Cumhurbaşkanı Hristodulidis, Temmuz 2024’te ALPHA’ya ve Yorgos Kaskanis’e verdiği röportajda, özellikle dikkat çeken bir noktaya temas etmişti: Seleflerinin hatalarına ve bugün hâlâ üzerimizde etkisini hissettiren geçmişin siyasal kalıplarına dair yaptığı cesur kabul ve özeleştiriler. Makarios’un politikalarını eleştiriyor, o dönemde Bağlantısızlar Hareketi’ne katılma tercihini yanlış bulduğunu söylüyordu. “Uzun mücadele” siyasetini de sorguluyor ve en büyük hatanın, kimsenin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni gerçekten sevememiş olması olduğunu ifade ediyordu. Aynı zamanda Kıbrıs sorununda cesur adımlar atmaya hazır olduğunu söyleyerek güçlü mesajlar veriyordu.
Yazar | Marina Economides
Alphanews
Bu röportaj hem söylemler hem de Cumhurbaşkanı’nın Kıbrıs meselesindeki gerçek niyetlerine dair soru işaretleri nedeniyle geniş bir tartışma yarattı. İyimserler, daha olgun, karşılaştığı zorlukların daha çok farkında, “yeniden şekillenmiş” bir Nikos Hristodulidis gördüklerini söylüyordu. Kuşkucular ise bunun büyük ölçüde siyasi bir manevra, sert ve uzlaşmaz Ersin Tatar karşısında kolaylıkla etkili olan bir taktik oyun olduğunu düşünüyordu.
Hristodulidis’in niyetlerine dair tartışma, geçen ekim ayında Tufan Erhürman’ın Kıbrıslı Türklerin liderliğine seçilmesiyle yeniden alevlendi. Erhürman ne Mustafa Akıncı’ydı, ne bizim tezlerimizi savunan bir siyasetçi, ne de Ersin Tatar çizgisinde bir siyasetçiydi. Cumhurbaşkanı (Hristodulidis) bir yandan “görüşmelere dünden başlamaya hazırız” diyerek Crans-Montana’da kalınan yerden masaya dönmeye açık olduğunu ifade ederken, kaygılı analistler aynı anda bu söylemi sistemli biçimde sorgulamaya başlamıştı.
Bu da, mevcut siyasi tablo düşünüldüğünde şaşırtıcı değildi: İktidar ortağı DİKO hâlâ Guterres çerçevesini reddediyor, EDEK federasyona karşı duruyor, hükümet üyeleri arasında da benzer görüşler bulunuyordu. En önemlisi, Cumhurbaşkanı’nın ne istediği, ne kadar hazırlıklı olduğu ve söylediklerinde ne kadar samimi olduğu konusundaki belirsizlik, Nikos Hristodulidis’in üniter devletten yana konuşan aşırı sağ parti ELAM’la yakınlaşmasıyla daha da büyüyordu.
Belki de Hristodulidis, süreci bir Glafkos Kleridis gibi yönetebileceğine inanıyor, yani bir yandan seçim atmosferine hazırlanıp uçlara göz kırparken, aynı anda Kıbrıs sorununun çözümü için istikrarlı biçimde çalışabileceğini… Asıl sınavı, Tassos Papadopulos’un düştüğü ve bedelini hep birlikte ödediğimiz o “kendi tuzağına düşme” durumundan kaçınabilmek.
Her ne kadar yolun uzun olduğu aşikâr olsa da, iki bölgeli, iki toplumlu federasyonun artık ortak metinlerde açıkça yazılmadığı, daha çok sonuç olarak çıkarıldığı bir aşamaya gelmiş olsak bile, geçen Perşembe gerçekleşen görüşmenin başarılı olduğu açıktır. Sadece Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına dayalı “siyasi eşitlikten” söz edilmesi ve iki devletli egemen eşitlik söyleminden uzaklaşılması nedeniyle değil. En kritik olan, Cumhurbaşkanı’nın siyasi eşitliği desteklediğini açık biçimde ortaya koymasıdır; zira pek çok kişi bunun tam tersini düşündüğünü sanıyordu. Hepsinden önemlisi, attığı adımlar onun müzakere masasına gerçekten oturmaya hazır olabileceği izlenimini güçlendirdi.
Sorun şu: Gelinen noktada, artık bir yere varmayan müzakerelerin anlamı kalmadı. Küçük manevralarla, blöflerle, geciktirmelerle ve önceliği gelecek kuşaklar yerine başkanlık seçimlerine vererek yol alınamaz. Tam da burada, Nikos Hristodulidis’in seleflerinden ayrışıp ayrışmadığı ortaya çıkacak.
Kıbrıs sorununu bir sonuca taşıyacak lider o mu olacak?
Yoğun ve zor bir müzakere süreci sonunda, Kıbrıslı Rum toplumunun çoğunluğunun onaylayacağı bir anlaşma mı ortaya koyacak?
Yoksa çıkmazı resmen ilan ederek, Kıbrıs sorununun sayfalarına hüzünlü bir kapanış mı yazacak?



