Konu İmar Planı tartışması olmaktan çıktı, demokrasinin özüne dair tartışmaya geldi, bunun farkında olmak gerekir.
Demokrasilerde seçilmişler, yetkilerinin yasal mevzuat ile sınırlandığını ilkesel zeminde temel prensip olarak kabül ederler, ya da edermiş gibi yaparlar, bu çok temel bir ön kabuldür, ne zaman ki ‘ben şu kadar oy aldım’, ‘ben cumhurbaşkanıyım’, ‘başbakanım’, ‘Belediye başkanıyım’ deyip, sınırlamaların kendi için genişletilebileceğini tartışmaya açar ve uygulamaya sokar, demokrasi orda aşınmaya başlar.
Örneğin İngiltere’de Brexit sürecini hatırlamak burda yararlıdır, bu süreci hatırlayıp konuşmak önemlidir. Demokrasinin işlemesinde üç bacak var, bunlar sağlıklı, bağımsız ve yasalara, teamüllere bağlı çalıştığı sürece demokrasi da işler. Örneğin İran’da üç kurum da var gibidir ama demokrasi yoktur çünkü yasama seçiminde kimin aday olacağına bir üst kurul, Şuura karar verir, yargının üstünde de Şuura “denetleyici” roldedir, bu nedenle İran seçimli otoriter rejimle yönetilir, demokrasi koşulları kısıtlıdır.
Brexit sürecine geri dönmek gerekirse, referandum oldu, ilk konu,referandum“yasal”bir zemine göre yapılmadı, bağlayıcılığı yok.O dönemdeki yürütme, yani Bakanlar Kurulu önerdi, yasama yani meclis de‘halka soralım’ dedi, teknik olarak olan halk “görüşünü” söyledi, karar vermedi. Yasama ve Yürütme bunu tartışmaya açmadı, ‘saygımız var’ dedi, Yürütme yani Başbakan ve kabinesi AB’den çıkış için süreci başlattı, yürütme ayrı yasama ayrı ilkesi olduğu için konu meclise geldiğinde ‘kendi partimdir gözüm kapalı olumlu oy veririm’ demeyen vekiller, “başbakanın gölgesi” altında değil, kendi denetleme görevleri çerçevesinde oylarını verdiler.
Bu süreç içinde Başbakan değişikliği de oldu.Yeni gelen başbakan ilk denemeleri sonrası AB ile yapılan antlaşmanın onaylanması için yasamayı geçemeyince, yasal boşluğu da kullanıp, yasamayı bypass geçip, süreci kendi başına ilerletmek istedi ve bu çerçevede meclisi tatile göndermeyi Kraliçe’ye önerdi.
Bu etik değildi, tartışma başladı ama Kraliçe yüzyıllardır oluşan demokrasi geleneği nedeniyle ve ayrıca bir yerde yasa ile bağlayıcı kısıtlaması olmamasına da rağmen yürütmenin myani Başbakanın önerisini çok büyük ihtimal benimsememesine rağmen NOTER gibi imzaladı ve meclisi tatile gönderdi. Ancak demokrasi için süreç işlemeye devam etti, üçüncü ayak devreye girdi. İskoç vekil görevinin kısıtlandığını söyleyip İskoç yüksek mahkemesinde dava açtı, dava günlerce sürmedi, çünkü konu acildi, vekili haklı gördü, meclis tatil edilmesini haksız buldu.
İskoçya zaten ayrılıkçı, mızırlık çıkaran insanlar topluluğu demeden konunun yürürlüğe girmesi için Kraliyet Yüksek Mahkemesi konuyu hemen ele aldı, ismindeki Kraliyet kelimesine bakmadan Kraliçenin imzaladığı bir kararı görüşmeye başladı. Monarşilerde sembolik de olsa Kraliçenin imzası, kararı bozulamaz, dokunulmazdır, buna rağmen mahkeme konuyu her şeye rağmen ele adlı ve İskoç Yüksek Mahkemesini haklı buldu, kararı bozdu ama gene geleneklere dokunmadı, bozduğu Kraliçenin imzaladığı karar değildi. Mahkeme, Başbakanın bunu usulsüz şekilde Kraliçenin önüne koyduğuna hükmetti.
Yasa, yürütme, yargı üstlerinde herhangi bir gölge, koruyucu kabul etmeden kararlar üretti. Meclis yeniden toplandı. Başbakan ‘çatlasanız da patlasanız da Ekim sonu AB üyeliğinden çıkacağız’ demedi, ‘madem irade bu’ deyip AB’den erteleme talep etti ve aldı, yeni tarih olası seçim sonrası oluşacak yeni hükümete yeter makul süreye imkan verdiği için Aralık için de seçim olmasına İşçi Partisi onay verdi, o da iradeye saygı duydu, ‘inadım inat’ noktasında herşeyi kilitlemedi, seçim sonrası da yeni hükümet ile süreç şimdi yeniden başladı. Küçük bir detay daha, meclisin tatil kararı altında Kraliçe imzası vardı, o bozulmamıştı, yasa ile de bağlantısı yoktu, bu nedenle mahkeme sonrası meclis geri döndüğünde geleneklere uygun olarak Kraliçe konuşması ile başladı yani herkesin yetki alanlarına elden geldiğince saygı duyarak süreç işledi.
Gelelim buraya, İmar Planı tartışması sürer, Bakanlar Kurulu bütündür, her konuya başbakan karar verecek diye bir durum yoktur, demokrasilerde bunun yeri de yoktur. İçişleri Bakanı konu ile ilgili yetkilendirildi. Yetkileri çerçevesinde de konuyu sonuca götürdü, Kurul onayı da alındı, bu durumda evet demokrasilerde Başbakan NOTER’dir ve kararı direk olarak Resmi Gazeteye götürmesi gerekir. Canı çeken, canı çektiği şeyi resmi gazetede yayınlatamaz!
Milletvekillerinin itirazı olabilir, bunu iki şekilde dile getirebilirlerdi, bir yerel yönetimlerinde, bir de siyasi parti içindeki süreçlerinde. İki durumda da süreci durdurabilme imkanları vardı. Kurula gitmeden Bakanlar Kurulu içinde içişleri Bakanından konuyu tartıştırmaya devam etmesi istenebilirlerdi ya da yerel yönetimlerde Belediye Başkanları ve meclis üyeleri vasıtası ile değişikliklerini masaya konabilirdi.
Kurul kararı son aşamadır, süreç tamamlanmıştır, eğer karar çıkmasa ya da geçen defa olduğu gibi olumsuz olsa yeniden görüşülebilir ama Kurulun oybirliği ile kararın üstünde gölge izlenimi yaratmak, gelecek kararları da ciddi şekilde yaralayan, demokrasi süreçlerini aşındıran konudur.
Yukarda yazığımız gibi, demokrasi üç ayağın çalışmasıdır, yasalar ile ortaya çıkan kısıtlamaları kabül etmektir, gereğinde NOTER olmaktır.
Bunun yanında süreç herşeyi ile tamamlanmamıştır. Yasama ve Yürütme iki ayak olarak kendi payını bitirdi, şimdi eğer gerçekten sıkıntılı bir durum varsa ve yasalarda yeri var, üçüncü ayağın devreye girmesi istenebilir bu da mahkemelerdir, bizim Yüksek İdare mahkemesidir…
Bu nedenle konu yalnız başına bir İmar Planı yürürlüğe girsin konusu olmaktan çıkmıştır, nasıl bir idare olunduğuna dair tartışmanın içine girdik, bu nedenle konuyu hali ile değerlendirmek gerek.
Konu Ersin Tatar’ın ve partisinin demokrasiyi içine sindirememesinin bir kez daha yüzeye çıkmış halidir. Zaten ağır aksak ilerleyen demokrasinin bu şekilde aşındırılması hele de seçim öncesi aday olması muhtemel iki ismin de bu süreçte fail olması da dikkatlerden kaçmamalıdır.
Kıbrıs’ın kuzeyinde demokrasi yok derken, slogan atmıyoruz, araziye bakıyoruz, arazide olanlar bize bunu bağıra çağıra göstermekte…