Her mesleğin kendi içinde zorlukları vardır. Ama bazı meslekler her gün insanların çektiği acılarla yüz yüze gelmeyi gerektirir… Kayıp Şahıslar Komitesi’nde çalışanlar da böylesi bir iş yapıyor.
Araştırma Koordinatörü Yağmur Erbolay: “Kesinliği en fazla olan bilgiyle başlıyoruz”
Sürecin ilk halkası, hatta bir anlamda lokomotifi araştırma bölümü. Araştırmacılar olası kazı yerleriyle ilgili bilgi almak için ziyaretler gerçekleştiriyor. Araştırma Koordinatörü Yağmur Elbolay ekip olarak soruşturma teknikleri konusunda İngiliz Polis Teşkilatından eğitim aldıklarını anlatıyor.
Erbolay, şahitlerin yaşananları hatırlaması için elinden geleni yapan bu ekibin, şahitlere örneğin o gün duymuş olabilecekleri sesler ve kokular hakkında spesifik sorular sorduklarını söylüyor.
İki binden fazla ismin olduğu bir listede, hangi dosyanın araştırılacağına nasıl karar veriliyor? Erbolay buna, “Kesinliği en fazla olan bilgiyle başlıyoruz” diye yanıt veriyor.
Bu noktada en kesin bilgi göz şahidinden alınan bilgi oluyor. Hangi dosyanın inceleneceğine karar verildikten sonra araştırmacılar gidecekleri köyle ilgili çalışma yapıyor, son görülme yerleri ve civar bölgelerdeki kayıplar üzerine çalışıyor.
Dosyalarda isim varsa öncelikle bu isimlere gidiliyor, eğer yoksa rota köyün yaşlılarına, köy kahvelerine dönüyor.
“Şahit profili çok önemli”
“Şahit profili çok önemli” diyor Erbolay, doğru kişiye doğru araştırmacıyı göndermenin hayati olduğunu anlatıyor. Şahidin “dilinden anlayacak” kişinin görevlendirilmesine büyük önem veriliyor.
Bazen görüşmelerde bilgi vermeyen kişilerin, gece yatağa yattığında duyduğu vicdan azabından sonra ertesi sabah kendilerini arayıp bilgi verdiğini anlatıyor Erbolay…
“Oturduğumuz yerden kovulduğumuz da olur, kapıyı yüzümüze çarpan da olur”
Araştırma görevlisi olmak zor bir iş. “Oturduğumuz yerden kovulduğumuz da olur, kapıyı yüzümüze çarpan da olur… Travmatize oldukları için agresifleşir de” diyen Erbolay, yine de pes etmeden araştırmaya devam ettiklerini belirterek ve şunları söylüyor: “İşimizi yaparken zorlansak da kayıpları ailelerine teslim ettiğimizde yaşadığımız rahatlama buna değer.”
Bu arada geçen zamanla birlikte araştırma bölümünün işi gittikçe zorlaşıyor. Değişen topografi ve artan şehirleşmenin üzerine görgü şahitlerinin yaşlanması da eklenince her gün sevdiklerinin eve dönmesini bekleyen insanların acısını dindirmek için yapılan çalışmalar daha da zorlaşıyor…
Şahitler de onları bekleyenler de gün geçtikçe yaşlanıyor… Bu noktada Erbolay elinde bilgi olan herkesi Alo 181’i aramaya çağırıyor bir kez daha…
Yıllardır her gece, kayıp olan yakını eve dönerken yolu bulabilsin penceresine mum yakan çok insan var… Akrabalar da ölüyor en azından onları düşünsünler…” diyor Erbolay.
Kazı Koordinatörü Gülseren Baranhan: “Arazide Kıbrıslı Rum meslektaşlarımızla birlikte çalışmak çok güzel ve çok öğretici”
Kazı Koordinatörü Gülseren Baranhan’ın arkeolojiye merakı, çocukken ailesiyle yaptığı gezilerde, dağın yüksek yamaçlarında deniz kabukları bulmasıyla başlamış. Bu alanda eğitim alırken KŞK gibi bir yerde çalışacağı aklına gelmemiş hiç… Zaten arkeoloji eğitimi alırken insan kemiğiyle pek de karşılaşmadıklarını anlatıyor Baranhan. Ancak KŞK’da çalışan arkeologlar kendilerini adli arkeoloji alanında da geliştiriyor.
