Kapak Fotoğrafı: Mati Klarwein, Blessing, 1965
Yeni tiyatro oyunu ‘All You Need is LSD’ (Tek İhtiyacın LSD) psikedelik uyuşturucuların ‘çiçek gücü’nün ötesinde nasıl bir öneme sahip olduğunun izini sürüyor. Yoksa üçüncü bir ‘aşk yazı’zamanı geldi mi?
LSD’yi düşündüğünüzde, muhtemelen akla çok belli bir estetik geliyor: 60lar’ın pembe-turuncu psikedelik girdapları, saçlarında çiçek çıplak insanlar, bir sitarın pırıltısı. 1943’te Albert Hofmann’ın laboratuvarında yanlışlıkla keşfedildikten sonra, bu uyuşturucu 1966 yılında Britanya’da yasaklandı. LSD hala ‘zihin-genişletici’ etkilerine kucak açan hippilerle bağdaştırılıyor.
Aslında bu uyuşturucunun artçı etkileri Batı kültürüne büyük ölçüde sızmış durumda. Sanattan edebiyata ve tabii ki Bob Dylan, Beatles ve Jimi Hendrix asidi bıraktıktan sonra hiçbir zaman eskisi gibi olmayan müziğe kadar…O zamandan beri bütün tarzlar, zihin-değiştiren maddelere borçlarına işaret ediyor: psikedelik rock, psikedelik trans, acid house… Her ne kadar aşkın ikinci yazının en çok bağdaştırılan uyuşturucusu ekstazi olsa da, LSD de o dönem Britanya’da bir canlanmaya yol açtı.
Bunlar 30 yıl önceydi. Peki şu anda da başka bir psikedelik rönesansın eşiğinde miyiz? İngiliz oyun yazarı Leo Butler böyle olmasını umuyor.
“60lar’da siyasi ve toplumsal olarak LSD ve 90lar’ın başında ekstazi patlamasına bir ihtiyaç vardı” diyor Butler BBC Culture’a. “Dünyaya bakıyor ve şöyle düşünüyorsunuz, tanrım super-güçlü bir psikedelikle aslında bu iş gerçekten olabilir! Bizi bir araya getirecek bir şeye ihtiyacımız var. Haydi üçüncü aşk yazımızı yaşayalım.”
Gençliğinde uyuşturucalarla deneyler yapmış Butler psikedelik tecrübeyle ilgili samimi bir görüş yazısı yazmak istemiş. Ancak aynı zamanda LSD’nin etkisinin sadece çiçek gücünden ibaret olmadığını da kabul etmek istiyormuş ve yeni şovu ‘All You Need is LSD’ bizi tam da şu ana getiriyor.
Son yıllarda LSD, Steve Jobs’un kendi deneyimlerinden bahsetmesinden Silikon Vadisi tarzı mikrodoz savunuculuğuna (yaratıcılığı artırmak için küçük dozlarda kullanmak) bir imaj değişikliği geçirdi. İlk placebo kontrolündeki mikrodoz çalışması eylül ayında Beckley Vakfı ve Imperial College London tarafından gerçekleştirildi. Bu sırada Britanya da LSD’nin potansiyel tedavi kullanımlarını araştıran tıbbi deneyler yapıyor.
Şu an pek de öyle aşk yazı olmasa da, uyuşturucu için açıklığın ve hatta saygınlığın yeni çağının başlangıcı söz konusu olabilir.
Mood müzik
Bu tıbbi merak Butler’ın oyununa kadar girdi. Butler, 2015 yılında, 50 yıldan sonra ilk defa LSD üstünde tıbbi deneylere başlayacağını söyleyen eski Britanya hükümet yetkilisi Profesör David Nutt ile söyleşi yaptı. Butler da acaba bu deneylerde yer almak ister mi?
Bu inanılmaz iyi zamanlama oyunu değiştirdi: ‘All You Need is LSD’ şu anda Butler’ın tıbbi olarak izlenen uyuşturucu etkisindeki yolculuğunu sahneliyor ki bu Butler’a uzay ve zamanda özgürce dolaşma ve uyuşturucu tarihinin kilit isimlerini (Hofmann, Timothy Leary) ve Aldous Huxley’den Miles Davis’e ve Helen Mirren’a bununla içli dışlı olduğu bilinen sanatçıları sürreal bir şekilde sunma imkanı tanıyor.
“Beatles zaten olmalıydı ama The Monkees ve Dylan da olsun isterdim” diyor Butler. “70ler’e gidip The Velvet Underground’u, Andy Warhol’u, Davide Bowie’yi görmek…ayrıca Madchester maddesini – Happy Monday’s ve The Stone Roses’ı da istedim.”
