Fezile A. Öksüz ve Özgül Gürkut Mutluyakalı’nın Türk AjansıKıbrıs TAK için 15 Kasım kktc ilanı üzerine hazırladığı röportajlardan biri de dönemin Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) Milletvekili, şimdilerde YKP Sekretarya üyesi Alpay Durduran ile yapıldı.
Röportaj şöyle:
KKTC’nin bir ihtiyaçtan değil de bir dış politika enstrümanı olarak ilan edildiğine inanan dönemin Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) Milletvekili Alpay Durduran, muhalefete tehditle kabul ettirilen devletin ne bağımsız olmasının arzulandığı, ne de bu yönde çaba harcandığı görüşünde.
Durduran, hem Kıbrıs Türk Federe Devleti, hem de KKTC Kurucu Meclisi’nde görev yapsa da Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi ve tam-eksiksiz bir devlet olarak yaşamasının hedeflenmesinden yana. Durduran “Kıbrıs konusuna ilişkin 2 bin kusur sayfalık uluslararası hukuk belgesinin tamamına yakınında Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi ve tam-eksiksiz bir devlet olarak yaşaması öngörülüyor. Hedef budur. Garantörler bunu sağlamak içindir” dedi.
Kıbrıs Türkü’nün de artık kendine çeki düzen vermesi ve başını kaldırıp dünya sorunlarıyla ilgilenmesi gerektiğine inanan Durduran, “hızla sona doğru giden dünyada” barış ve iş birliği içinde olaylara ve gelişmelere hakim olmak gerektiğini düşünüyor.
“AYRI BİR DEVLET ÇIKARLARIMIZA UYMUYORDU”
Soru: 15 Kasım’a nasıl gelindi? Siz bu sürecin neresindeydiniz?
Ayrı bir devlet söylemi, 15 Kasım’dan çok önce, Denktaş-Kiprianu görüşmeleri devam ederken başlamıştı. Meclis’te 1979’dan beri sürekli devlet ilanının gerekliliğini anlatan konuşmalar yaptırılıyordu. Hararetli bir şekilde ayrı devlet kurulmalı, federal devlet söyleminden kurtulmalıyız tartışmaları vardı. TKP ve CTP buna karşıydı. Hatta ben, bir vesileyle büyükelçiyle görüşmemde konuyu gündeme getirmiş, rahatsızlığı dile getirmiştim.
“RESMİ GÖRÜŞ İKİ BÖLGELİ FEDERAL DEVLETTİ”
Soru: Ayrı bir devlete neden karşıydınız?
Çıkarlarımıza uymuyordu. Bu adım karşısında uluslararası tepki gelecek ve bu ambargo şeklinde kendini hissettirecekti. Elektriğimizin bile olmadığı günlerdi. Uluslararası ticarette de Kıbrıs Cumhuriyeti amblemiyle satış yapmamıza izin vardı. Bu nedenle çok büyük ekonomik sıkıntılar yaşayacağımız için karşı çıkıyorduk. Tabi Türkiye’nin BM’den başlayarak her platformda dile getirdiği federal Kıbrıs düşüncesine de tersti ayrı devlet. İki toplum arasında yıllardır devam eden görüşmelerde hedef iki bölgeli federal bir devletti. Türk tarafının resmi görüşü de bu yöndeydi. Yani devlet ilan ederek, resmi Türk politikasını çiğnemiş olacaktık.
“BAZI SİYASİLERİN BİR GÖRÜNEN YÜZÜ, BİR DE ÇEKMECEDEKİ YÜZÜ VAR”
Soru: Resmi tez federasyondu diyorsunuz. Peki ne değişti de ayrı devlet tartışılmaya başlandı? Türkiye bu noktaya nasıl geldi?
‘Çekmecedeki yüz’ diye bir tanım var. Bazı siyasilerin bir görünen yüzü, bir de çekmecedeki yüzü var. Yani dışa başka görünüp, başka söyleyeceksiniz ama başka maksadınız da olacak. Kıbrıs konusunda da her zaman görünenin arkasına baktığınız zaman esas maksat ortaya çıkar.
Kıbrıs’ın kuzeyinde yönetici durumunda olanlar yani seçim yapıp, çoğunluğu elde edenler zaten federasyona karşıydı. Bunu sürekli dile getiriyordu.
