Dünya ülkeleri Polonya’daki COP24 iklim konferansında bundan sonra izlenecek ‘yol haritasını’ tartışmaya devam ederken, küresel ısınmanın dünyanın geleceğine etkilerini azaltmak için öncelikle fosil enerji tüketimine son verilmesi gerçeği öne çıkıyor.
Geçtiğimiz hafta sonunda Polonya’nın Katowice şehrinde başlayan Birleşmiş Milletler (BM) iklim konferansının 24’üncüsü devam ediyor. COP24 olarak adlandırılan konferansta, 2015 yılında Paris’te düzenlenen COP21 konferansında üzerinde uzlaşılan İklim Anlaşması’nın uygulanmasına dair ‘yol haritası’ netleştirilmeye çalışılıyor.
ANF’den Bedran Deniz’in haberine göre anlaşma kabaca, 2100 yılına kadar küresel ısınmanın Sanayi Devrimi öncesi döneme oranla en fazla 1,5 ile 2 derece arasında sınırlandırılmasını öngörüyor.
KÜRESEL ISINMA NEDİR?
Küresel ısınmanın atmosferde biriken sera gazlarının miktarının aşırı olması nedeniyle meydana geldiği bilinmekte. Karbondioksit, su buharı, metan gibi bazı gazların, Güneş’ten gelen radyasyonun bir yandan dış uzaya yansımasını önleyerek, diğer yandan da bu radyasyondaki ısıyı soğurarak yeryüzünün fazlaca ısınmasına yol açtığı savunuluyor.
Atmosferdeki gazların gelen Güneş ışınımına karşı geçirgen, buna karşılık geri salınan uzun dalgalı yer ışınımına karşı çok daha az geçirgen olması nedeniyle yerkürenin normalinden daha fazla ısınmasına yol açan ve ısı dengesini düzenleyen bu doğal sürece ise ‘sera etkisi’ adı veriliyor.
Örneğin salınımlar arttıkça, havadaki her 1 milyon partikül başına düşen karbondioksit miktarı da artıyor. 2017 itibariyle atmosferdeki her 1 milyon partiküle düşen karbondioksit miktarı 403 partikül düzeyindeydi.
KÜRESEL ISINMADA SON DURUM
BM başta olmak üzere uluslararası tüm kuruluşların küresel ısınmada baz aldığı dönem, Sanayi Devrimi öncesi. Sanayileşmenin ve insanlığın aşırı tüketim alışkanlığının atmosferdeki kirlenmeyi arttırdığını gösteren araştırmalar, küresel ısınmanın ilk ölçümlerin yapıldığı 1880 yılı ve hatta 18’inci yüzyıl sonları düzeyine çekilmesi halinde iklimsel felaketlerin önlenebileceğini gösteriyor.
2017 yılı itibariyle Sanayi Devrimi öncesine oranla 1 ile 1,1 derece arasında olduğu hesaplanan küresel ısınma artışının, en fazla 1,5 derece ile sınırlandırılması halinde son on yıllarda görülen felaketlerin düzeyinin sınırlı olacağı öngörülüyor.
KÜRESEL ISINMAYA YOL AÇAN SALINIMLARIN KAYNAKLARI
Atmosferde en yaygın olarak bulunan sera gazları; su buharı, karbondioksit, metan, nitröz asit ve ozon gazlarıdır. Bunlar içerisinde su buharı, özellikle de dünyanın üçte ikisinden fazlasının sularla kaplı olması nedeniyle oldukça yüksek oranda.
Sera etkili gazlar arasında en çok adı geçen karbondioksit (CO2), insanların doğrudan etkilenmesi nedeniyle önem taşıyor. CO2 salınımında en başlıca neden olarak petrol, kömür ve doğal gaz gibi fosil enerjiler gösteriliyor.
