Solcular, kapitalist tahakkümü meşrulaştırdığı gerekçesiyle liberal özgürlükleri sıklıkla reddettiler. Bu yanlış. Dünyanın her yerinde sömürülen ve ezilen insanlar, liberal olmayan elitlere karşı bu haklar için savaştı.
Komünizm nasıl bir şeye benzeyecek? Sağ ve Sol’un bazı kesimleri arasında anti-ya da en azından “illiberal” olacağı hakkında bir fikir birliği var gibi görünüyor. Sağdakiler, sosyalistlerin kendilerinin zor kazanılmış özgürlüklerinin peşinde olduklarına dair bir korkuya sahipken; soldakiler yirminci yüzyılın başlarından esinlenen devrimci şiddet fantezilerini barındıran bir yaklaşım ile liberalizmde siyasi değişimin önündeki bir engelden başka bir şey görmez. Sosyalizm mücadelelerinde tehlikede olanın bunlar olduğu yorumu, liberalizmden kopuşta bir kripto-otoriterizmden söz edildiğini hisseden sıradan insanların gözünde Solu itibarsızlaştırmaya hizmet etti.
Peki haklılar mı? Igor Shoikhebrod, Marx’ın Liberalizm Eleştirisini Yeniden Gözden Geçirmek: Adaleti, Yasallığı ve Hakları Yeniden Düşünmek adlı eserinde, Kapital’in yazarının liberalizmin “lehinde mi yoksa aleyhinde mi” olduğu şeklindeki basit sorunun ötesine geçmeye çalışıyor. Yanıltıcı olmaktan da kötüsü, bu çerçevelemenin siyasi tasavvurlarımız üzerinde zararlı etkileri oldu.
Marx: Liberalizm İçin mi, Liberalizme Karşı mı?
Shoikhebrod’a göre baskın yaklaşım, Karl Marx’ı liberal haklar nosyonlarını reddeden biri olarak anlamaktır, çünkü bunlar “burjuva toplumunun yabancılaşmış ve egoist bireyi”ni varsayar. Liberal adalet fikrinden vazgeçilmelidir, çünkü o “daha zengin bir insan özgürlüğü anlayışının önünde bir engeldir”. Doğru anlaşıldığında, komünizm adaletin ve hakların ötesindedir. Çünkü anti-liberal Marksistler bunları egemen sınıfın çıkarına hizmet eden burjuva baskısının ideolojik bir meşrulaştırması olarak görürler. Komünizm ne olursa olsun, liberalizmde hukukun partizan ve bireyci doğasını radikal olarak farklı bir alternatif lehine ortadan kaldırır. Kıtlıktan kurtulan komünist toplum, özel mülkiyet haklarını ve bunların hukuk sistemi üzerindeki yaygın etkisini gereksiz kılacaktır.
Shoikhebrod, aslında Marx’ın kendisinin haklara çok önem verdiğine dikkat çekiyor. Marx, basın ve ifade özgürlüğü, siyasi haklar ve etnik ve dini azınlıkların hakları gibi sivil özgürlüklerin genişletilmesini ve kanunun sermayeyi kısıtlamak ve emeği güçlendirmek için kullanılmasını aktif olarak destekliyordu. Bütün bu pozisyonlar, gazeteciliği ve politik-ekonomik analizi boyunca açıktır. Marx’ın kullandığı Almanca haklar kelimesi Recht, İngilizce eşdeğerinin hem yasal hem de ahlaki çağrışımlarına sahiptir, ancak buna ek olarak ortak adalet standartlarımızı çağrıştırır. Bunlar, Marx’a göre, “toplumun ekonomik yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden asla daha ileri olamaz.”
Marx, eleştirmenlerinin hayal ettiğinden daha zekiydi. İnsanları tahakkümden korumada hakların değerini kabul etti, ancak kapitalizmde tahakkümün maddi temeli olan emeğin sermayeye bağımlılığını ortadan kaldırabileceklerini düşünmüyordu. Hakimiyeti sona erdirmek için hakların ortadan kaldırılmasından ziyade üretim tarzının dönüştürülmesi gerekiyordu.
Marx bir materyalistti: üretim ilişkilerini düzenlemenin hâkim yollarıyla sınırlandığımızı düşünüyordu. Bu nedenle yasa, yalnızca bu ilişkiler üzerindeki tarihsel çatışmaların sonucunda inşa edilebilirdi. Pazara bağımlılık ve rekabetin kapitalistlere dayattığı kısıtlamalar, haklar üzerindeki mücadelelerde nelerin başarılabileceğine katı sınırlar koyar. Bu nedenlerle, Marksist tarihçi Ellen Meiksins-Wood, kapitalist sosyal mülkiyet ilişkilerinin siyasi hakları önemli ölçüde kısıtlarken daha ulaşılabilir hale getirdiğini savundu.
