Bir süredir ABD ile yaşanan Rahip Brunson krizi nedeniyle TL’nin hızlı değer kaybetmesi gündemdeyken hafta başında yeni bir rekor düşüş yaşandı. Buna bağlı olarak dövizdeki artış karşısında Türkiye Merkez Bankası 2.2 milyar doları piyasaya sürse de beklenen gevşeme yaşanmadığı gibi sert düşüş hız kazandı.
ANF’nin haberine göre özellikle ABD borsasının açık olduğu saatlerde döviz karşında hızlı bir düşüş yaşayan TL’nin bu durumu için ‘kur krizi’ tanımını kullanan ekonomistler olsa da Mustafa Sönmez bunun genelin bir sonucu olduğunu ifade ediyor. Öte yandan HDP Amed Milletvekili Garo Paylan ise dövizin aşırı yükselmesiyle sermayenin tıpkı cumhuriyet kurulurken olduğu gibi el değiştirebileceğine işaret ediyor.
MB UZUN ZAMANDIR SEYİRCİ
Merkez Bankası’nın 2.2 milyar doları piyasaya sürmesinin bir anlam ifade etmediğini belirten ekonomist Mustafa Sönmez “Merkez Bankası uzun zamanadır olan bitene seyirci durumda bir faiz müdahalesi yapmıyor. Bir genel durum var o da Türkiye ekonomisi güven vermekten son derece uzak oluşu hem içerideki hem de dışarıdaki aktörlere. Dolayısıyla bir ekonomiye güvenmiyorsanız onun parasına da güvenmez Türk lirasından kaçarsınız” diyor.
Ekonomiye karşı oluşan güvensizliğin tüm kesimleri dövize ittiğini ifade eden Sönmez şunları ifade ediyor: “Türk lirasından kaçıp dövize yöneliş var uzun zamandır ve bu durum giderek tırmanıyor. Döviz de sonuç olarak bir maldır ve bir mala talep artarsa fiyat da ona göre artar.” Bu kaçışı hızlandıran siyasi etkenler olduğunu söyleyen Ekonomist Mustafa Sönmez ilk örnek olarak ABD ile yaşan krizi gösteriyor: “En başta geleni ABD ile yaşana Rahip Brunson krizi, bu gerilim herhangi bir yumuşama göstermediği için Türkiye’nin risk primini giderek yükseltiyor. Şu an Yunanistan’dan dahi daha riskli bir ülke olarak görünüyor. Türkiye’nin çok ciddi dış yükümlülükleri var, 1 yılda 230 milyar dolar para bulması gerekiyor böyle bir sıkışmışlık içinde. Yani insanların dövizden vazgeçip TL’ye dönebilmesi için ona güvenmesi ve TL’nin getirisinin enflasyona karşı koruması gerekir. Ama yüzde 16’ya dayanmış bir enflasyon varken dövize yönelim artmayı sürdürebilir.”
SABİT KUR MÜMKÜN DEĞİL
Sönmez bazı kesimlerce dillendirilen sabit kura geçişin mümkün olup olmadığı sorusuna ise şöyle cevap veriyor: “Bu birçok nedenle olamayacak bir durum, henüz Türkiye’den çıkmamış çok ciddi sıcak bir para var. Böyle radikal bir karar alırlarsa o da tamamen gider ve kur çok daha yukarı fırlar. Ayrıca böyle kur izleyen bir ülkeye hiç para gelmez dışarıdan. Bu kadar yükümlülüğünüz olan bir ekonomide bu kadar radikal bir karar alamazsınız.”
BU BİR SONUÇTUR
Mustafa Sönmez bazı ekonomistlerin yaşanan bu dalgalanmaları ‘kur krizi’ olarak adlandırmasının doğru bir tanım olmadığını düşünüyor. Sönmez’e göre dövizdeki sert iniş, çıkışlar ekonomik bir türbülans. Sönmez kurdaki dalgalanmanın genelden kaynaklı olduğunu ifade ederek şunları belirtiyor: “Geneldeki türbülanstır kura etki eden yoksa her ey iyi gidiyor da sadece kur mu çalkalanıyor? Hayır, üretim tökezliyor ona bağlı olarak dünyaya karşı yerine getirilecek yükümlülükleri yerine getiremiyor Türkiye. Yine buna bağlı olarak yatırımlar düşüyor, tek adam rejimine içeriden ve dışarıdan güvensizlik var, tüm bunların toplamı olarak TL’den uzaklaşıp dövize yönelim oluyor. Bu bir sonuçtur nihayetinde yoksa kurda kendi başına kriz olmaz.”
EKONOMİ VE SİYASİ YÖNETİM GÜVEN VERMİYOR
HDP’li Paylan da tıpkı Sönmez gibi Türkiye ekonomisinin güven vermediğini ifade edip şunları söylüyor: “Türkiye’deki ekonomi ve siyasi yönetim güven vermiyor. Türkiye uzun yıllardır açık veren ve o açıklarını borçla finanse eden bir ülke. Temin ettiği kaynakları da israfa, tüketime harcayan ve betona yatıran bir ülke durumunda. Yaklaşık 15 yıldır aynı politikalar sürdürülüyor. Dolayısıyla artık borçlar çok büyük rakamlara ulaştı ve Türkiye’ye borç verenler ekonomiye güvenmedikleri için ve bu borçların geri ödenmeyeceği düşüncesiyle paralarını alıp gidiyorlar. O yüzden Merkez Bankası’nın 2.2 Milyar dolarlık müdahalesi sadece pansuman düzeyinde kalıp bir günde eriyebiliyor.”
ERDOĞAN BİR NOKTADA TESLİM OLACAK
Sonraki süreç için nasıl bir tablo olacağı sorusuna Paylan: “Saray rejimi içeride bir istibdat kuruyor dışarıda ise herkesle kavgalı. Almanya ve Fransa’ya uyguladığı rehine politikasını ABD’ye karşı da uygulamaya çalıştı. Ama ABD bir yerde ‘Sen benim vatandaşımı rehin tutamazsın’ deyip bir ültimatom verdi ve ambargo koydu biliyorsunuz. Bu da Türkiye’deki ekonomideki panik havasını büyüttü. Çünkü ABD birçok uluslararası kuruluşun üzerinde etkisi olan bir ülke. Türkiye’nin borç almasına ambargo koyma ihtimali uluslararası piyasada finansörleri korkutuyor ve dolaysıyla dövizin yukarı çıkmasını bir diğer temel nedenlerinden birisi de ABD ile olan rehine krizi. Ben Erdoğan’ın bir şekilde teslim olacağına inanıyorum. Çünkü kendi gibi tepkiler gösteren sert bir duvara çarpmış gibi duruyor. Bir din insanını rehin alıp bir politika yapmaya çalışan bir cumhurbaşkanımız vardı ve bu politika duvara çarptı. Bunun da ekonomik sonuçlarını yaşıyoruz şu an maalesef. Bu çok daha vahim sonuçlara yol açabilir. Şu an ekonomimiz hasta ve ateş 39- 40 dereceye vurmuş durumda ve daha da hasar alabilir” yanıtını veriyor.
SERMAYE EL DEĞİŞTİREBİLİR
Paylan’a göre bu gidişatta başka bir plan daha var. Sebebi de birçok hatanın bile bile yapılması: “Türkiye’de sermaye hâlâ AKP’nin çok da haz etmediği insanların elinde. Cumhuriyetin ilk kuruluş yılında sermayenin büyük çoğunluğu Hristiyan vatandaşlarımızdaydı. Ama cumhuriyet kurulurken ittihatçı politikalarla ciddi bir sermaye el değişimi yaşandı. Halk yoksulluk içindeydi ama sermaye daha çok Türkiye’nin kuruluşunda yer alan aktör ve yandaşların eline geçti.”
Paylan bezer bir sürecin yeniden yaşanabileceğine dikkat çekerek şunları ifade ediyor: “Şimdi yeni bir altüst dönemi yaşıyoruz ve bu sıkışma döneminde tekrardan bir sermaye değişimi değişebilir. Şu an TÜSİAD’ın üyesi olan şirketler ve bankalar zor durumda. Ancak Saray’a gidip yalvararak ya da ricacı olarak ayakta kalabilecekler ya da devletin kontrolüne geçecekler. Bu sürecin sonunda eğer böyle giderse dolar daha da yükselirse şirketlerin iflas ettiğini daha sonra onlara borç veren bankaların zor duruma düştüğünü ve panik havası da oluşursa bankaların devletin güdümüne geçip şirketlerin devletleştirilebileceğini görebiliriz.”