Ben, Türkiye’nin ‘vazgeç, zamanı değil, bekle’ diye mesaj yolladığı iddialarını inandırıcı bulmuyorum. Askeri yönetim sonrası ilk seçimi kazanıp, hükümet kurmaya çalışan Turgut Özal’ın o günlerde, “askeri yönetim bana oyun oynadı” şeklinde tepki gösterdiği yazıldı, çizildi. Tuzak kuruldu mu, kurulmadı mı, bilemem ama böyle oyunlar her zaman oynanan oyunlardır. Nitekim daha sonra Kıbrıs’a geldiğinde “Merak etmeyin” diyerek Kıbrıs Türkü’nü rahatlatmaya çalışmıştı.
“BİR SÜREDİR TEHDİT TELEFONLARI ALIYORDUK”
Soru: Muhalefetin baştan beri cumhuriyetin ilanına karşı olduğunu söylemiştiniz. Sizin endişelerinize karşı herhangi bir söylem geliştirildi mi? Ya da sizi iknaya yönelik hareket oldu mu?
Önceleri devletin sadece adı değişecek, başka bir şey değişmeyecek denildi. “Anayasa’yı değiştirip, kuşa çevirecekler ve 12 Eylül yönetiminin Anayasa’sı buraya gelecek” kaygımızı dile getirdiğimizde “Anayasa’ya dokunulmayacak” dendi. Rauf Denktaş, cumhuriyetin ilanından bir gün önce bizi, Meclis’teki milletvekillerini yemeğe çağırdı ve KKTC’nin 15 Kasım’da ilan edileceğini açıkladı. Herkesin desteğini istedi.
“BU BİR EMRİVAKİYDİ… BEKLENEN KRİPTO GELDİ VE DENKTAŞ İLAN TARİHİNİ AÇIKLADI”
Soru: Neler konuşuldu yemekte? Nasıl bir atmosfer vardı?
Ne konuşulduğunun bir önemi var mı? Bu bir emrivakiiydi. Biz yemek yerken biri içeri girdi ve Denktaş’a, başından beri geldi mi diye Sorup durduğu kriptoyu verir. Yani Türkiye’den beklenen izin geldikten sonra Denktaş çıkıp konuşmasını yaptı ve ilan tarihini açıkladı. Ancak yemek genel olarak öyle sevinç ya da heyecan içinde geçen bir yemek değildi. Biz şoktaydık. Bilhassa ben çok rahatsızdım. Aklım annesi ve çocuğuyla evdeki eşimdeydi. Bir süredir tehdit telefonları alıyorduk. Güzelyurt’tan etrafta tankların dolaştığına dair bilgiler geliyordu. Tutuklanmalar olacağına ilişkin dedikodular yayıyorlardı köylerde. Bu atmosferde geçen bir yemek söz konusuydu. Denktaş konuşmasında, “şüphesi olan gidip, elçiyle konuşsun” bile dedi. TKP’den bir arkadaş, yemekten sonra gidip, Anayasa’nın değişmeyeceğine dair teminat bile aldı.
“CUMHURBAŞKANI BİZZAT BANA MEKTUP YAZDI”
Soru: Sizi ikna etmeye yönelik başka bir şey yapıldı mı?
Cumhurbaşkanı bizzat bana mektup yazdı. El yazısıyla. Tutuyorum hâlâ bu mektubu. Dikkatli olmamı söyleyen bir mektuptu. Demokrasimizin, hukukumuzun, hatta can güvenliğimizin tehdit altında olduğunu hissettik. Bu baskı oylama sırasında da devam etti. Meclis oylama sırasında işgal altındaydı. Koridorlarda yürüyemiyorduk bile. İşi olan olmayan Meclis’teydi. Kışkırtılmış bir kalabalık vardı. Ödenmiş, getirilmiş kalabalıklar. Yani muhalefete tehdit ve baskıyla kabul ettirildi devletin ilanı… Demokratik bir devlet olduğunu iddia ediyor ve demokratik oylama yaptığını söylemek için Meclis’e onaylatmaya çalışıyorsan, bunların kurallarına uyman gerekiyor.
“BEN KİMSEYE ONAYLAMADIĞIMI SÖYLEMEDİM. AMA BUNDAN MEMNUN MUYDUM? HAYIR.”
Soru: Oylama sırasındaki tavrınız ne oldu?