Marx’ın haklar konusundaki görüşü, bizim için mevcut olan özgürlüklerin sınıflı bir toplumun gerektirdiği tahakküm biçimleriyle sınırlı olduğu görüşünden kaynaklanmaktaydı. Ancak bu, hakların topyekûn reddedilmesiyle karıştırılmamalıdır. O halde komünist yasallık, hukukun üstünlüğünü tamamen terk eden mahkemeyi değil, özgürlüklerimiz için farklı bir maddi temeli yansıtacaktır.
Marx’ın egemen yorumu, ne yazık ki, tam anlamıyla materyalist bir haklar anlayışını engellemiştir. Anglofon siyaset teorisinin duayeni John Rawls, Marx’ın aklındaki her şeyin “adaletin ötesinde” olduğunu belirtmişti. Almanya’da Jürgen Habermas, liberallere piyasaların herhangi bir modern toplumda koordinasyon amacıyla işlevsel olarak gerekli olduğu kabulünün tavizini verirken, sermayeyi mümkün olduğu kadar kısıtlayacak bir yasal anlayışın normatif ufkunu inşa etti.
Daha yakın zamanlarda, Axel Honneth ve Nancy Fraser gibi Frankfurt Okulu figürleri de aynı şekilde kapitalizmin ötesindeki özgürlüğü kavramsallaştırmayı bıraktılar. Bunun yerine, piyasaların henüz ortaya çıkmamış bir tarihsel özgürlük (belki de piyasa sosyalizmine doğru bir evrim) vaadi taşıdığını veya çağdaş toplumsal hareketlerin ilerici kanatlarının demokrasinin kapsamını ekonomiye genişletmek için birleşmesi gerektiğini savundular.
Bu yaklaşımların hiçbiri, tahakkümün üstesinden gelmek için üretim ilişkilerinin dönüştürülmesinin gerekli olduğu gerçeğini kabul etmez. Shoikhebrod bize kapitalizmin kısıtlamalarının şartlarını yeniden müzakere etmenin yeterli olmadığını hatırlatıyor.
Kapitalizm Liberalizmi Yaratmadı
Shoikhebrod’un projesinin hem soyut felsefi hem de pratik politik seviyelerde karşılığı var. Sosyalizmin liberalizme taban tabana zıt olduğu yönündeki baskın görüşü kabul edersek, kapitalist toplumu yaşanabilir kılan liberal özgürlükler için işçiler ve sosyalist hareketten ziyade kapitalizme kredi vermek zorunda kalırız.
Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki “burjuva devrimleri” tarafından tetiklenen kapitalizme geçiş hakkında uzun bir düşünce tarihi var. Bu hikâyede kapitalistler, feodal mülkiyet ilişkilerini ve ırk, cinsiyet ve diğer tanımlayıcı hiyerarşiler temelinde modernite öncesi tahakküm biçimlerini altüst eden devrimci bir sınıftır. Toprak sahibi aristokrasi üzerinde ve ona karşı özel mülkiyet haklarını somutlaştırmaya yönelik mücadeleleri, ancien régime’i devirmede esasen ilerici bir rol oynadı.
Bu nedenle, kapitalizmin kendisi ahlaki olarak ilericidir ve bu, Marx’ın bu yöndeki yorumlarıyla desteklenen bir görüştür. Marx, kapitalizmin ve burjuvazinin yoksulların, kadınların ve işçilerin kurtuluşu için eşi görülmemiş siyasi fırsatlar yarattığını düşündü. Burjuva haklarının, kendisi aşılana ve yerine daha ileri bir anlayış konulana kadar kadar kullanılması gereken bir araç olduğunu savundu.
Marx, kapitalizmin ilerici olduğunu varsaydığı için geniş çapta eleştirilmiştir; bu, eleştirmenlerin iddia ettiği gibi, onun Avrupamerkezciliğinin kanıtıdır. Bu eleştirmenler, kapitalizmin her yerde liberalizme yol açmadığını savunuyorlar. Komünist teorisyenin, kapitalizm ile kölelik veya sömürge egemenliğinin uyumluluğunu düşünmeyi ihmal ederek, Avrupa deneyimini dünya çapında yanlış bir şekilde yansıttığını iddia ediyorlar.
İronik olarak, kapitalizmin ve liberal olmayanın bir arada var olduğuna işaret eden Marx eleştirmenleri, sistemin aslında Avrupa’da ilerici olduğu, ancak bunun dışında olmadığı görüşüne bağlılar. Bu görüşte örtük olan, hakların yalnızca özünde burjuva değil, bilhassa Avrupa burjuvazisinin bir ürünü olduğu fikridir. Buradaki ironi, bu inancın kendisinin Avrupa merkezli olmasıdır: işçi sınıfının failliğini reddeder ve liberal reformlar için madun mücadeleleri görmezden gelir.
