Sizleri Amin Maalouf ile sohbetinizde baş başa bırakıyoruz:
Amin Maalouf, kendisi için en fazla şey ifade eden kitabın Stefan Zweig’in “Dünün Dünyası” kitabı olduğunu söylüyor. Bu kitabı gençliğinde değil, biraz daha geç bir döneminde okumuş. Kendi kaygılarıyla bağdaştığını görmüş. Dünya’nın endişe verici bir dönemden geçtiği fikrindeyim. Belki de bir gerileme döneminden.
Sanırım Zweig, ölümü öncesinde bu kitabı yazdığında aynı hisse sahipti. Dünyanın dengesini yitirdiğini düşünüyordu. Hatta artık bu dünyada yerinin olmadığı hissine kapılmıştı. Bu anlamda çok ileri giderek intihar etti.
Fakat yazdığı bu kitap hayatımı değiştirdi.
Ben açıktır ki bu çözüme başvuracak değilim. Ancak endişesini çok iyi anlıyorum. Dünün dünyasına nostaljiyle bakmasını çok iyi anlıyorum. Onun için bu dünya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ydu. Birinci Dünya Savaşı’nın öncesiydi. Birinci Dünya Savaşı sırasında bir şeyler kırıldı. Bu kırılma İkinci Dünya Savaşı ile daha da belirginleşti. Ve bu kırılma dünyayı barbarlığın içine itti.
Bu kitap bana son yıllarda muhtemelen en fazla rehberlik eden kitap. Her birimiz kendi kimliğimizi incelemeliyiz. Zihnimizi inceler gibi. Öyle ki, kimliklerimizi ve kişiliklerimizi barışın bir parçası haline getirmeliyiz. Nefret ya da savaşın bir parçası haline getirmek yerine. Kimliğe dair yeni bir tutuma ihtiyacımız var. Bileşik kimliklere sahip kişilere meşruiyet sağlamamız gerekiyor. Çünkü insanları, sürekli nereye ait olduklarını seçmeye zorlayan bir dünyada yaşıyoruz.
Bana kalırsa, örneğin göçmenlere, “Evet, hakikaten de yaşadığım ülkeye aitim, ama aynı zamanda geldiğim ülkeye de.” deme şansı tanınmalı.
İnsanları seçime zorladığımızda, benim “Ölümcül Kimlikler” kitabında dediğim şeyi oluşturuyoruz.
Çünkü insanlar seçime zorlandığında ya yaşadıkları ülkenin kültürüne karşı olarak geldikleri ülkenin kültürüne sarılıyorlar. Ve yaşadıkları ülkenin düşmanı haline geliyorlar. Ya da yaşadıkları ülkenin kültürünü seçiyorlar.
Bu durumda da geldikleri ülkenin kültürüne yönelik bir suçluluk duygusuna kapılıyorlar.
İnsanlık öyle bir noktaya vardı ki, başka bir düzen kurmalı. Kimliklere eski biçimleriyle bakmaya devam ederek hayatta kalmamız mümkün değil. İnsanlara, kimliklerinin yok olmayacağına dair güven vermeliyiz. Ne köşeye koymak ne de ölüme terk etmek zorunda kalmalılar. Kimliklerini yaşatabilmeliler. Hem de diğer kültürlerle birlikte yaşatabilmeliler.
Ben kimlik sorununun sadece yaşadığım yerine sorunu değil, bütün dünyanın sorunu haline gelmeye başladığını fark ettim. Özellikle göçle birlikte. Yalnız göçle değil. Eski Yugoslavya’da olan savaşla mesela. Bütün dünya toplulukların oluşturduğu bir mozaiktir. Ve bunu işler hale getirmemiz gerekir. Mesele birlikte yaşayıp yaşamayacağımız değil, birlikte nasıl yaşayacağımızdır.
Çünkü kimse yabancı değildir. Hepimiz komşuyuz. Yüzyıllar süren bir ayrışma sürecinden geçtik. Bu atadan kalma kimliğimizi belirleme alışkanlığını başka bir biçimde üzerimizde taşıyoruz. Artık ilişkilerimize başka şekilde bakmalıyız ve yaşadığımız yeri inşa etmeliyiz.
Başarabiliriz. Almanya – Fransa sınırına bakıldığında orada milyonlar ölümü görebilirsiniz. Fakat bugün birbirlerini düşman olarak görmekten vazgeçtiler. Bu zamanla olmadı, tarihsel bir süreç gerektirmedi. Dünya tarihinde biricik bir olaydır. Demek ki başarabiliriz.
Teknoloji ve ekonomi bu kadar ilerlemişken, uluslar, ülkeler arasında bu türden bir ilişkinin devam etmesi mümkün değil. Kimliklere başka türden bakmanın bir yolunu bulmalıyız. Ahlaki gelişmemiz, teknolojik ve bilimsel gelişmemizi yakalayamadı. Gelişti tabii, fakat yavaşça.
Azınlıkların barış ve güven içinde yaşamasını sağlayamadık.
Kendimize sorular soruyoruz. Bu dünyada neredeyiz? Varoluş amacımız nedir? Yükselen dünya kültürü karşısında bizim kültürümüzün yeri nedir?
Haksız olmayı umuyorum. Söylediğim her şey hususunda haksız olmayı. Dünya böyle giderse elli yıl içinde karanlık şeyler yaşanabilir. Dünyanın izlediği yol iyi değil. Çünkü tüm bu medeniyetler arası çatışmalar devam ediyor. Daha sonra hayret verici bir şekilde diniyor. Dünyayı yeniden icat etmemiz lazım.
Bugün edebiyatın temel görevi: Dünyayı yeniden icat etmek.