O gün oylamadan önce bir kağıt dolaştırdılar Meclis’te. Bugünlerde fotokopisi dolaşır ortalıkta. O fotokopiyi kullanarak “sen de imzaladın” diyorlar bana. Ben de gösterin imzamı diyorum. Bu defa ‘fotoğraflarda en önde elin havada’ diyorlar. Oysa ben o fotoğrafların hiçbirinde görünmem… Ben onaylamasaydım, onaylamadığımı söylemem lazım. Ben kimseye onaylamadığımı söylemedim. Ama bundan memnun muydum? Hayır. Buna karşı mıydım? Evet.
“TKP BAŞTAN BERİ KARŞIYDI AYRI BİR DEVLET İLANINA”
Soru: TKP’deki cumhuriyet ilanı tartışmalarına geri dönersek, parti içinde nasıl bir süreç yaşandı?
TKP, baştan beri ayrı bir devlet ilanına karşıydı. Kurultayda da olduğu gibi, yaptığım her konuşmada devlet ilanının sakıncalarını sıraladım. Kurultaydaki hayır kararına rağmen parti içindeki çark işlemeye başlamıştı. Kurultayın hayır kararına rağmen partide devlet tartışılmaya devam etti. Bazı arkadaşlarımızla temas kuruldu. TKP milletvekili oldukları halde partiye gelmeyi bırakıp, sonra da istifa eden insanlar KTÖS’te toplantılar yaparak “halkların egemenlik hakkı” ve “cumhuriyetler birliği” yani iki ayrı devlet birliği fikrini ortaya attılar. Hararetli görüşmeler yaptık ancak bir neticeye varamadık. Konuyu bağlayamayınca kararı Meclis’teki grubun vermesi yönünde görüş ortaya atıldı. TKP grubundaki tartışmalar sırasında, devletin ilanına karşı çıkanların bu toplumda yeri olmayacağı, partilerin kapatılacağı ve tutuklamalar olacağı yönündeki tehditler gündeme getirildi. Ve grup, benimle birlikte 2 kişi hariç, cumhuriyete evet deme kararı aldı.
“HAYIR DEMEMİZ İMKANSIZ HALE GETİRİLDİ”
Soru: Ayrı devlete karşı olan TKP neden evet dedi?
Bizim hayır dememiz imkansız hale getirildi. Meclis’e doluşan herkes hep birden evet diye bağırdı ve doğru dürüst oylama yapılmadan ilan edilen devlete onay verildi. TKP’li arkadaşlar, öngördüğümüz sıkıntılar karşısında milli birlik ve beraberlik, dayanışma içinde olmak gerektiğini düşündükleri için evet dediler. Zaten siyasi olarak büyük bir baskı altına alınmıştık. Partinin parçalanması tehdidi de vardı.
“HİÇBİRŞEY DEĞİŞMEDİ”
Soru: 15 Kasım sonrasında ne oldu? Ne değişti?
Cumhuriyetin ilanının hemen ardından devlet olup olmadığımızı belirlemek için bir test yaptık. Gazimağusa Limanı’na telefon ettik ve sorduk: “Orada yüklenen gemi var mı? Var. Ne yazar üzerinde? Produce of Cyprus yazar” yanıtını aldık. KKTC yok. Devlet ilan ettik ama ithalat-ihracatımıza Kıbrıs olarak devam ettik. Önceden olduğu gibi…
Soru: Kıbrıs Türkü’nün hayatında o günden bugüne ne değişti?
Hiçbir şey değişmedi. Aynı şeyler devam ediyor. Tabi cumhuriyetin ilanından sonra ABAD kararı çıktı. O günlerde görüştüğümüz birçok yabancı, konunun bu noktaya gelebileceği konusunda bizi uyarmışı. Bizim gibi adı duyulmamış, tanınmamış 10-15 tane ülke daha olduğunu ve bunların Avrupa ile ticarette büyük sıkıntılar yaşadıklarına işaret etmişti.
TÜRKİYE İLE İLİŞKİLER
Soru: KKTC’yi resmen tanıyan Türkiye ile ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Tanınmanın gereklerinin yerine getirilip getirilmediğine dair tartışmalar var.