Baranhan’ın işi, araştırma süreci tamamlandıktan sonra başlıyor. “Kazılacak alanın ve şahit bilgilerinin olduğu bir evrak hazırlanır. Önce biz bu evrakları alıp, araştırmacı ve iş sağlığı ve güvenlik koordinatörü ile kazılacak bölgeyi ziyaret ederiz” diye anlatmaya başlıyor süreci. Bu noktada hangi makineyle, hangi metotla kazı yapılması gerektiğine karar veriliyor, güvenlik sorunları ele alınıyor…
Kazının yapılacağı yerin limitleri de bu ziyaretlerde belirleniyor, belirlenmiş limitler içinde ne derinlikte kazı yapılacağı şahitlerin ifadelerine göre değil, bilimsel metotlara göre kararlaştırılıyor, doğal toprak yüzeyine kadar inilerek, şüpheye mahal kalmaması sağlanıyor.
Kazı, zorlayıcı bir iş ve Baranhan bunun bilinciyle seçmiş bu bölümü. Ancak sadece fiziksel değil duygusal olarak da zorlayıcı yönleri var kazının… Duygusal açıdan en zor işlerden birinin mezarlıkta kazı yapmak olduğunu anımsıyor Baranhan… Kayıpları bulabilmek için mezarından çıkarmak zorunda kaldığı kişilerle ilgili geceler boyu kâbus gördüğünü ifade ediyor.
Kıbrıslı Rum meslektaşlarıyla birlikte kazı alanında olmak onun için çok değerli… “Arazide birlikte çalışmak çok güzel ve çok öğretici” diyor, Rumca konuşmasa da bunca yıldan sonra meslektaşlarının anlattıklarını anlayabildiğini söylüyor.
Kazılar, insan kalıntısına ulaşana kadar makineyle yapılıyor, o noktadan sonra elle kazıya geçiliyor… Baranhan sonraki süreci şöyle anlatıyor:
“Arkeologlar seviye seviye toprağı kazar, kemikler askıya alınır… Sonra fotoğrafları çekilir, raporlanır, numaralandırılır ve çıkarılırlar. Her şey veri tabanında işlenip kayıt altına alındıktan sonra, kemikler laboratuvara gönderilir.”
“Zamanımız daralıyor… Yıllar geçtikte şahitler ölüyor, kentsel yapılaşma işimizi zorlaştırıyor…”
Şu ana kadar kayıp listesindeki isimlerin neredeyse yüzde altmışı kimliklendirildi… Baranhan, bunun benzerlerine göre oldukça başarılı bir rakam olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Ancak zamanımız daralıyor… Yıllar geçtikte şahitler ölüyor, kentsel yapılaşma işimizi zorlaştırıyor…
Antropoloji Laboratuvarı Koordinatörü İstenç Engin: “Kayıpların bulunmak istediğine inanırım”
Bulunan örnekler kazı bittikten sonra ara bölgedeki Antropoloji Laboratuvarına iletiliyor. KŞK Antropoloji Laboratuvarı Koordinatörü İstenç Engin, gelen kalıntıların hemen kayıt altına alındığını ve laboratuvara transfer ediliş sırasına göre çalışılmaya başlandığını anlatıyor.
Laboratuvardaki iki toplumlu ekip birlikte çalışıyor. Antropoloji ekibinin amacı antropolojik analiz yapmak. Bu kapsamda önce bir biyolojik profil çıkarılıyor.
Bulunan kemiklerin bir kadına mı yoksa bir erkeğe mi ait olduğunu tespit etmek, yaş aralığı, ortalama boy uzunluğu, dişleri, kırık kemikleri, kıyafet gibi detaylarla kimlik tespitine yardımcı olmak antropoloji ekibinin işi.
“Bazı durumlarda antropolojik tespit çok önemlidir” diyor Engin, çünkü örneğin kardeşleri ayırmada DNA çalışması yetersiz kalabiliyor. Böyle zamanlarda antropolojik tespit büyük önem taşıyor.
Öte yandan çalışmaları zorlaştıran başka unsurlar da var. Kazılarda çoğu zaman birden fazla iskelet bulunuyor ve bazen bulunan kemikler birbirine karışmış halde oluyor. Böylesi durumlarda önce en az kaç kişinin temsil edildiği bulunmaya ve parçalar mümkün olduğu kadar birleştirilmeye çalışılıyor.
Bunun yanında çoğu zaman gömü yerleri de bozulmuş halde oluyor ve sadece küçük kemikler bulunabiliyor.
“Elimizde sadece diz kapağı kemikleri olan bir vaka vardı” diyor Engin, diz kapaklarından önce 29 kişi olarak kimliklendirdikleri kazıda sonuçta 31 kişiye ulaşmışlar.
