20 Mayıs 2013’ün üzerinden 2989 gün geçti. Vicdani reddimi kamusal olarak paylaştığım 16 Ocak 2016’ın üzerinden 2020 gün geçti.
8 yıldan fazladır Kıbrıs’ın kuzeyine gitmiyorum. 30 yaşımdan gün aldığım, doğum günüm 21 Mayıs 2013’ün bir gün öncesinden beridir Kıbrıs’ın kuzeyiyle ayrıyız.
2016’da paylaştığım “Vicdani Reddimdir” başlıklı vicdani ret açıklamama şu sözlerle başlamıştım:
“32 yaşında, bir birey olarak, bugüne kadar aldığım tüm kararların sorumluluğunu taşıyarak yaşadığım hayatın bana vicdanen yüklediği yeni bir görevi sizlerle paylaşmak istediğimden ötürü bu yazıyı kaleme alıyorum.
Herşeyden önce en temel insan hakkı olan fikir ve inanç özgürlüğü ve insanların inandıkları gibi yaşama hakkının 2016 yılında bu topraklarda hâlâ tesis edilmemiş olmasının utancını taşıdığımı söyleyerek sözlerime başlamak istiyorum.”
38 yaşında, bir birey olarak, bugüne kadar aldığım tüm kararların sorumluluğunu taşıyarak yaşadığım hayatın bana vicdanen yüklediği yeni bir görevi sizlerle paylaşmak istediğimden ötürü bu yazıyı kaleme alıyorum ve yeniden tekrarlamak istiyorum; herşeyden önce en temel insan hakkı olan fikir ve inanç özgürlüğü ve insanların inandıkları gibi yaşama hakkının 2021 yılında bu topraklarda hâlâ tesis edilmemiş olmasının utancını taşıdığımı söyleyerek sözlerime başlamak istiyorum.
Kıbrıs’ın kuzeyindeki rejim gün geçtikçe ve eskiye göre çok daha hızlı bir şekilde çürümekte, bırakınız siyasal mücadelenin geldiği noktayı, Türkiye’nin yıllardır süren işgali ve baskıcı müdahaleleriyle toplumsal olarak ciddi bir çözülme ile karşı karşıyayız. Son yıllarda yaşananların da gösterdiği, bırakınız Kıbrıs sorunun çözülme ihtimalini ortadan kaldırmaya çalışılmasını, Kıbrıslıtürkler artık kendi iradeleriyle seçimler yapma ve karar alma hakkından dahi mahrumdur. Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyini vilayetleştirme politikası yeni bir politika olmasa da , Türkiye’deki iktidarın bir diktatörlüğe dönüşmesi ve geçen zaman içerisinde güç kaybetmeye, yalnızlaşmaya ve daha da saldırganlaşmaya evrilmesi Kıbrıs’ın kuzeyindeki ortamı aynı derecede kötüleştirmektedir.
Genelde dünya da artık yeni bir döneme girmiştir. Gerek küresel ısınma ve gerekse pandemi bugüne kadar bildiğimiz her şeyi alt üst etmekte, insan ilişkilerinden, sosyal ve siyasal hayata kadar her şeyi kökten değiştirmektedir. ‘Yarın’ kavramı her geçen gün bir o kadar daha bilinmez bir noktaya evrilmektedir.
Tüm bu olumsuzluklara eklenen özlemler, kendi yurdumda kendi yurdumun yarısından mahrum bir şekilde yaşama yükü ve sorumluluğu giderek artmakta, mantığın ve vicdanın yanında bir de duygular eklenmektedir.
Kıbrıs’ın güneyine 2010 yılında yerleştim. 11 yıldır burada yaşıyorum. Güneye yerleşmem sadece askerliği reddetmem nedeniyle değildi. Nitekim buraya yerleştiğim dönemde henüz askerliği erteleyebilecek 3 yılım daha vardı. Amacım bize dayatılan resmi tarihin, kimliklerin, acımasız öğretilerin dışına çıkmak, yıllarca bizlere öteki olarak gösterilmelerine rağmen, barışmak ve bir arada yaşamak istediğimiz farklı dil konuşan yurttaşlarımızla bir arada yaşayabilmekti.
Adını anmadan geçmeyi vicdanen kabul edemeyeceğim, onu çok acı bir deniz kazasında 2 yıl önce kaybettiğim sevgili Aris’tir. Bugün Kıbrıs’ın güneyinde yaşayabiliyorsam, burada yaşamayı ve burada tutunmayı başarabildiysem onun payı, desteği ve dayanışması büyüktür. Hayat o kadar acımasızdır ki, Aris’i kuzeydeki bir plajda kaybettik. Her koşulda benim yanımda olan bir insanın son anlarında yanında dahi olamadım. Günlerce cenazesinin güneye getirilmesini beklemek zorunda kalarak, bu adanın trajedilerine kendi trajedimi da ekledim.
Kuzeyin hayatımda olmadığı bu 8 yılda, önce babaannemi ardından da geçtiğimiz günlerde anneannemi kaybettim. Sorsanız hasta halleri nasıldı bilmem, halen hafızamda hayat dolu halleri var. Gidemedim, ne onlara karşı son görevimi yerine getirebildim, ne de ailemin yanında durabildim.