Bu Sorunuza örnekle yanıt vereyim. Meclis’teki bütçe görüşmeleri sırasında “Mersin 10 Turkey” adresi şikayet konusu olur. Kıbrıslı Türklerin ellerindeki acentelikler, bu adresten dolayı Türkiyeli şirketler tarafından birer birer alınıyordu. Bizim niçin kendi adresimizi almadığımızı sordum. Posta adresi sahibi olmak için devlet sahibi bile olmaya gerek yok aslında. Şirketler bile kendi posta adresini alabiliyor. Amerikalı şirketler Avrupa’da posta adresi alıp, oradan satış yapıyor. Daha ucuz olduğu için. O günkü oturumda Sorularımı yanıtlayan Posta Dairesi Müdürü de posta adresi almak için tanınma gerekmediğini kabul etmişti. O arkadaş bu hizmetin bedelinin Türkiye tarafından karşılanmasından dolayı bu hizmeti bu şekilde aldıklarını da ekliyor. Aynı bürokrat daha sonra bana bu bedelin ödenemeyecek kadar yüksek bir bedel olmadığını ve “Mersin 10 Turkey” kullanılmasındaki esas amacın da postaları kontrol etmek olduğunu söyledi. Bir zamanlar bir elçilik müsteşarı daha da ileri gider ve “Bu devlet işini çok büyüttünüz. Yani size devlet dedik diye kendinizi devlet mi sandınız” der. Bizim devlet gerçeğimiz işte budur.
“BU DEVLET BİR DIŞ POLİTİKA ENSTRÜMANIDIR”
Soru: KKTC’nin tanınması için ne yapılabilirdi? Veya bundan sonra ne yapılabilir?
Biz devleti ilan ettik ama ne bağımsız olmasını arzu ettik, ne de çaba harcadık. Bu devlet, dış politika hedefinin bir parçası olarak ilan edilmiş, bir dış politika enstrümanıdır. Bir devletin en önemli temellerinden birisi istihbarattır yani milli istihbarat ağıdır. Bizde istihbarat olarak ne var?
Mümtaz Soysal’ın bir yazısında paylaştığı anı da durumumuzu çok iyi anlatıyor. Kıbrıs ile ilgili katıldığı bir toplantıda “Kıbrıs Sorunundan usandıysanız ve çözmek istiyorsunuz, KKTC’yi tanıyın” deyince “İyi de biz ortada bir devlet görmüyoruz ki” yanıtını almış.
“BARIŞÇI BİR ŞEKİLDE DÜNYANIN İSTİKBALİNE YÖNELMEMİZ LAZIM”
Soru: Kıbrıs Türkü ne yapmalı bu durum karşısında?
Kıbrıs konusuna ilişkin 2 bin kusur sayfalık uluslararası hukuk belgesinin tamamına yakınında Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi ve tam-eksiksiz bir devlet olarak yaşaması öngörülüyor. Hedef budur. Garantörler bunu sağlamak içindir. Tüm kararlarda da barışçı yöntemlerle çözüm arayışı devam edecektir denilmektedir.
Bölgedeki doğal gaz potansiyeli iştah kabarttığı için bölge yeni kavgalara gebe. Biz denizlerden petrol ve doğal gaz çıkarılmasına da karşıyız çünkü en küçük bir hatanın bedeli çok ağır olacak. Deniz hayatı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak… Tehlikelerle dolu bu ortamda bir an önce kavgalarımıza son verip, barışçı bir şekilde dünyanın istikbaline yönelmemiz lazım.
“KENDİMİZE ÇEKİ DÜZEN VERMEMİZ VE DÜNYAYA BAKMAMIZ LAZIM”
Bizim kendimize çeki düzen verip, başımızı Kıbrıs’tan kaldırmamız ve dünyaya bakmamız lazım. 5-10 yıl sonra Kıbrıs’ın çölleşmeye başlayacağına dair çok ciddi raporlar var. İklimler dünya genelinde 2-3 derece ısınacak, depremler ve fırtınalar artacak. Kapsamlı değişiklikler olacak ve bunun insanoğlu tarafından çok iyi yönetilmesi lazım… Bu milli devletlerin kavgalarıyla hızla sona doğru giden dünyanın, barış ve iş birliği içinde olaylara ve gelişmelere hakim olması lazım. Çok tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız. Uluslararası hukuk ve güçlü bir BM ile dünyaya hakim olmak lazım.