“Önce tanışıyoruz, sonra onları tanıyoruz. Hepsiyle bağ kuruyoruz.”
Engin de diğer iş arkadaşları gibi, işinin en duygusal tarafının insanlara kalıntıları teslim etmek olduğunu söylüyor.
“Kayıpların bulunmak istediğine inanırım” diyor Engin… Bulunan kemiklerin çocukları gibi olduğunu anlatıyor: “Önce tanışıyoruz, sonra onları tanıyoruz. Hepsiyle bağ kuruyoruz.”
“Bu çalışmalar sayesinde hak ettikleri gibi bir mezarda yatabilmeleri beni rahatlatır” diyor, ilk günden beri kimliklendirdikleri herkesin cenazelerine katıldığını ekleyerek.
Kimliklendirme Koordinatörü Gülbanu Zorba: “O umudun hâlâ orada olduğuna şahit olmak beni çok etkilemişti…”
Kimliklendirme Koordinatörü Gülbanu Zorba, 2006’dan bu yana KŞK’da… İşe ilk başladığında kayıp yakınlarına gidip görüşmeler yapıyor, kayıplarla ilgili bilgileri ve kayıp yakınlarının DNA örneklerini alıyormuş.
DNA örneği almak için gittikleri bir evde, eşinin yolunu bekleyen bir kayıp yakınının her gün, eğer o gün dönerse bulsun diye eşinin en sevdiği yemekleri yaptığına şahit olan Zorba, “Böyle bir bekleyiş içinde olduğunu görmek, o umudun hâlâ orada olduğuna şahit olmak beni çok etkilemişti” diye anlatıyor o günlerde etkilendiği olaylardan birini.
“Aile ağaçlarını çizip kayıp yakınlarından bilgi almak. Akrabalık ilişkileriyle bilgi almak. Detaylı aile ağacı çizmek doğru çizmek çok önemlidir” diyor Zorba, küçük toplumlarda kimliklendirme işinin zorluklarına vurgu yaparak…
Başta DNA örneği vermek istemeyenler olmuş. DNA örneklerinin yurt dışına yollanması konusunda komplo teorileri hâlâ ortalarda sonuçta. Ama DNA örneği alınan herkese imzalatılan onam formunda açıkça belirtildiği gibi alınan örnekler sadece kimlik tespiti için kullanılıyor. Yurt dışına gönderilen örnekler isim değil kodlarla işleniyor.
Kimliklendirme için en iyi bilgi sırasıyla kayıp edilen kişinin çocukları, annesi, babası ve kardeşlerinden alınabiliyor. Bu çevreden uzaklaştıkça DNA paylaşımı da azalıyor.
Bu arada kimliklendirme teknolojisi de hızla gelişiyor. Bazen teknolojinin verdiği imkanlardan yararlanılarak eski DNA örneklerine yeniden dönüş yapılıp kimliklendirme yapılabiliyor.
Zorba, işini yaparken karşılaştığı en büyük zorluğun, bulunan örneğin çevresel faktörlerden etkilenmesi nedeniyle oluşan sorunlar olduğunu vurguluyor.
Bazı örnekleri 10’dan fazla defa çalışmaya göndermeleri gerektiğini söyleyen Zorba, kayıp yakınlarından yeterince bilgilendirici DNA örneği yoksa bunun da süreci uzatan bir etken olduğunu belirtiyor. Tüm aile kayıp olduğu durumlarda da farklı metotlar kullanmak gerekiyor.
Kimliklendirme süreci sırasında, DNA raporu tek başına ele alınmıyor. DNA raporu çıktığında bir uzlaşı toplantısına gidiliyor. Burada tüm birimler bir araya geliyor. Her birimi ilgili dosya hakkında kendi elindeki bilgileri paylaşıyor, bu bilgiler karşılaştırılıyor. Ölüm öncesi ve ölüm sonrası tüm veriler uyumluysa kimliklendirme işlemi sonuçlanıyor.
Ardından bu durum KŞK’nin 3 üyesine haber veriliyor. Bir memorandum gönderiliyor. Ardından ailelere bilgi vermesi için psikolog görevlendiriliyor.
Psikolog Sülün Asafhan: “Sonu olmayan, acı verici bir bilinmezlik”
Psikologlar komitedeki en önemli ve zor işlerden birini üstleniyor. Geçen yıldan bu yana Kıbrıslı Türk Üye Ofisinde psikolojik danışmanlık görevini Sülün Asafhan yapıyor. İnsani işler yapan bir kurumda çalışmanın kendisi için önemli olduğunu anlatıyor Asafhan.
