Fransa’da sarı yeleklilerin protestoları beşinci haftasına girdi. Büyükşehir alanlarının dışında, toplu ulaşımın olmadığı bölgelerde yaşayan ve çalışanları olumsuz etkileyen, akaryakıta yönelik yeni bir çevre vergisine karşı yaygın hoşnutsuzluklardan doğan bir taban hareketi olarak başladılar. Hareket haftalar içinde Fransa’nın AB’den çıkması, daha düşük vergiler, daha yüksek emeklilik maaşı ve sıradan Fransız vatandaşlarının harcama gücünün iyileştirilmesi de dahil birçok talebi içerecek şekilde büyüdü.
Sol popülizmin ve tüm iç çelişkileri ile birlikte halk öfkesinin patlamasının numunelik bir versiyonu gibiler: hem vergiler düşürülsün diyorlar hem de eğitim ve sağlığa daha fazla para ayrılsın istiyorlar; hem daha ucuz akaryakıt hem de ekoloji diyorlar… Yeni akaryakıt vergisi protestolar için aslında bir bahane olsa da, tetikleyen şeyin küresel ısınmaya karşı bir önlem olduğunu not etmek önemli. Trump’ın, taleplerinden birinin Fransa’nın Paris Antlaşması’ndan çıkması olduğunu söyleyerek, sarı yeleklileri coşkuyla desteklemesine (hatta bazı protestocuların halüsinasyonlu gibi “Trump’ı istiyoruz!” diye bağırmalarına) şaşmamalı.
Sarı yelekliler hareketi, Fransa’nın (iş veya finans seçkinlerinden daha çok) siyasi seçkinleri hedef alan geniş kamusal protestolar geleneğine uyuyor. Ancak 68 protestolarının aksine, sarı yeleklilerin sol yönelimi çok bulanık. Protestoları hem Le Pen hem de Melenchon destekliyor. Beklendiği üzere, yorumcular isyanın enerjisini hangi siyasi gücün, Le Pen’in mi yoksa yeni solun mu, ele geçireceğini soruyorlar. Bazıları ise müesses siyasetle arasına mesafe koyan “saf” bir protesto hareketi olarak kalmasını talep ediyor.
Bu noktada net olmak lazım: tüm talep patlamaları ve memnuniyetsizlik ifadeleri içinde, protestocular gerçekten ne istediklerini bilmiyorlar. Nasıl bir toplum istediklerine dair bir vizyonları yok; sisteme yöneltmelerine rağmen sistem içi kalarak karşılanması imkânsız olan bir talepler karışımına sahipler. Bu özellik çok kritik: talepleri, çıkarlarının mevcut sistemde olduğunu gösteriyor.
Bu talepleri (siyasi) sisteme yönelttikleri unutulmamalı, ki Fransa’da bunun anlamı Macron demek. Protestolar Macron rüyasının sonuna işaret ediyor. Macron’un yalnızca sağ popülist tehdidi yenilgiye uğratma değil, Habermas ve Sloterdijk gibi filozofların kendisini desteklemesine neden olan yeni bir ilerici Avrupa kimliği sunma konusunda da umut olarak coşku yarattığını hatırlayın. Macron’u soldan eleştiren, projesinin vahim sınırlılıkları konusunda uyarıda bulunan herkesin “objektif olarak” Marine Le Pen’i desteklemekle suçlandığını hatırlayın.
Bugün Fransa’da süregiden protestolarla, Macron yanlısı coşkunun hüzünlü gerçeği acımasız bir şekilde ortaya çıkmış oldu. Macron’un 10 Aralık’ta protestoculara yaptığı televizyon konuşması sefil bir performanstı; hiç kimseyi ikna etmeyen ve vizyonsuzluğunu ortaya koyan bir yarı uzlaşma/yarı özürdü. Macron mevcut sistemin en iyisi olabilir ama yürüttüğü siyaset aydınlanmış teknokrasinin liberal-demokratik koordinatları dahilinde yer alıyor.