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bir dolu müzisyen… Çünkü LSD’nin kültür üzerindeki en açık ve yayılan etkisi müzikte görülüyor. Bunun sebebi elbette ki müziğin uyuşturucu, telkin edici sinestezik tepkilerle gelişebilmesi: sesleri renk, desen, şekil olarak görmek. LSD’nin yapmadığı şey ise kitap okumayı kolaylaştırmak veya belli bir konu üstüne konsantre olmak. O nedenle gerçekten de asit hakkında yapılan işle asitli halde yapılan işlerin örtüşmesi gerçek anlamda sadece müzikte gerçekleşiyor…
Büyük yıldızların da bunu kullanıyor olmasının da hiçbir mahsuru olmadı: The Beatles, Brian Wilson, Pink Floyd… Etkileri muazzamdı ve açıkça kaçınılmazdı. Bugün çok az müzisyen, söz gelimi Revolver gibi albümlerden etkilenmediğini iddia edebilir. Beatles’ın ‘asit albümü’ 1966’da yayınlandı ve kayıt teknolojisindeki atılımla, ters gitarlarla, vokal efektleriyle artırılmış hızlarla ses alanında büyük bir atılım oldu. ‘Tomorrow Never Knows’un, ‘Leary’s The Psychedelic Experience Manual’ın üstüne inşa edilen sözleriyle, çarpıklık ve titremeleriyle bugün için biraz trip-hippi kaçabilir ama zamanı için devrim niteliğindeydi.
Ve LSD etkili ses dalgası deneyleri ana akım pop müziğin tam kalbine doğru akarken, kısıtlamasız psike hiçbir zaman tam anlamıyla ortadan kalkmadı: The Flaming Lips, Ariel Pink, Connan Mockasin ve Tame Impala gibi gruplarda hala gezindiğini görebilirsiniz.
Peki ya diğer sanat türleri? Hiç büyük bir LSD oyunu var mı?
“Bunu yazmamın sebeplerinden biri, hiç böyle bir şey olmadığını düşünmem” diyor Butler. “Ancak sanırım 60lar’da Hair vardı.” Hippiler hakkındaki bu müzikalde uyuşturucular (ve çıplaklık) ön plandaydı. 1968 yılında, Britanya’daki sahne sansürünün kaldırılmasından bir gün sonra West End’de açılışını yaptı. Bu, kültür açılımının ve formda deneyselliğin gelişmesinin bir parçasıydı.
“Yazarlar ve tiyatrolar çok daha özgür olabilirdi – o zamanlar Kraliyet Mahkemesi (Royal Court) ve Tiyatro Atölyesi (Theatre Workshop) dönemleriydi” diyor Butler. “Edward Bond ve hatta Pinter gibi birini LSD ile düşünemeseniz de, bir oyunun nasıl meydana getirildiği, izleyici deneyiminin ne olduğuna dair sorgulanması gereken şeyler var. Caryl Churchill harika bir psikedelik yazar. Bununla içli dışlı mı? Muhtemelen değil. Ancak yaptığı işin içinde bir şeyler var.”
Ayrıca 1990lardaki özgün işlerdeki patlamayı da -Sarah Kane ve Mark Ravenhill gibi tiyatroculara- işaret ediyor: “Onlar 80lerin aşkın yazının çocuklarıydı. Bu isyan dillerinde değil ancak oyunlarının biçimindeydi.”
Sınırsız mekanlar
Tiyatronun aksine, görsel sanatlarda LSD ikonografisi kendini çok net belli ediyor. Müzikle de bir kesişmesi var: gerçek klasik psikedelik imgeleme albümü kapaklarında ve posterlerde görünüyor. Miles Davis’in Bitches Brew’unun kapağını yapan ressam Mati Klarwein’i, Cream’s Disraeli Gears’ı yaratan Martin Sharp’ı, Hipgnosis – Pink Floy kapakları – gibi tasarım kolektiflerini veya Beatles’ın Magical Mystery Tour kostümlerini düşünün. Wes Wilson, Victor Moscoso ve Bonnie Maclean, hepsi de etkileyici posterleriyle San Fransisco’da çağın yeniden tanımlanmasında etkili oldu.
Sanatın hayranlık verici yanı, etkileşimin hem geri hem ileriye doğru olması; Art Nouveau ve Jugendstil’in türbülanslı tarzlarında açıkça bir tasarım var, surrealizmin vahşi deneylerinde olduğu gibi. Asidin ortaya çıkardığı görsellerin her zaman bilinç altımıza sızdığını söyleyebilirsiniz. Pekala bir sürrealist de bunu yapardı.
Butler’a göre 60’ların psikedelikliği şu an sadece o ana ait gibi görünüyor. Bu da LSD’yi neredeyse ‘kendi ikonografisinin kurbanı’ haline getiriyor. Ancak hala halüsinojenik deneyimler sanatçılara çekici gelmeye devam ediyor.
Alman sanatçı Sigmar Polke, 1970’lerde halüsinojenlerle yaşadığı deneyimlerden sonra kırmızı-beyaz mantarlar çizerek ve Alice Harikalar Diyarı’ndaki tırtılı kullanarak halüsinojenlere gönderme yaptı. Hiç şüphesiz, Lewis Carroll’ın çocuk hikayesinin uyuşturucu kullanan yaratıcı yetişkinler için sınırsız bir cazibesi var: Jefferson Airplane’in White Rabbit şarkısından Adrian Piper’ın Alice serigraflarına ve hatta Butler’ın yeni oyunundaki bazı öğelere kadar, bitip tükenmeden atıfta bulunuluyor.