Günümüzdeki CO2 salınımlarının büyük oranda enerji tüketiminin yanı sıra tarımsal faaliyetler nedeniyle arttığı biliniyor. Bu yüzden endüstriyel bazda enerji tüketiminin fosil enerjilerden kurtarılması gerekirken, aynı zamanda başta et türleri olmak üzere tarımsal alanlardaki gaz salınımını azaltacak şekilde tüketimin de yeniden ele alınması gerekiyor.
1,5-2 DERECE İLE SINIRLANDIRILMASI DAHİ YETMEYEBİLİR
Ancak 2 derecenin üstü bir sıcaklık artışına ulaşılması halinde dünya için artık geri dönülemez bir sürece girilecek. 2015 Paris İklim Anlaşması’nı imzalayan ülkelerin bugüne kadar vaat ettikleri politikaların hayata geçirilmesi halinde dahi, 2100 yılına gelindiğinde 3,2 derece gibi bir sıcaklık artışına yol açacağı tahmin ediliyor.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tahminlerine göre, 1,5 ya da 2 derecelik bir sıcaklık artışı bile, birçok felaketin yaşanmasını beraberinde getirebilir. 2100 yılına kadar küresel sıcaklık artışının 1,5 derece olması halinde deniz ve okyanus seviyelerinin 26 cm ile 77 cm arasında yükseleceği; 2 derecelik bir artışta ise 93 cm’ye kadar bir yükselişin olabileceği tahmin ediliyor. 2 derecelik bir artış, günümüzde iklimsel felaketlerden etkilenen on milyonlarca kişiye ek olarak 10 milyon kişinin daha doğrudan etkilenmesine yol açacak.
IPCC tahminlerine göre, bugün dahi nasıl tutturulacağı bilinmeyen 2 derecelik sıcaklık artışı hedefi bile birçok buzulun erimesini önlemeye yetmeyecek. 1,5 derecelik bir artış halinde Arktik’te her 100 yılda bir bir ‘buzulsuz yaz’ yaşanacağı; 2 derecelik bir artış halinde ise bu yazların her 10 yılda bir meydana geleceği öngörülüyor.
1,5 derecelik bir artış dahi okyanuslardaki eko-sistemin parçalarından olan yosunların yüzde 70 oranında yok olmasını; 2 derecelik bir artış ise tümüyle yok olmalarını beraberinde getirecek.
Yine eko-sistemlerin yok olma ihtimali 1,5 derecelik bir küresel sıcaklık artışı halinde sınırlı olacakken, 2 derecelik bir artışta tümüyle yok olma riski oluşacak.
ANLAŞMANIN HEDEFLERİ NELER ?
Paris İklim Anlaşması, Sanayi Devrimi öncesi (18’inci yüzyıl) dönemdeki küresel sıcaklık düzeyinin 2100 yılına kadar 1,5 derece ile sınırlandırılmasını hedefliyor. Anlaşmada ayrıca 2 derece artış hedefi de konmuş ancak temel hedefin en fazla 1,5 derecelik artış olduğuna vurgu yapılmıştı.
Birçok iklimsel felakete yol açacağı artık binlerce bilimsel araştırma ile kesinleşmiş olan küresel sıcaklık artışının sınırlandırılması için ülkelerin başta karbondioksit (CO2) olmak üzere sera etkili gazların salınımlarını azaltmaları isteniyor. Ancak anlaşmada ülkelerin bu amaçla alacağı önlemler gönüllülük temeline dayanması öngörülüyor.
İklim Anlaşması’nın en zayıf noktası da, ülkelerin gaz salınımlarını azaltma konusunda herhangi bir caydırıcı önleme maruz kalmayacak olması. Bu da, bir yandan gelecekteki müzakereleri zorlaştırırken diğer yandan birçok ülkenin ekonomik gerekçelerle gaz salınımlarını azaltacak politikalara yönelmelerini engelliyor.
İklim Anlaşması’nın en önemli diğer şartı ise, küresel ısınmadan en çok etkilenecek olan ve ekonomilerini iklim dostu bir mecraya sokmakta zorlanacak yoksul ülkelere destek verilmesi. Bu amaçla 2020 yılından itibaren onlarca yoksul ülkeye yıllık 100 milyar dolar yardım yapılması isteniyor.
