ekonomiyi de ciddi bir şekilde kontrol eden bir kişi. Nitekim fotoğraflar ve ağırladığı siyasetçiler ortada.
Kıbrıs’ta büyük bir suikast daha olmuştu, o suikast Kutlu Adalı’ydı. Adalı, Kıbrıs’ta var olan yeraltı dünyasıyla ilgili yazılar yazıyordu. Sedat Peker’in bu ifşaatının içerisinde Türkiye’den siyasetçilerin de olması önemli. Kıbrıs’ta, Falyalı’nın yasak gözüken kumarhaneler ve otellerinin yanı sıra sanal bahisle ilgili ruhsatları var ve ticaretlere de uğraşıyor. Covid-19’la ilgili test kiti ve maske ticaretiyle uğraşıyor. Test kiti ve maske ticareti bir başka çağrışımı yapıyor. Hatırlarsınız Sedat Peker’in ifşaatı içerisinde Erkan Yıldırım’ın büyük uyuşturucu operasyonları yapıldığı sırada Kolombiya, Venezuela’ya seyahatleri için maske satmak için oradaydım demişti.
AKP’lilerin bu konudaki sessizliği hakkında ne söylenebilir?
Olaydan sonra niye havuz medyası bu detaya sessiz kaldı? Tek tük birkaç havuz medyasında çıktı. Bu soruların cevapları gerekiyor. Ahmet Şık’ın bazı iddiaları var. İddialar, Avukat Şafak Mahmutyazıcıoğlu’nun ölümüyle Falyalı’nın ölümünün bağlantılı olduğunu söylüyor. Alaattin Çakıcı Kıbrıs’a gidip yerleşiyor. Anlaşılıyor ki yeraltı dünyasında yer yerinden oynuyor.
Yeraltı dünyasında yer yerinden oynaması, yerüstü dünyasının da çökmesi demektir. Havuz medyası ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki yetkililer bu konuya hiç girmedi, Falyalı’nın cenazesine KKTC Cumhurbaşkanı ve hükümeti kurmakla görevli olan Başbakan da dahil olmak üzere birçok siyasetçi katıldı. Kıbrıs’taki olayların Türkiye’ye uzanacağı da görülüyor. Ama Türkiye’de öyle bir iktidar var ki, her şeyi görmezden gelip üç maymunu oynuyor. Murat Kartal’ın ölümünde iki polis bir çete üyesini bir başka çete üyesine götürüyor ve teslim ediyor. Bunlarla ilgili bile İçişleri Bakanlığı’ndan açıklama gelmiyor. İçişleri Bakanlığı’nın bu şekilde sessiz kalması, Sedat Peker’in ifşaatının ve iddialarının geçerli olduğu kuşkusunu hepimizin kafasına yerleştiriyor.
Falyalı cinayetinin Kıbrıs’ta ve Türkiye’de yeni bir alan açma, Falyalı’nın kontrol ettiği piyasanın el değiştirmesi gibi yorumlar da var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Her şey olabilir. Yeraltı dünyasındaki bu tip çatışmalar, öldürmeler ve suikastlar bir şeyleri paylaşmama ya da verilen sözlerin yerine getirilememesinden kaynaklanır. Kendi koydukları kurallara uygun hareket etmeyenlere ceza verdikleri açıkça görülür. Siyasette rol almak isteyenlerin hücumu olabilir, sanal bahis dünyasında rol almak, o alanı ele geçirmek isteyenlerin işi olabilir. Bugüne kadar gördüğüm dosyalarda, gerçek failleri 2-3 gün içerisinde bulunmuyorsa arkasında istihbarat örgütlerinin varlığı söylenebilir. Söylemez Çetesi’ni failler olarak ortaya koydular. Failleri yakalarsınız da asıl azmettiriciyi yakalamanız gerekir. Bu suikastın ne olduğu ve neden yapıldığı o zaman ortaya çıkar.
Ben, bu suikast operasyonunu, Ömer Lütfi Topal’ın öldürülmesine benzediğini söylemek istiyorum. O da evine giderken, ıssız bir yerde, önceden hazırlanmış bir plan dahilinde profesyonelce öldürüldü. Arkasından Susurluk Çetesi ortaya çıktı, derin devletin oluşturduğu JİTEM ortaya çıktı. O günkü koşullarda Türkiye’de JİTEM’in, derin devletin varlık nedenleri belliydi. Hukuk tanımaz bir yapıyla müthiş bir gelir elde etmek ve bu gelirin içerisinde şantajlar ve tehditlerle paralar almak değil, uyuşturucu ticareti yapanların paralarını da alarak müthiş paralar kazanmak olduğu belliydi. Falyalı cinayeti de benzer bir olay olarak değerlendirilebilir eğer üstünü gidilirse. Kıbrıs’ta şu an hükümet yok, dolayısıyla otorite boşluğu var. Zamanlaması açısından otorite boşluğundan faydalanarak yapılmış bir suikast. Türkiye Cumhuriyeti’nin suskunluğunun, özellikle de medyayı elinde tutanların işlerin kendilerine de dokunmasından korkuları, çekinceleri olabilir.
7 Haziran sonrasında AKP devlet içerisinde, daha öncesinde rekabet içerisine girdiği güçlerin de dahil olmasıyla yeni ittifaklar geliştirdi. Sonrasında, 90’larda olduğu gibi, Sedat Peker, Alaattin Çakıcı gibi mafyatik tipler gündemimize girdi. Falyalı cinayetiyle beraber düşündüğümüzde, 7 Haziran sonrası başlayan ittifakı nasıl değerlendirmeliyiz?
Bir şer ittifakı olduğu açıkça görülüyor. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a gidilirken Türkiye, tarihinin en büyük katliamlarıyla baş başa kaldı. Başkent Ankara’da bile üç saldırı oldu. Düşünün, bu terör saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısı, 15 Temmuz’da demokrasiyi korumaya çalışan yurttaşlarımızın sayısından bile kat ve kat fazla. Hafızalarda kalan ve gelecekte bağımsız yargı tarafından mutlaka soruşturulması gereken bir dayanak var. Davutoğlu, parti kurduktan sonra, “Bildiklerimizi açıklarsak bazı insanlar kimsenin yüzüne bakamaz” demişti. Kimsenin yüzüne bakamayacaklar kimlerdir? Niye bu bildiklerini şimdiye kadar açıklamıyor?
Bildiklerini saklamak suça iştirak etmek demektir. Tıpkı Süleyman Soylu’nun Sedat Peker’den ayda 10 bin dolar alan siyasetçiyi saklaması gibi. Bunlar, Türkiye’nin hukuk devleti olmaktan çıktığını gösteriyor. Peker’in söylediği bir diğer söze dikkat çekmek lazım, “AKP’nin SADAT’la birlikte uygulamış olduğu bir diğer plan da toplumu sindirmek, infial yaratmak için olaylar ortaya koyuyor, ben de onlara ayak uydurdum”. Akademisyenlerle ilgili “Oluk oluk kan akıtacağız” sözünü bu yüzden söylediğini belirtiyor. AKP’nin mutlak iktidarını kurmak ve ne olursa olsun ayrılmamak amacında olduğunu gösteriyor. Ancak, Türkiye demokrasisine sahip çıkmak isteyen, hukuk devleti olması için mücadele eden yığınların olduğu bir ülke. Sinmeyeceğiz, korkmayacağız.