ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA) – Kaynak: CUMHURBAŞKANI MAKARİOS’UN DNA’SI VE AMERİKALILARLA DİYALOG – Çeviri ve Görsel: Penna
Başpiskopos muhtemelen Kennedy’nin kendisine söylediklerini anlamamış olacak ki, 17 ay sonra, 30 Kasım 1963’te üç garantör güce gönderdiği bir mektupta Zürih Anlaşması’nda köklü değişiklikler yapılmasını istedi.
1979 yılında, Cumhurbaşkanı Makarios’un yıllar boyunca en önemli danışmanlarından biri olan Kıbrıs Büyükelçisi Nikos Kranidiotis, Yunanistan’ın eski Dışişleri Bakanı Evangelos Averoff’a bir mektup gönderdi. Bu, Makarios’un 5 Haziran 1962’de Amerika Birleşik Devletleri’ni ziyaret ettiği gün neler yaşandığını anlatan tarihi bir mektuptu, ve daha spesifik olarak Başkan Kennedy ile yaptığı görüşme sırasında neler konuşulduğunu ortaya koyuyordu. Mektuba göre Amerikan Başkanı, Makarios’un 1947 yılında ilahiyat eğitimi aldığı Boston’la olan özel ilişkisine atıfta bulunarak, “Kıbrıs dünya üzerinde istisnai bir konuma sahiptir. Siz, Ekselansları, ülkenizin bu konumunu ve bağımsız bir ülke olarak bölge içinde kurduğu sağlıklı mesafeyi korumasını sağlamak için ciddi çabalar sarf ettiniz. Mücadeleniz çok iyi biliniyor. Zat-ı alinizi cesur bir özgürlük savaşçısı olarak tanıyor ve takdir ediyoruz.”
Başpiskopos Makarios’un Kennedy’nin diplomatik nezaketinden etkilenmemesi mümkün değildi. Bağımsızlıktan iki yıl sonra Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Beyaz Saray’da belki de gelmiş geçmiş en çok sevilen Amerikan Başkanı John Fitzgerald Kennedy ile görüşüyordu. Bu yüzden, kurnaz bir Kıbrıslı olarak, şansını olabildiğince zorladı. Kranidiotis’in mektubunda göz önünde canlandırılabilir bir şekilde tarif ettiği gibi, “kahvaltının sonuna doğru bir coşku anında, Makarios, her zamanki oyuncu tonuyla Kennedy’ye hitaben, ‘Sayın Başkan, sizin ABD Başkanı seçileceğinizi bilseydim, 1959 Anlaşmalarını imzalamazdım. Sizin müdahalenizle her şey çok daha iyi olabilirdi,” dedi. O ana kadar gülümseyen ve hoş bir tavır sergileyen Kennedy birden ciddi bir ton takındı ve şu yanıtı verdi: “Hayır, Ekselansları, onları imzalamakla çok iyi yaptınız. Bu koşullar altında yapabileceğinizin en iyisi buydu. Ayrıca, Başkan ile Devlet’in yetkilendirilmiş kurumlarının dudakları arasında pek çok şeyin gerçekleştiğinin farkında olmalısınız’”….
Ne anladı
Başpiskopos muhtemelen Kennedy’nin kendisine söylediklerini anlamamış olacak ki, 17 ay sonra, 30 Kasım 1963’te üç garantör güce bir mektup yazarak Zürih Anlaşması’nda köklü değişiklikler yapılmasını istedi. Mektup, 1963/64 yıllarında iki toplum arasında kanlı çatışmalara yol açarken Kıbrıslı Türklerin eş zamanlı olarak hükümetten çekilmesine sebep oldu. Bu, 1974’teki Türk işgalinden sonra Kıbrıslı Rumlar için çok daha karmaşık ve aynı zamanda trajik hale gelen uluslararası nitelikteki Kıbrıs sorununun başlangıcıydı.