Bu yüzden protestoculara şartlı bir evet vermemiz lazım çünkü sol popülizmin sisteme oluru mümkün bir alternatif sağlamadığı net. Bunu şöyle anlatayım: diyelim ki protestocular bir şekilde kazandı, iktidara geldiler ve mevcut sistemin koordinatları dahilinde hareket ediyorlar (Yunanistan’da Syriza’nın yaptığı gibi) – sonra ne olacak? Muhtemelen bir tür ekonomik felaket. Bu, salt farklı bir ekonomik sisteme, protestocuların taleplerini karşılayabilecek bir sisteme ihtiyaç duyduğumuz anlamına gelmiyor: radikal dönüşüm süreci farklı talep ve beklentilerin de önünü açacaktır. Akaryakıt maliyetlerini ele alalım, gerçekten gerekli olan şey sırf ucuz akaryakıt değil; gerçek amaç, ekolojik sebeplerle, petrole bağımlılığımızı ortadan kaldırmak; yalnızca ulaşım yöntemlerimizi değil, tüm yaşam tarzımızı değiştirmek. Aynısı düşük vergiler artı daha iyi sağlık ve eğitim konusunda da geçerli: tüm paradigmanın değişmesi lazım.
Büyük etik-siyasi problemimiz için de aynısı geçerli: mülteci akını ile nasıl baş edeceğiz? Çözüm gelmek isteyen herkese sınırları açmak ve bunu da suçluluk duygumuzla (“sonsuza dek bedelini ödeyeceğimiz en büyük suçumuz sömürgeciliğimiz” ile) gerekçelendirmek değil. Bu seviyede kalırsak, göçmenlerle (onlar tarafından tehdit edildiğini hisseden) yerel işçi sınıfı arasındaki çatışmayı körükleyen ve böylelikle moral üstünlük sahibi olan iktidar güçlerinin çıkarlarına mükemmel şekilde hizmet etmiş oluruz. Ama bu mealde bir şey söyleyen herkes anında siyasi doğrucu solun “faşizm” haykırışı ile karşı karşıya kalıyor. Angela Nagle’ın çok iyi makalesi “The Left Case against Open Borders”a (Açık Sınırlar Karşıtı Sol Tutum) yönelik ateşli saldırılara bakın. Açık sınır savunucuları ile popülist göçmen karşıtları arasındaki “çelişki,” en nihayetinde, sistemin kendisinin değişmesi gerektiğinin üstünü örtmeye hizmet eden sahte bir “ikincil çelişki.” Mevcut biçiminde mültecilere yol açan tüm bir uluslararası ekonomik sistemin değişmesi gerekiyor.
Bu, oturup sabırla büyük bir değişim mi beklememiz gerektiği anlamına geliyor? Hayır, mütevazı gibi görünse de, bir köstebeğin sabırla toprağın altını kazması gibi, mevcut sistemin temellerini oyacak tedbirlerle hemen şimdi başlayabiliriz işe. Kredilerin ve yatırımların nasıl işlediğinin kurallarını etkileyecek şekilde, tüm mali sistemimizi baştan ayağa değiştirmeye ne dersiniz? Peki ya mültecilerin geldiği üçüncü dünya ülkelerinin sömürüsünü engelleyecek yeni düzenlemeler getirilmesine?
Eski 68 mottosu “Soyons realists, demandons l’impossible!” (gerçekçi ol, imkansızı iste) geçerliliğini aynen koruyor – tabi anlamındaki şu kaymayı akılda tutarak. Mevcut sistemi karşılayamayacağı taleplerle bombardımana tabi tutma anlamında “imkansızı talep etmek” var: açık sınırlar, daha iyi sağlık, daha yüksek ücretler… Bugün olduğumuz nokta bu: efendilerimize (teknokrat uzmanlar) yönelik histerik bir provokasyonun ortasındayız. Bu provokasyonu bir adım daha ileri taşımalıyız: sistemden imkansızı talep etmemeli, sistemin “imkânsız” değişiminin kendisini talep etmeliyiz. Böyle değişimler “imkânsız” (sistemin koordinatları dahilinde düşünülemez) görünse de, ekolojik ve toplumsal vaziyetimizin mecbur kıldığı tek gerçekçi çözümü sundukları kesin.
Kaynak: independent.co.uk
Çeviri: Serap Şen