Bu yardımların özellikle küresel ısınmanın sonucu olan deniz seviyelerinin yükselmesi ve doğal afetlerin artmasıyla zarar görecek olan ada veya deniz kıyısındaki ülkelere yönlendirilmesi gerekiyor. Ayrıca ülkelerin daha ekolojik bir kalkınma modeline yönelmeleri için mali yardımlar şart.
ANLAŞMAYA KİMLER KATILMIŞTI?
2015 yılında kabul edilen ve 2016’da BM tarafından imzaya açılan anlaşmayı 196 ülke imzalarken, Suriye, heyet gönderdiği müzakereler sonrasında anlaşmayı henüz imzalamış değil. Vatikan ise, anlaşmaya gözlemci olarak dahil olmuştu.
22 Nisan 2016’da imzaya açılan anlaşmada dünya üzerindeki sera etkili gaz salınımlarının altıda birinden fazlasından sorumlu tutulan Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) katılması oldukça önemli idi. Ayrıca Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkelerin küresel ısınmayı önleyecek önlemler vaat etmeleri oldukça mühimdi.
Ancak ABD’nin dönemin başkanı Barack Obama tarafından imzaladığı anlaşma, yeni başkan Donald Trump tarafından kabul görmedi. Geçtiğimiz yıl anlaşmadan çekileceklerini duyuran ABD’nin gelecekteki tutumunun ne olacağı ise oldukça belirleyici olacak. Donald Trump, küresel ısınmanın kömür, petrol, doğal gaz gibi aşırı karbondioksit salımına yol açan fosil enerjilere dayanan sanayileşme ve tüketimden kaynaklanmadığını iddia ediyor.
FOSİL ENERJİLERE BAĞIMLILIK EN BÜYÜK SORUN
ABD’nin tavrı en çok gaz salınımına yol açan Çin, Hindistan, Kanada, Rusya gibi ülkelerin daha fazla çaba sarfetmesini engelleyebilir. Zira Çin ve Hindistan, son on yıllarda büyüyen ekonomileriyle öne çıkarken, aşırı büyümeyi devam ettirebilmeleri için yoğun bir kömür, petrol ve doğal gaz tüketimi de gerçekleştiriyorlar. Yenilenebilir enerjiler olarak tabir edilen güneş, rüzgar, su ve diğer birçok enerji türü ise, halen hem fiyat olarak hem de miktar olarak dünyanın büyük ekonomilerinin enerji ihtiyacını karşılayabilecek düzeyde değil.
Oysa fosil enerjilere bağımlılık global düzeydeki salınımların artışında halen en önemli faktör olarak duruyor. Global Carbon Project adlı araştırma kuruluşunun yaptığı çalışmaya göre, geçtiğimiz yıl yüzde 1,6 oranında artan karbondioksit (CO2) oranı, bu yıl çok daha fazla artacak. Çalışmaya göre, CO2 oranının bu yıl sonuna kadar 2017 oranının yüzde 1,8 ile 3,7’si arasında artacağı hesaplanıyor.
15 ülkeden 76 bilim insanının katıldığı çalışmada, bu yılki karbondioksit artışının ortalama yüzde 2,7 olabileceği belirtilirken, henüz kesin bir oran verilemeyeceği kaydedildi.
Global Carbon Project’in çalışmasındaki projeksiyonların üç ayrı bilimsel dergide üç ayrı makalede yayınlanacağı öğrenilirken, CO2 artışının petrol, kömür ve doğal gaz gibi fosil enerji kullanımının artmasından kaynaklı olduğu vurgulanıyor.
Çalışmada yer alan East Anglia Üniversitesi uzmanlarından Corinne Le Quéré, karbondioksit salınımlarının azaltılabilmesi için fosil enerji kullanımının tüm dünyada azaltılması gerektiğini söylemişti.