Tüm bu ödenen bedeller ve kendi vicdanıma karşı olan sorumluluğum ve bunlarla birlikte kuzeydeki siyasal ortam bugün artık beni başka bir noktaya, başka bir kararı almaya taşıdı.
Hayat sadece beyaz ve siyah renkler üzerine kurulu değildir. Hayatta siyah ile beyazın arasındaki gri tonlar ve başka renkler de vardır. Önemli olan sizinle birlikte büyüyen, gelişen ve değişen vicdanınızın sesine saplantılardan, öğretilenlerden ve/veya korkulardan kurtularak kulak verebilmemizdir.
Ağustos 2020 tarihinde çıkarılan ve adına “bedelli askerlik” denilen yasaya işte bu şekilde yaklaştım. 8 yıldan fazladır devam eden ve daha ne kadar devam edeceği bilinmez olan Kıbrıs’ın kuzeyiyle ayrı kalma durumunun ortadan kaldırılması için bir fırsat olarak karşımda duruyordu, askere tek bir saniye dahi gitmeden, o kurallara ve öğretiye teslim olmadan, en temel hakkım olan özgürlüğümü satın alabilme fırsatı. Vicdanım bir yandan para karşılığı özgürlüğü satın almanın çelişkisini yaşıyor, bir yandan da yaş ilerledikçe artan mantık yerine duygularla düşünme durumuna karşı durmaya çalışıyordum. Bir süre sonra ön yargılarımdan, politik doğruculuktan ve yılların öfkesinin yarattığı inattan arınarak düşünebileceğimi keşfettim ve bu süreç beni bir karar alma aşamasına taşıyabildi.
Her ne kadar politik doğruculuk tarafım “yaparsan yanlış yaparsın” diye bağırsa da vicdanım, duygularım “saçmalama, bu senin en doğal hakkın” diye haykırıyordu. Vicdani ret kararımı alırken bana herkesten çok daha büyük destek veren ailem; annem, babam ve kardeşim de artık benim tarafımda değillerdi. Elbette onlar da haklıydı. Zaman, yıllar geçiyordu. Hiçbir şey benim bıraktığım gibi değildi artık. Her şey öte ölüm denen gerçek vardı ki, gidenler de ben nasıl bir mücadele veriyor olsam da geri gelmeyecekti. Hayat tüm bu yükleri sırtlayarak ne kadar yaşanabilirdi ki? Üstelik bu dünyaya sadece bir kez geliyoruz. Onca hayal, onca özlem daha ne kadar bir kutuya hapsedilebilirdi ki? Her şeyden önemlisi bu kendim için adil miydi?
Değildi. Bunu anlayabilecek noktaya ulaşmam ve bir karar alabilmem yaklaşık bir yıl sürdü. Askerliğin her türlü çeşidine karşı olan ve reddeden bir birey olarak aylarca yaşadığım “askere para vermek mi?, özgürlüğünü satın almak mı?” ikileminde kendimi düşünerek, vicdanımın sesine, duygularımın haykırışına kulak vererek özgürlüğümü satın almam gerektiği kararını verdim.
Ağustos 2020’de çıkarılan yasa kapsamında 5500 pound ödeyerek özgürlüğümü geri aldım. Vicdani reddi kabul etmemek için takla atan milliyetçilerin, para söz konusu oldu mu ne asker ihtiyacı, ne güvenlik ihtiyacı olmaması tutarsızlığını ve yüzsüzlüğünü milliyetçilere bırakıyorum.
Dünden beridir artık özgür olsam da henüz kuzeye geçmedim. Bunca yıl sonra geçince ne hissedeceğimi de bilmiyorum.
Elbette çok özledim.
Elbette yarım bir yurtla yaşamaktan çok yoruldum.
Ve elbette askerliği, silah altına alınmayı reddetmekten bir gün bile pişmanlık yaşamadım.
Onca yıldır yaşadığım sorunlar, özlemler, öfke ve isyanlar beni tek bir gün dahi yeniden düşünmeye itmedi.
Bu dünyaya bin kez daha gelsem bin kez askerliği, silah altına girmeyi reddederim.
Özgürlüğümü geri almak için karşıma çıkan bu fırsatla uzlaşmam tamamen insani ve duygusal bir ihtiyacın vicdanen kabulüdür.
Hayatımın geriye kalanında zorunlu askerliğe, savaşlara, militarizme karşı çıkmaya, her koşulda barıştan yana olmaya bedeli ister para cezası, ister esaret, ne isterse olsun devam edeceğim.
Kıbrıs’ın güneyinde yaşama kararıyla ne kadar doğru bir karar aldığımı, bu kararın kendime, kendimi tanımladığım kimliğime yaptığı katkılarla, bir yarısı eksik olsa da Kıbrıs’ı bir bütün görebilmeme ne büyük bir katkı sağladığını yazsam herhalde kitap olur.
Kıbrıs’ın kuzeyiyle ayrılığımız artık son bulsa da elbette Kıbrıs’ın güneyinde yaşamaya devam edeceğim.
Özgürlüğümü satın alsam da, vicdani reti savunmaya, zorunlu askerliğe, militarist öğretilere ve alıştırmalara karşı çıkmaya devam edeceğim.