Yayoi Kusama da Alice’in bir versiyonunu yaptı. Japon sanatçı kesinlikle psikedelinin Millennials’a (Y kuşağı) hitap etmesi için bir yol bulmuş. Kafa karıştıran noktalar, sınırsız alanlar, helezonik kıvrımlı mantarlar ve neon çiçekler… Onun psikedeliyi ele alışı kendisini yaşayan en popüler sanatçılarından biri yaptı.
Kusama, sık sık kurduğu donanımlarla 360 derece her şeyi kapsayan duyusal deneyimler yaratıyor. Ayrıca büyük ve dönen sinek mantarlarının asılı olduğu bir tavanı olan Carsten Holler’ın Upside Down Mushroom Room’u (2000) veya Kenny Scharf’ın flöresan ‘Cosmic Caverns’ına bakabilirsiniz.
Ve 90’larda, Young British Artists de zihin-değiştiren maddelerle sanatın yaratıcı (ve karlı) bir kesişimini buldu. Damien Hirst nokta tablolarına uyuşturucu isimleri verdi -bir tanesinin adı LSD’dir- ve bir ilaç dolabını oldukça güzel haplarla doldurdu.
Easy Rider, asit testleri
Film yapımcıları sinemanın hayalimsi deneyimler yaratmadaki potansiyelini uzun süre araştırdı: Sürrealist Luis Buñuel 1929’da izleyecileri ‘bozarak’ ciddi anlamda rahatlarını kaçırdı. Sinemanın gerçekliği bozma ve sarsma kapasitesi o zamandan beri Alejandro Jodorowsky’den David Lynch’e ve Leos Carax’a kadar manipüle ediliyor.
60’ların psikedelik çağının zirvesinde, dönemin kendine has görsel tarzı filmlerde de kendini gösterdi. Bu da yine sıklıkla müzikle bağlantılıydı: The Monkees’in Head’i ve Beatles’ın animasyonu Yellow Submarine’i gibi sürreal mutlu sıçrayışları düşünün.
Kaleydoskopik The Trip (Britanya’da yasaklandı) ve Psych-Out gibi çeşitli filmler asit deneyimini tekrar yaratmaya çalıştı. Jack Nicholson ilkini yazmış ve ikincisinde oynamış, ayrıca Easy Rider’da Dennis Hopper ve Peter Fonda ile görünmüştü. Bir asit tripini anlatan bu yol hikayesi, aslında uyuşturuculara bulanmıştı.
Parlak renkler, dalgalı özel efektler, bulanık bozukluklar, atlamalar… Ancak müzik ve sanatta bazı modern yönetmenler psikedelik tarzı geliştirmeye devam ediyor. Bunun en açık örneklerinden biri Gaspar Noé’nin 2009 yılında çektiği ‘Enter the Void’ adlı ‘psikedelik melodram’ (kısmen ‘Tibetan Book of the Dead’den yola çıktı ki bu da Leary’s The Psychedelic Experience’a zemin oluşturmuştu). Hızlı parlayan ışıkları ve neon renkleri seyirciyi afallatmış ancak eleştirmenleri ikiye bölmüştü.
Noé’ni en son filmi, LSD aldıktan sonra toplu bir çıldırma geçiren 90’lardaki bir dans grubunun gerçek hikayesine dayanan ‘Climax’ geçen ay vizyona girdi ve benzer bir baş döndürücü etki yarattı.
Sinemanın duyulara yaptığı saldırıdan mahrum kalınca, edebiyat değişen duygu durumlarına çağrışım yapmada daha da zorlanıyor. Hunter S Thompson’ın ‘Fear and Loathing in Las Vegas’ı -ve yönetmen Terry Gilliam tarafından çekilen filmi- uyuşturucu deneyimini doğru yansıtması bakımından sıkça övülen bir kült yapım haline geldi.
LSD üzerine kurmaca olmayan veya felsefi ciltler (Ram Dass’ Be Here Now, Aldous Huxley’s The Doors of Perception, Leary’nin birçok eseri) kurmaca hikayelerden daha fazla yazıldı. Büyük bir etki yaratan ‘New Journalism’ hakikatin nasıl anlatılabileceğine dair düşünme şeklimizi değiştirmekten daha azını gerçekleştirmedi.
Kültürün uyuşturucudan nasıl etkilendiği de bununla ilgili: yeni deneyimleri aktarmak. Bu genelde yeni formları da beraberinde getirdi ve böylesi keşifler daha sonrasında kültürü ve hatta bunlara elini bile sürmeyecek insanları dahi değiştirdi.
“LSD’nin etkisi bazen açıktır, diğer zamanlarda da bence bu kültür üstündeki dalga etkisi şeklinde olur” diye açıklıyor Butler. Psikedeliyi bir dolu helezonik dönüşlerden ibaret görerek onu değersizleştirmek çekici gelebilir ancak aslında, hepimiz hala o dalgaları hissedebiliyoruz.
(BBC Culture’dan çevrildi.)
Türkçe kaynak: