Kitap incelemesi: The Age of Surveillance Capitalism (Gözetim Kapitalizmi Çağı), Shoshana Zuboff
Teknoloji şirketleri kâr için yaşamlarımızın her yönünü kontrol etmek istiyorlar. Cüretkâr ve önemli bir kitap, kapitalizmin yeni çağını tanımlıyor
Yatağınızın başucundaki alarm, takviminizdeki bir etkinlikle tetiklenip çalmaya başlıyor. Yatak odanızdaki akıllı termostat, kalktığınızı algılayarak ketılı çalıştırıyor ve hareketlerinizi merkezi bir veri tabanına aktarıyor. Telefonunuzdan haber güncellemelerinin sesi geliyor, neye tıklayıp tıklamadığınız dikkatle izleniyor ve parametreler ona göre ayarlanıyor. Sabah koşunuzun uzunluğu ve nereye kadar sürdüğü, işe gidiş geliş güzergahınız, metin mesajlarınızın içeriği, kendi evinizde konuştuğunuz sözcükler ve her yeri gören kameralar altındaki eylemleriniz, alışveriş sepetinizin içeriği, plansız alışverişleriniz, spekülatif aramalarınız, randevulaşma ve eş tercihleriniz – hepsi kaydediliyor, veriye dönüştürülüyor, işleniyor, analiz ediliyor, satın alınıyor, paketleniyor ve tıpkı sub-prime mortgage gibi yeniden satılıyor. Bu “deneyime el koyma” ayini o kadar sık ve o kadar kapsamlı tekrarlanıyor ki, ona karşı duyarsızlaşıyoruz, bunun bir tür distopik gelecek tahayyülü değil, şu an olduğunu unutuyoruz.
İlk başta insanlığın tüm bilgisini organize etme niyetiyle ortaya çıkan Google’ın geldiği yer, bu bilgiye ulaşan tüm yolların başını tutmak oldu; arama yapıyoruz ve bunu yaparken aslında aranan biz oluyoruz. Sadece bizi birbirimize bağlamak için yola koyulmuş olan Facebook, en derin sırlarımızın sahibi olup çıktı. Ve başlangıçtaki hedeflerinin ötesine geçip ticari olarak ayakta kalmanın peşine düşen bu şirketler, yeni tür bir servetin üzerinde oturduklarını fark ettiler: “davranışsal verilerimiz,” yani, her ihtiyacımızı tahmin etmeye – veya ihtiyaçlarımızı üretmeye – dayanan yeni pazarlarda alınıp satılabilecek olan, aklımızdan geçenlere, ağzımızdan çıkan sözlere, yaptığımız şeylere dair bilgilerin bütünü. Müştereklerin çitlenmesine veya sömürgeci fetihlere benzer bir arsızlıkla, teknoloji devleri, daha önce el değmemiş olan bu kaynakların kendilerine ait olduğunu tek taraflı olarak ilan ettiler ve buna karşı tüm itirazları kenara ittiler. Bir yandan teknolojilerinin yasalarla düzenlenemeyecek kadar karmaşık olduğunu ısrarla iddia ederken, diğer yandan her türlü denetleme tedbirinin önüne geçmek için lobi yapmaya milyonlarca dolar harcayan; kamu kaynaklarıyla fonlanan araştırmaların ortaya çıkardığı verilerin ve özel yaşamlarımızın ayrıntılarının üzerine imparatorluklar inşa ederken, toplumsal sorumluluk ve hesap verme mesuliyeti konusunda oluşmuş normları sürekli reddeden şirketler bunlar. Ve bu yeni sömürü ve istisnacılık biçiminin kritik farklılığı, salt özel hayatlarımızı didiklemenin ötesinde, onları şekillendirmek, yönlendirmek ve kontrol de etmek istemesi. Bu teknoloji şirketlerinin operasyonları, sanayi kapitalizminin üretim üzerindeki total kontrolünü gündelik yaşamlarımızın her yönüne genişletiyor.
[Veri] özütleme o denli grotesk, o kadar tüyler ürpertici ki, bu konuya gerçekten kafa yoran birinin yaşamına normal şekilde devam edebilmesi neredeyse imkânsız, ama işte, ediyoruz. Şeffaf olmayışında ve sinsiliğinde, üstüne kafa yormayı zorlaştıran bir şey var, tıpkı şu an anladığımız şekliyle toplumu ortadan kaldırması kaçınılmaz olan ama yine de birçoğumuz tarafından havaların hafifçe daha sıcak olması gibi deneyimlenen iklim değişikliği üzerine düşünmenin zor oluşu gibi. Benzer şekilde, hızlı arama sonuçlarının ve sokak sokak yol tariflerinin faydaları, Shoshana Zuboff’ın “gözetim kapitalizmi” adını verdiği, sömürücü olduğu kadar antidemokratik de olan ama buna rağmen çok az anlaşılan bir gücün, daha derindeki yıkıcı yırtıcılıklarını maskeliyor. Önemli yeni kitabında detaylandırdığı üzere, insanların bu rejimin işleyişi konusunda cahil bırakılması onun merkezi stratejilerinden biri ama yine de rüzgâr tersine dönüyor: giderek daha fazla insan gözetim ekonomisinden duyduğu huzursuzluğu ifade ediyor ve yarattığı parçalı, yabancılaşmış ve güven vermeyen toplumsal alandan rahatsız olarak alternatif arayışına giriyor. Kendimizi hem sanayi hem de gözetim kapitalizminin zehirli ürünlerinden ayrıştırmak uzun, yavaş ve zorlu bir süreç olacak ama bu kitabın sağladığına benzer sağlam analizler buna yardımcı oluyor. Derinlikli bir teknik kavrayışı kapsamlı ve insani bir bakışla birleştiren Zuboff, çağımızın ekonomik – ve dolayısıyla toplumsal ve siyasal – durumunun ilk belirleyici anlatımı olabilecek bir kitap yazmış.
Zuboff bu alana yabancı değil. 1998 tarihli kitabı Age of the Smart Machine’de (Akıllı Makine Çağı), bugün gündelik hayatımızda hakimiyet kazanan sorunların birçoğunu, iş dünyasında daha ilk ortaya çıktıkları an ele almıştı. 1980’lerde büyük bir ilaç firmasında çalışırken, çalışanlar tarafından daha iyi iletişim kurabilecekleri, planlama yapabilecekleri ve bilgiye erişebilecekleri yeni toplumsal alanlar olarak ilkin hoş karşılanan iç iletişime yönelik yeni araçların aşama aşama nasıl idari müdahale ve kontrol araçlarına dönüştüğünü ilk elden gözlemlemişti. Çalışanların şahsi deneyimlerinin örtülü ve özel olan yanları aniden açık ve kamusal hale geliyor, yakından denetime maruz kalıyor ve değerlendirme, eleştiri ve cezalandırma bahanesi yapılıyordu. Şimdi eylemlerimizden yalnızca kâr elde etmekle kalmayıp, giderek tüm dışa vurumlarını da kontrol etmeye başlayan “gözetleyenlere” görünür kılınan ise, özel yaşamlarımız.
Sözüm ona hiçbir kötülüğü bulunmayan Pokémon Go oyununa bakalım mesela; davranışsal artık veri ile fiziksel kontrol arasındaki bağlantının saçma ve şeffaf bir örneği. Oyunun ilk oyuncuları, onu “gerçek dünyaya” kafadan dalmaya teşvik ettiği için övseler de, aslında tamamen imal edilmiş, ödül sistemleri üzerinden insan motivasyonunu yıllarca koşullamaya dayalı ve kullanıcılarını ticari fırsatlar doğrultusunda gütmek için tasarlanmış bir gerçekliğe adım atıyorlardı. Oyunun 2016’da kullanıcılara sunulması ardından sadece birkaç gün içinde, yaratıcıları, çekici sanal lokasyonların en yüksek fiyatı verenlere satılık olduğunu açıkladılar ve McDonalds’la, Starbucks’la ve diğer şirketlerle, Pokémon avcılarını kapılarına getirecek kârlı anlaşmalar yaptılar. Oyuncular Pokémon toplama oyunu oynadıklarını sanıyorlardı, oysa aslında görünmez yöneticilerin kontrolünde kendilerinin sadece piyon olduğu tamamen farklı bir oyun oynuyorlardı. Pokémon Go; Google ve diğer teknoloji şirketlerinin insan eylemini büyük çaplı manipüle etme kabiliyetinin sadece küçük bir uzantısı: tamamen özel şirketlerin mülkiyet ve kontrolündeki bir küresel davranış modifikasyonu yöntemi.