Cumhurbaşkanı Makarios özellikle Kıbrıslılar arasında çok seviliyordu çünkü herkes kendini onunla özdeşleştirebiliyordu. Burada, 300 yıllık Osmanlı hükümdarlığı ve 82 yıllık İngiliz sömürgeciliği sonrasında hayatta kalmayı başarmış kurnaz köylülerden oluşan bir Kıbrıs’tan bahsediyoruz. Bunu, başlıca özellikleri olan ustalık, kurnazlık ve ahlaksızlıkla başardılar ki bu unsurlar aynı zamanda Kıbrıs toplumunun en büyük dezavantajlarıydı. Köylünün ipiyle ilgili Yunan atasözü bize çok uyuyor. Bilindiği gibi tek ip yeterli değildir; ancak iki katından fazla olursa da artık kalır. Bu iyi bilinen paradoks, genellikle basit ve net düşünme ve uygulama yolunu dışlayan, iki kat daha fazla çaba gerektiren ve genellikle çözüme değil yeni çıkmazlara yol açan çabalara başvuran meşhur Yunan saflığına atıfta bulunur.
ABD ile yapılan görüşmeler
Amerikalılar, 2004’teki hayal kırıklığının ardından on yıl sonra Kıbrıs’la halen süren yeni bir diyaloğa girmişlerdir; bu diyaloğun parametreleri şimdiki ABD Başkanı Joe Biden tarafından Başkan Yardımcısı olarak Lefkoşa’yı ziyaret ettiği sırada (21 Mayıs 2014) belirlenmişti. Bu projenin özünde doğal gazın Doğu Akdeniz’i bir barış ve işbirliği denizine dönüştürmek üzere bir katalizör olarak görülmesi yatıyordu. Gaz ve petrol çıkarma konusunda uzmanlaşmış Amerikan ve Avrupa devlerinin Kıbrıs’a gelmesi de bu doğrultuda yaşanmıştı. Kıbrıs, Mısır-İsrail, Lübnan-Türkiye ve Yunanistan arasındaki enerji arkının bir halkası olabilir ve dürüst bir aracı olarak hareket edebilirdi. Elbette, bunu yapabilmek için ciddi ve dürüst bir liderliğe ihtiyacı vardı.
Ne yazık ki böyle bir liderlik yoktu. Makarios ve onun siyasi DNA’sı, bu ülkenin tüm liderlerinde hayatta kaldı ve kalmaya da devam ediyor; hepsinin arasındaysa ortak bir özellik var: Kendilerini küçük şeylerle tüketiyorlar, kişisel hırs ve çıkarlar için harcıyorlar. Büyük resmi göremiyorlar. Herkesin çıkarına hizmet eden resmi. Adil olmak gerekirse, Türkiye de buna katkıda bulunuyor. Ankara’daki politikacılar hiçbir zaman Kıbrıslı Rumlar gibi küçük bir topluluğa gönlü geniş bir şekilde yaklaşmadılar, çünkü onları her zaman korkutmayı ve terörize etmeyi başardılar; böylece kolay bir milliyetçilik ile birlikte bir koruyucu ve hatta patron arayışına yönelmelerinin önünü açtılar. Dolayısıyla, en azından burunlarının ucunun ötesini görebilen politikacılardan Glafkos Klerides ve George Vassiliou gibi bazı makul sesler zaman içinde zayıfladı.