Kimliklendirmenin ardından ailelerle iletişime geçmesi için psikologlara haber veriliyor.
Asafhan, bir telefon görüşmesiyle ailelere bilgilendirme yaptıktan sonra randevu alarak ziyarette bulunduklarını ifade ediyor.
“Ziyarette, uzmanlardan aldığımız bilgileri kısaca ailelere aktarırız, aileye görüş günü isteyip istemediklerini sorarız. Görüş gününe geldiklerinde, tüm birimlerden uzmanlar orada olur, ailelerin sorularına yanıt verirler. Defin organizasyonu sürecinde de kayıp yakınlarına destek verilir”
Peki bütün bunların ötesinde, nedir “kayıp yakını” olmak? “Kayıp yakınları, kayıp şahsın ölümünün doğrulanmış olmamasından kaynaklanan, sonu olmayan, acı verici bir bilinmezlik durumu olarak açıklanabilecek, ‘belirsiz kayıp’ adını verdiğimiz bir durum yaşar” diyor Asafhan.
“Kayıp yakınlarında yas süreci bir türlü başlayamaz”
Bu noktada belirsiz kayıp kavramının ikiye ayrıldığını anlatıyor Asafhan, “İlki, psikolojik olarak mevcut fiziksel olarak mevcut olmayan. İkinci fiziksel olarak mevcut ama psikolojik olarak orada olmayan… Ailede biri vefat ettiğinde belirli bir vedalaşma olur ve yas süreci başlar. Kayıp yakınlarında bu yas süreci bir türlü başlayamaz… Uzun süren bir bilinmezlik durumu oluşur” diye açıklıyor.
“Dozer operatörü bulup kendi kazısını yapanlar bile var”
“Ailedeki normal vefatlardan farklı olarak, kaybın vefatındaki bilinmezlik çok acı verici bir süreçtir. Ölüp ölmediği ya da ne şartlarda olduğunu bilememek… Kayıp yakınları duydukları şeylerden ve yalan haberlerden yola çıkarak kafalarında devamlı senaryolar kurar, aradaki boşlukları da doldurarak… Bazen kendi araştırmalarını yapmaya koyulurlar… Hatta dozer operatörü bulup kazı yapan kayıp yakınları bile var… Çünkü bu bilinmezlik çok acı verici bir süreçtir”
Bu acının zamanla hafiflemediğini de vurgulayan Asafhan, “Bir insan travma yaşadığında beyni o travmayı unutmaya çalışır. Ama belirsiz kayıplarda beyin yaşananları tekrar tekrar hatırlamaya çalışır ki çözebilsin. Bu da süreci zorlaştırır. Özellikle savaş süreci zaten travmatik olduğu için hafızasındaki boşlukları da kendisi doldurmaya çalışır. Zaten çoğu şeyi yanlış hatırlamaya meyillidir…” diyerek anlatıyor bu psikolojiyi.
Yakınlarının bulunmasının aileler için bilinmezliği ortadan kaldırdığını söylüyor Asafhan, “Bu, kayıp yakınlarını kafasındaki soru işaretini cevaplar” diyor.
Aile görüşünün çok hassas bir ortamda yapıldığını, ailelerin isterse görüş gününe katılmayabileceğini belirten Asafhan, “Yalnız olmadıklarını hissettirerek ve yaşadıkları duygu durumuna saygı göstererek hareket ediyoruz” diyor.
Psikolog Asafhan bu süreçte amacın kayıp yakınlarının yas sürecinden geçmesi olduğuna işaret ederek “Ama bu sürenin hayattaki işlevselliği engellemeyecek şekilde olması önemli. Hayatının ana noktası yas olmamalı” uyarısında bulunuyor.
Emine Çetinsel: “Kemikleri incelerken o kişiyi de tanırız bir yandan”
Kayıp Şahıslar Komitesi çalışanları arasında da kayıp yakınları bulunuyor. Hatta içlerinde kendi yakınını kimliklendirenler bile var… Emine Çetinsel bu isimlerden biri… 2012 yılından bu yana ara bölgedeki iki toplumlu laboratuvarda çalışan Çetinsel’in dedesi de kayıp listesindeymiş.
Adli bilimler eğitimi alan Çetinsel, bunun dedesiyle ilgili bilinçli bir seçim olduğunu düşünmemiş. “Annemin üzerine çok fazla konuştuğu bir travma değildi” diyor. Ancak geriye dönüp bakınca bu travmanın ailede sessiz bir şekilde hep var olduğunu anımsıyor.
“İşe girdiğimde annemden ‘dedenle ilgili bir şey var mı acaba’ soruları başladı”
“İşe girdiğimde annemden ‘dedenle ilgili bir şey var mı acaba’ soruları başladı” diye anlatıyor Çetinsel. Sonra 2013’te yapılan bir kuyu kazısında 5 kişi bulunuyor. Bulunanlardan biri de Çetinsel’in dedesi… Dedesine ait olduğunu bilmeden kemikler üzerinde çalışan Çetinsel, bunu dedesiyle bağ kurma şansı gibi görmeyi seçmiş: “Kemikleri incelerken o kişiyi de tanırız bir yandan. Küçükken düşmüş mü? Kırık kemiği var mıymış? Bunlar hep bir öykü oluşturur kafamızda o kişiyle ilgili… Ben de dedemle böyle tanıştım daha kim olduğunu bilmeden… Öte yandan kim olduğunu bilmediğim günlerde bile sanki bir bağım vardı…”
Dedesinin kimliklendirildiği haberini iş arkadaşından almış… Bu öyküyü tekrar anlatırken ikisinin gözleri doluyor hâlâ… İş arkadaşı İstenç, Çetinsel’i yanına çağırmış ve ona dedenle tanış demiş… Birbirlerine sarılıp ağlamışlar…
İşin en zor kısmı bu haberi ailesine vermek olmuş. Resmi bilginin verileceği güne kadar ailesine söyleyememiş kurallar gereği…. “O bekleyiş zordu” diyor.
“Peki bir kayıp yakını olarak, dedeni bulmak, ailenin bekleyişine son vermek nasıl hissettirdi?” sorusuna “Hem sevindirici hem üzücü” yanıtını veriyor ve şöyle devam ediyor: “Birçok aile, kayıp yakınının ölmediğine inanır… Mesela nenem ‘yaşasın da gerekirse cirayla yaşasın’ diyenlerdendi. Bunun sonlanacağını bilmek üzücüydü… Öte yandan annem gidip babasının mezarında dua edebiliyor artık…”
Haberi vermekte en zorlandıkları kişi tabi ki nenesi olmuş… Çok ilginç anlar yaşanmış bu süreçte… Hiçbir şeyden haberi olmayan nenesini psikologla görüşmeye götürürlerken, yolda Çetinsel’e “Dün akşam rüyamda dedeni gördüm. Yanıma geldi ama ben onu tanımamışım yaşlandığı için” demiş… Dedesinin bulunup bulunmadığını sormuş defalarca… Bir bilim insanı için bile sarsıcı bir olay…
Çetinsel’in dedesinin kardeşi de kayıp… Haberi onun eşine vermek de oldukça zormuş… “Nenemle ikisi bu süreci birbirlerine destek olarak atlattılar hep… Haberi alınca kendi eşinin bulunup bulunmadığını sordu… Çok zordu… Sonrasında da vefat etti… Büyük amcamın bulunmaması çok üzüldüğüm bir durumdur… Hem aile tarafını hem de iş tarafını anladığımı düşünürüm, o yüzden şanslı hissederim… Bulamadığımızda aile için ne zor olduğunu tahmin ederim… Bir parça kalıntı vermek zorunda kaldıklarımız olması beni üzer. Çünkü şansızlık gibi gelir.”
Görgü şahitlerinin vereceği bilgiler çok önemli…
Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların ortak yaralarını kapatmak için canla başla çalışan KŞK’nın bu amacına ulaşabilmesinde en büyük tehditlerden biri geçen zaman… Her geçen yıl genişleyen şehirler olası kazı alanlarının üzerini örtüyor, kayıp edilen kişilerle sevdikleri arasına bir duvar daha çekiyor… Geçen zamanla her geçen yıl sadece görgü şahitleri hayatını kaybetmiyor, kayıp yakınları da sevdiklerini akıbetini hiç öğrenemedikleri bir hayata gözlerini yumuyor…
İhbarlar “181” numaralı hattan isimsiz şekilde alınıyor
Bu yüzden görgü şahitlerinin bildiklerini bir an önce KŞK ile paylaşması büyük önem taşıyor. İhbarlar “181” numaralı hattan isimsiz şekilde alınıyor… Bu hat sadece kayıp yakınlarının yüreğindeki acının dinmesine mi yardım ediyor? Uzmanlar bildiklerini aktarmanın görgü tanıklarının vicdani yüklerinden kurtulmalarına yardım edebileceğinin unutulmamasını istiyor…
Haber: Doğuş Özokutan – TAK