Google, Facebook ve benzerleri etrafında dönen tartışmanın büyük kısmı gizlilik konusuna – kişinin kendisi ile ilgili bilgilerin kontrolüne – odaklanmış durumda ve bu argümanların birçoğu kıymetli ve sağlam olsalar da, büyük ölçüde yenilmiş durumdalar. Öyle görünüyor ki insanlar, kullanım, navigasyon ve arkadaşlarına ve bilgiye erişim kolaylığı gibi, fayda olarak algıladıkları şeyler karşılığında, özel bilgilerini vermeye istekliler. Zuboff gizlilik odaklı tartışmayı “karar alma hakları” üzerine bir tartışma olarak yeniden kurguluyor: tahminci, veri temelli sistemlerin gasp ettiği kendi geleceğimize dair aktif şekilde öne sürebileceğimiz bir faillik iddiası.
Psikolog BF Skinner’ın geliştirdiği edimsel koşullanmayı, Pokémon Go’nun insan davranışını koşullama ve yönlendirme konusundaki etkililiği kadar anımsatan bir şey olamaz. Ve Skinner, Zuboff’ın anlatısında adını andığı, ele aldığı ve eleştirdiği birçok şahsiyetten yalnızca bir tanesi. Skinner, yaşayan organizmalarda davranış modifikasyonu amaçlı bir teknoloji geliştirip mükemmelleştirmiş ve bundan total toplumsal kontrole dayanan bir siyaset çıkarmıştı. 1971’de yayınlanan olay yaratan çalışması Beyond Freedom and Dignity (Özgürlük ve Haysiyetin Ötesi), özgürlük fikrinin ta kendisini reddeden ve onun yerine garantili sonuçlar ve bireysel uyumu koyan bir davranış modifikasyonu ve yönlendirmesi geleceği öngörüyordu. Ama 20. yüzyılda edimsel koşullandırmanın hedefleri daima “onlar” [ötekiler] – düşmanlar, mahpuslar ve toplumsal uyumsuzlar – şeklinde yorumlanır ve sonuçları kamuoyunun “zihin kontrolü” konusundaki korkularından kaynaklı olarak iğrenme ve itiraz ile karşılanırken, aynı mantığın bugünkü hedefleri hepimiziz ve yarattığı olasılıklar, en güçlü şirketlerin yönetim kurullarından nüfuslarını hem “daha iyi” kararlar vermeye itekleme hem de herhangi bir sapma, muhalefet veya radikal niyete karşı ruh hallerini ve arzularını gözetleme peşindeki hükümetlere kadar, en yüksek katlarda kendine alıcı buluyor.
