Herkes sansürü konuşuyor. Peki… Herkesin bizzat kendisine uyguladığı “otosansür” ne olacak? Herhangi bir konuda yazarken bir an da elinizin gitmediği ve farkında bile olmadığınız kelimeler, yaşadığınız yerin, çevrenizin, işinizin, hatta okulunuzun baskısı ile konuşamadığınız, yazmadığınız kelimeler ne olacak. İster istemez dilinizin ucundan geri çekilen o kadar çok kelime var ki, ayıp sayılan, ahlaksızlıkla anılan, komşu ne der, bizi “el âleme” rezil etme diye diye büyüdüğünüz çevreniz ne olacak?
Anlarım da…
Peki… Bir kadının bir yere gidip gitmeyeceğine, ne giyeceğine karar veren babalara, abilere, sevgililere ne olacak?
Tedirginliği affedilmemiş çocuklar kötü büyürmüş. İlk hatasında, cezayla, ayıplanmanın korkusuyla içlerinde yaratılan tedirginliği yaşayan onca çocuk nasıl büyüyebilir? Üstüne üstlük yetmezmiş gibi çocukluktan beri ağlayan çocuklara ağlama denerek, ağlamayı ayıplanacak, güçsüzlük sembolü haline getirdikçe, duygusuz insanlara dönüşmüyor muyuz?
Oysa insanın ilk konfor alanından çıkışı, anne karnından ağlayarak çıktığı andır.
Anlarım da…
Peki… Dul, ibne, lezbiyen, orospu, deli, komünist, hayalci, ütopik, fakir, serseri, pis, suçlu, bağımlı, görgüsüz, düşünceleri yüzünden vatan haini ilan edilerek toplumun dışına itilen, ötekileştirilen, hakaret edilen onlarca insan ne olacak?
Anlamak isterken daha çok şüphe duyacağınız, içinde bir türlü aşmaya cesaret edemeyeceğiniz bir eşik den, korkularınızı bırakıp, kendinize inanmak kadar zor, yaşayabileceğiniz kadar anlamsız, işte o parıltının içinde sarkan bir üzüm salkımı misali, karar aşamasının ortasından başlamak istiyorsan. Karar verirsen;
Ne düşerse payına sevgiden yana bir sorumluluk, sanki her şey geçecekmiş gibi.
Anlarım da…
Peki… İster bir kadınla, ister bir erkekle, yahut arkadaşınla, belki de devletle giriştiğin ilişkiden suçlu bulunmadan çıkan kaç kişi var? Kalbinin içinde ayırdığın o tek odalı soğuk hapishanede kaç kişi yatıyor? Sen yüreğinin ortasında hapishane gezdiriyorsun. Birçok yürekte hapis yatıyorsun. Kiminin karanlık hücresinde aç biilaç, kiminin kürek mahkûmu, kimisinde amansız bir müebbet, kimisi cezanın ilk yıllarında küfürle işkencelerden geçiriyor seni. O kadar suçluyu nereden buldun yüreğinin hapishanesine? Yüreğindeki hapishane ve vicdana seslenmek istiyorum.
İnsan sevmeden, hayvanların muhtaçlığını bilmeden, doğayı ve yaşadığı ülkeleri gelecekte yaşayacak insanlığa emanet olarak görmeden, kültürü ve sanatı zenginlik olarak bilmeden, özgür beyinler yetişir mi?
Cenneti olmalı insanın, ölürken değil yaşarken. Belki bir ağacın dibine, bazan kendi köküne. Tapınmadan gidebilmeli insan cennetine. Sadece iyilerin gitmediği cennetleri olmalı insanın. Belki kötüleri de iyileştirecek ne biliyorsun? Kendi cenneti olmayan başkasının dünyasını nasıl zenginleştirir ki? Çünkü her şey sevginin bir aksinden ibarettir.
Sana hayatı katlanılmaz kılan şey, aslında kendi düşüncelerin zannettiğin başkalarının düşünceleridir. Kendi düşünürse insan, ancak katlanabilir bu hayata. Hayat başkasının düşünceleriyle katlanılmazdır da. Ne zaman ki, birbirimiz olmaya çalıştığımız bir oyunu oynadığımızın farkına varacağız. Vazgeçeceğiz o olmaktan, bu olmaktan, sen olmaktan, ben olmaya karar vereceğiz. O saat başlar insan kendi düşüncelerini var etmeye. Kendi olmaya karar verince insan, kendiyle de kendisi olamıyor. Ona kendisinden gibi biri lazım, kendisi gibi olmayan zıttı lazım, o lazım, sen lazımsın ona.
Devletin en çok unuttuğu şey de; Devleti ve Allah’ı kendi malı gibi, her şeyi kendinin gibi görerek, asıl rolü olan düzen koruyuculuğunu unutmuş olması. Her şey devletin olmadığı gibi halkın da değildir. Her şey yaşamış, yaşayan, yaşayacak insanlığındır.