BÜYÜK EKONOMİLER SALINIMLARIN EN BAŞLICA SORUMLUSU
Global Carbon Project’in projeksiyonlarına göre, dünya üzerinde en fazla CO2 salan ülkelerin başında Çin Halk Cumhuriyeti geliyor. Çin’i Amerika Birleşik Devletleri (ABD) takip ederken, Hindistan üçüncü sırada geliyor.
Rusya, Japonya, Almanya, İran, Suudi Arabistan, Güney Kore ve Kanada ise, en çok CO2 salınan diğer ülkeler olarak sıralanıyor. 28 üyeli Avrupa Birliği’nin (AB) toplam CO2 salınımlarının geçtiğimiz yıla oranla yüzde 1,3 ile 2,6 arasında düşeceği belirlenen projeksiyonda, AB’nin toplam salınımların yüzde 10’undan sorumlu olduğuna yer verildi.
ABD’deki CO2 salınımlarının bu yıl artacağı belirtilen projeksiyonda, rüzgar, güneş ve gazdan elde edilen ucuz elektrik sayesinde bu ülkedeki kömür santrallerinin devreden çıkabileceği öngörülüyor.
YENİLENEBİLİR ENERJİ KULLANIMI ARTIYOR AMA YETERSİZ
Küresel ısınmanın önlenmesi için olmazsa olmaz olarak görülenlerin başında fosil enerjilerin terk edilerek, gaz salınımına yol açmayan yenilenebilir enerjilerin kullanılması gerekiyor. Ancak bunun için halen ciddi bir çaba gösterildiği söylenemez.
RENT21 adlı bir kuruluş tarafından yayınlanan son verilere göre, 2017 yılında yenelenebilir enerjiler için tüm dünyada yapılan yatırımlar 2016’ya oranla yüzde 2,2 oranında artarak, 280 milyar dolara ulaştı. Bu yatırımların dörtte üçünden fazlası ise Çin, Avrupa Birliği ve ABD tarafından yapıldı. Fakat bu yatırımlara rağmen petrol ve kömür gibi enerjilerin tüketiminde bir düşüşe yol açmış değil ve sadece daha büyük bir artışın önünü alıyorlar.
HALEN FOSİL ENERJİLERE ÜÇ KAT DAHA FAZLA TEŞVİK VERİLİYOR
Dünya ülkelerinin küresel ısınmaya karşı hedef ve vaatleri ne kadar iddialı görünse de, gerçekte tam tersi uygulamaların önüne geçilmiş değil. Yine RENT21 tarafından yapılan araştırmaya göre, 2017 yılında devletler tarafından fosil enerji üretimine verilen kamu destekleri 370 milyar doları buluyordu. Buna karşın yenilenebilir enerji kaynaklarına verilen destekler 140 milyar dolarla sınırlı kaldı. Küresel ısınma hedeflerinin tutturulabilmesi için yenilenebilir enerjilere verilen desteklerin en az iki katına çıkarılması gerekirken, buna paralel olarak fosil enerjilerden hızlıca el çekilmesi şart.
Yenilenebilir enerjilerin dünya genelindeki toplam enerji tüketimi içerisindeki payı yüzde 20’nin altında. Elektrikte ise bu oran yüzde 25’i buluyor. Ancak başta ulaşım ve taşımacılıkta halen fosil enerji olarak bilinen petrol veya gaz ezici bir üstünlüğe sahip.
Genel toplamda petrol ürünleri enerji ihtiyacının yüzde 35’i kadarını sağlarken, doğal gaz yüzde 25, kömür ise yüzde 21 gibi bir orana sahip.
Tüm bu veriler ışığında son dönemlerde yapılan tüm araştırmalarda, küresel ısınma hedefi koyan ülkelerin önlerine koymaları gereken ilk hedef olarak “fosil enerjilerden tümüyle kurtulmak” gösteriliyor.
https://anfturkce.com/toplum-ekolojI/kueresel-isinma-Oencelikle-enerjiyi-yenilemek-gerekiyor-117076