Zuboff açısından bu dehşetengiz güç, kapitalizmin salt daha üst bir ifadesi değil, onun bir sapkınlığı ve bazıları bunu tek taraflı bir savunma [başka bir şeyi, yani “normal” kapitalizmi haklı çıkarmaya çalışma, ÇN] gibi görebilecek olsa da, kendisi, bu dehşetengiz gücün, daha hakkaniyetli ve karşılıklı olarak fayda getiren diğer biçimlerden hangi noktada ayrıştığını anlatmaya çalışıyor. Analizini ekonomik kuram ve hem kapitalizmin hem de totaliterliğin daha genel bir tarihi içine yerleştirmesinin sonucu olarak, tartışmaya, çok daha ileri taşınabilmesini sağlayacak bir dizi faydalı kavram kazandırıyor. Örneğin Google, Facebook ve benzerleri etrafında dönen tartışmanın büyük kısmı gizlilik konusuna – kişinin kendisi ile ilgili bilgilerin kontrolüne – odaklanmış durumda ve bu argümanların birçoğu kıymetli ve sağlam olsalar da, büyük ölçüde yenilmiş durumdalar. Öyle görünüyor ki insanlar, kullanım, navigasyon ve arkadaşlarına ve bilgiye erişim kolaylığı gibi, fayda olarak algıladıkları şeyler karşılığında, özel bilgilerini vermeye istekliler. Zuboff gizlilik odaklı tartışmayı “karar alma hakları” üzerine bir tartışma olarak yeniden kurguluyor: tahminci, veri temelli sistemlerin gasp ettiği kendi geleceğimize dair aktif şekilde öne sürebileceğimiz bir faillik iddiası. Gözetim kapitalizminin sistemleri ile haşır neşir olmak ve gündelik yaşamımıza daha da derin sızma taleplerine rıza göstermek, bilgi teslim etmekten çok daha fazlası anlamına geliyor: insanın yaşamının tüm güzergahını, pazarın amacı ve kontrolü altına vermesi demek. Tıpkı Pokémon Go oyuncularının, ekranlarından saçılan ışıkla, dosdoğru, ziyaret etmeyi isteyip istemediklerini dahi bilmedikleri mağazaların kapısına kadar götürülmeleri gibi.
Bu görünmez zorlama mantığı, toplumsal alana uygulandığında, sonuçları daha da rahatsız edici hale geliyor. İnsan davranışının mükemmelen modellenebileceği, öngörülebileceği ve kontrol edilebileceği inancının sonucu, bireyler arasındaki hakkaniyetli ilişkilerin ve kurumlara olan güvenin çökmesi ve katılımcı, demokratik bir topluma dair elde kalan tüm kırıntıların yerini algoritmik kesinliklerin alması oluyor. Bu sözüm ona mükemmelleştirilmiş insan davranışı altında, kolektif, tartışmalı bir karar alma sürecinin veya sorumlu işletme pratiklerinin hiçbir kıymeti yok. Gözetim kapitalizmi, gündelik yaşamın kodu gibi işliyor, hem özgür iradeyi hem de serbest pazarları siliyor – “eski iyi” kapitalizmin Zuboff gibi teyitli müminleri açısından, en az o ilk versiyondan da pek emin olmayanlar için olduğu kadar dehşet verici bir sonuç.
Metin boyunca ima edilen ve Zuboff’un gelecek kuşakların bu zorlu vazifeyi üstlenmek zorunda olduğuna dair kapanış vurgusunda açıkça belirtilen şey, böylesi ütopik planların kaybetmeye yazgılı olduğu. Deneyimlerin bize gösterdiği üzere, dünya – yaşamın kendisi – bulanık, rastlantısal ve değişimle tanımlı. Gözetim kapitalistlerinin tamamen kontrol altındaki, mükemmelen planlanmış ve hatasız gelecek tasarımı dehşet verici olabilir, ama bu vizyonun kaçınılmaz başarısızlığı ve bunun yaratacağı şiddet – parçalı hale gelmiş/kutuplaşmış dünya görüşlerimizden, birbiriyle yarışan köktenciliklerden, toplumsal bağların zayıflamasından ve insanların birbirine güvenmemesinden halihazırda açıkça görülen – daha bile dehşet verici. İş bu dünya düzeninin çerçevesini yıkmakla başlıyor ama yeni ve daha iyi geleceklerin kurulması ve sağlamlaştırılması ile devam etmeli.
Kaynak: The Guardian
Çeviri: Serap Güneş
https://dunyadanceviri.wordpress.com/2019/03/27/gozetim-kapitalizmi-oyununda-piyonlariz-james-bridle/