Makarios daha sonra Kennedy’nin nazik sözlerinin Zürih Anlaşmalarının değiştirilmesi yönünde desteğe dönüştürülebileceğini düşündü. Anastasiades, Kıbrıs sorununu çözmek yerine, Türkiye’nin feryatları ve savaş sebebi açıklamalarına rağmen çıkarılması Amerikalılar tarafından garanti edilen doğal gazı kullanarak, Türkiye’ye Kıbrıs sorunu konusunda Kıbrıs Rum tarafının pozisyonunu kabul etmesi için sözüm ona şantaj yapmaya çalıştı. Enerji arkına dair olasılıklardan faydalanmak yerine, Amerikan analizini önemsizleştirdi ve Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den izole edebileceğini düşündüğünden (Ankara ile araları iyi olmayan) İsrail ve Mısır’la fırsatçı üçlü anlaşmalar yoluna gitti! Peki ne elde etti? Kıbrıs’ın bölgedeki 1 trilyon dolardan fazla ciroya sahip doğalgaz çıkarma işinin bir parçası olma ihtimalini öldürdü, çünkü apaçık olanı fark edemedi: Çok uluslu sondaj şirketleri Türkiye’nin jeopolitik çekim gücü ve pazarının genişliğini görmezden gelemezdi, dolayısıyla Kıbrıs doğalgazı Akdeniz’in derinliklerinde kalmaya mahkumdu. Sonunda Nikos Anastasiades, çıkış yolunu pasaportlarda buldu. Çoğunlukla niteliği şüphe götüren Rus ve Çinli yatırımcılara hizmet sunan 7 milyar dolarlık hacme sahip bu işin, Kıbrıs halkı için değil ama çok az sayıda politikacı, avukat ve muhasebeci için son derece karlı olduğu ortaya çıktı. Ne yazık ki Nikos Anastasiades vatandaşların değil, bazı arkadaş, akraba ve yandaşlarının refahı ile rakamların büyüklüğünden memnundu.
Avrupa ile de
Anastasiades’in bu dönüşü (ki bu dönüşün Miloseviç’ten sonra Kıbrıs’ı offshore şirketler ve Avrupa pasaportları çerçevesine oturtmaya başlayan Tassos Papadopulos’un başkanlığı döneminde başladığı doğrudur), mevcut Başkan Nikos Hristodulides’in koşulsuz katkısıyla, mevduat traşlamalar sonrasında Batı’nın düşman olduğu şeklindeki temelsiz argümana dayanıyordu. Böylelikle ülkeyi yavaş yavaş, Hristofyas döneminde bizi kurtarmak için büyük bir faiz oranıyla kredi sağlayan ve Kıbrıs’ı Avrupa Birliği’nin yüz karası haline getiren Rusya’nın şamandırasına tamamen bağlamış oldu. Bir zamanlar Kıbrıs’ta ‘Makarios Moskova’da’ diye bağırırlardı. Nikos Anastasiades sadece Moskova’ya gitmekle kalmadı, Rusya’nın başkentinde şirket ve ofisleri olduğu için Moskova’ya yerleşti ve dilediği zaman Putin ve Lavrov ile bile temasa geçebildi. Eğer Makarios Akdeniz’in Castro’su olarak tanımlanıyorsaydı, Anastasiades kimdi acaba?
Makarios’un gerçek halefi olduğunu tutkuyla iddia eden kişi kesinlikle Anastasiades değil, Tassos Papdopulos’tu. Kıbrıs, Avrupa Birliği’ne üye olmak için başvuruda bulundu ve vaadimiz oydu ki bu üyelik, ülkemizin yeniden birleşmesine yol açacak çözümün katalizörü olmanın yanı sıra, işgalin sonuçlarının ortadan kaldırılmasını sağlayacaktı. Büyük resim buydu. Sonunda Tassos Papadopulos AB’yi Kıbrıs sorunundaki dengelerin bir parçası haline getirmeye çalıştı. Bir başka deyişle Avrupa, merhum Başpiskopos Hrisostomos II’nin dediği gibi, girmek için çeşitli yalanlarla kandırdığımız bir süper güçtü ve şimdi B planına, yani Avrupa’nın Türkiye’yi istediğimiz çözümü kabul etmeye zorlamasına geçecektik. Kısacası Tassos, Makarios’un Kennedy’ye karşı oyuncu tarzını aldı ve Günter Verheugen’i öfkelendirecek bilimsel bir uygulamaya dönüştürdü. Avrupa kendisine yüklediğimiz misyonu kabul etmeyince, Avrupalılar “yalancı, ikiyüzlü, ve hepsinden önemlisi Türk-sevici oldular.”