Eğer Marx yanılıyorsa, bu kapitalist sınıfın Avrupa’da bile her zaman ilerici olduğuna dair daha temel gözlemi hakkındaki yanılgısı olabilir. Aksine, işçi sınıfı, yoksullar ve köylüler, siyasi ve ekonomik taktiklerin bir bileşimini kullanarak, kapitalistleri her fırsatta taviz vermeye zorlayarak, en temel siyasi haklar için savaştı ve siyasetin sahnesinin merkezinde kendilerine bir yer edindiler. Gerçekten de, sermaye ve burjuvazi bir ve aynı değildi.
Birçok erken dönem kapitalist, aslında piyasaya bağımlı tarımsal üretime geçiş yapan eski toprak sahipleriydi. Demokratik reformları bastırmak için acımasızca savaştılar ve çoğu zaman bunu yapan en aktif güçlerdi. Burjuva haklarına ve adaletine yönelik herhangi bir özel arzuyu, onların sınıf çıkarlarının veya ahlaki dünya görüşlerinin kurucu unsuru olarak kabul etmenin hiçbir gerekçesi yok. Kapitalizmi dünya çapında değişen derecelerde liberalizm ve otoriterlikle uyumlu kılan şey, onun liberal özgürlüklerden çıkarılabilir olmasıdır.
Marx ve eleştirmenleri kapitalizme karşı fazla cömertler. Emeğin sorumlu olduğu sosyal iyileştirmeler için sisteme kredi veriyorlar. Burjuva haklarının kapitalist sınıfa ait olduğu fikri, hakların yalnızca ekonomik egemenliği haklı çıkarmak için var olduğu şeklindeki sol görüşü besleyen şeydir.
Bu görüş yanlıştır. Liberal hakların kendileri için gerçekten değerli olduğu kişileri yok sayar: genişlemeleri için siyasi savaşlar veren ve bu haklara bağlılıklarıyla kapitalizmi demokrasiye doğru yönlendiren işçiler. Zaferleri kaçınılmaz değildi ve kazanımlarından vazgeçmek de imkânsız değildi.
Liberalizmin Ötesinde
Sosyalist siyaseti burjuva siyasetinden, yani liberalizmden ayıran şey, tür farkı değil, perspektif farkıdır. Liberal siyaset tahakkümü yönetir; sosyalist siyaset bunu ortadan kaldırmaya çalışır. Sonuç olarak, sosyalist bakış açısı özünde hukuk dışı veya adaletin ötesinde değildir. Aksine, stratejileri ve öncelikleri ahlaki meşruiyetlerini tahakkümün ötesinde bir insan özgürlüğü idealinden alır.
Geçen yüzyıl boyunca sosyalistler, Sovyet deneyini eleştirmek ve sorununun sivil özgürlükleri ve anayasal hakları ihmal etmesi olduğunu belirten argümanlar ortaya koymak amacıyla çok fazla mürekkep döktüler. Bu eleştiriler genel olarak haklıdır. Devlet komünizminin ekonomizmi veya üretkenliği ile ilgili sorunları haklı biçimde ortaya koydular. Ancak bu, birçok kişinin ekonomi hakkında çok fazla sosyalist teorileştirme olduğunu ve siyaset hakkında yeterli olmadığını iddia etmesine yol açtı.
Bununla birlikte Shoikhebrod’un argümanının önerdiği şey, sosyalistlerin her ikisi hakkında da çok az düşünmeleridir. Sosyalist gelecek, tıpkı kapitalizmin şimdi yaptığı gibi, haklar için maddi bir temele sahip olacak, ancak bu haklar özgürlükte temellendirilecek. Sosyalistler bunun nasıl görüneceğini anlamaya çalışmalılar.
Shoikhebrod’un kitabının gücü, ekonomik ve yasal özgürlükler arasındaki ilişkiyi, birincisinin ikincisine kısıtlamalar getirdiğini göstererek ortaya koymasıdır. Soruna yaklaşımdaki bu değişim, Batı kapitalizminin liberal özgürlükler için sisteme kredi verme konusundaki ısrarını savunanları sorgulamamıza izin veriyor. Batı’da anti-komünizm, özgürlüğün telosunu sosyalistten ziyade kapitalist olarak betimleyerek, özgürlüğü gerçekten sahiplenmeyi başardı; bu, Sol’un da sıklıkla kabul ettiği bir hatalı bir varsayım. Bu, verilmemesi gereken bir tavizdir, çünkü kapitalizmde özgürlük vaadi, sermayenin verdiği bir söz değildir. Liberaller, bu vaat için sosyalistlere teşekkür edebilir, çünkü özgürlük, başından beri projemizin merkezinde yer almıştır.
Çeviren: Kemal Büyükyüksel