ABD ile diyalog
Bugün, Blinken-Kombos görüşmesinin ardından ABD ile stratejik diyaloğun başlatılması, Batı ile bir beklenti ve işbirliği kanalını açmaktadır. Aradığımız şeyin ne olduğu, ve her şeyden önce büyük resmin neye benzediğini anladığımız sürece yapılacak en mantıklı şey budur.
Bugün ABD ile diyalog ne yazık ki 2014-15 döneminde olduğu gibi doğal gaz ve barışçıl işbirliği konularına odaklanmış değil. O dönem, Kıbrıs’ın zamanıydı. Bugün, her türlü tartışma ve ilişkilerin geliştirilmesi Gazze’deki savaş, Ukrayna’daki savaştan kaynaklanan yeni jeopolitik dengeler, İran ve Hizbullah ile Husiler gibi temsilcilerinin tutumu, ve her şeyden önce—dört bir yandan kuşatılmış—İsrail’in güvenli bir çıkış yolu ve yakınlarda bir üsse sahip olma ihtiyacı gibi daha geniş bir bağlamda ele alınmalıdır. Bu tablonun arka planında Kıbrıs, Hizbullah gibi yeni dertler edinmezse, ortaya çıkabilecek barış senaryolarında hak ettiği rolü oynayarak ileriye doğru bir adım atabileceğini umabilir.
Bununla birlikte, Kıbrıs Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki son anlaşmaya dair büyük resmin görüleceğini umuyor ve bunun için dua ediyoruz. Şu an için bunu göremiyoruz. Hükümet içinde, Kıbrıs’ı tehdit etmek ya da daha da önemlisi Kıbrıs sorununda “kabul edilemez tavizler” vermesi için şantaj yapmak isteyen herkese karşı ABD’nin Kıbrıs’ın yanında durduğuna dair bir sanrı var. Mantığımız hep basit ve hatta naif kalıyor, ve AB’ye katıldığımız 2004 yılındaki mantıkla tutarlılık gösteriyor. Bu, Nikos Anastasiades’in 2015 yılında Amerikalıların doğal gaz çıkaracağı ve böylece Türklere şantaj yapabileceğine inanarak benimsediği mantıkla aynıdır. Tüm bunları düşünürken aynı zamanda Ruslarla da iş yapabileceğine inanıyordu. Bunların tamamı, dostları ve müttefikleriyle bile sorumsuzca oynayabileceğini düşünen Makarios’un siyasi DNA’sına işaret etmektedir.
AKEL
Stratejik diyaloğun başlatılması vesilesiyle, “ülkemizin ABD’ye boyun eğmesinden” söz eden AKEL’in tutumuna kesinlikle katılmıyoruz; AKEL’e göre bu durum ülkemizi “güvenliğin temel direği yapmaz, tam tersi konuma yerleştirir.”
Kıbrıs, kendi çıkarlarına göre ve kendi başına siyaset yürütecek bir süper güç değildir. Türkiye bile 80 milyon vatandaşıyla bu oyunu oynamayı başaramamıştır. Kısacası, her daim ait olduğumuz bu kampta tutarlı ve öngörülebilir bir müttefik olarak görülmek ülkemiz için bir avantajdır—her şeyden önce Batı ve Avrupa ailesinin bir üyesi olarak. Yeter ki ne istediğimizi bilelim. Bu, 1960 yılında Cumhurbaşkanı Makarios tarafından anlaşılmış olsaydı, muhtemelen bütün bu çileleri çekmezdik. Bu, 2004’te Tassos Papadopulos ve 2017’de Nikos Anastasiades tarafından anlaşılmış olsaydı, büyük olasılıkla bugün barışçıl ve güvenli bir Avrupa Kıbrıs’ında yaşıyor olurduk. Nikos Hristodulidis aynı hataları tekrarlayacak mı? Şimdilik küçük resme hapsolmuş durumda.