“Gardenya çiçeğini” bilir misin sevgilim?
Koyu, yeşil yapraklı, sarı, beyaz çiçekli, nazlı çiçeğim gardenya. Yaz döker terini, kış döker kuruluğunu, mevsim döker de teninden, gardenya yaprak dökmezmiş. Kış bilmez, yaz bilmez nazlı çiçeğim. Köklenince tohumu önce toprağın dibine, kökümüze doğru, kökümüz toprak, sonra açılır kökleri iki kolum gibi toprağa, yeşermeden hemen önce, sarılmak yeşermekmiş derler. Çok fazla sevgiyi, sevgi bağlarının en güçlüsünü, yaprağında güneşin ateşiyle temsil eden gardenya, birbirini hiç anlamayan, anlamak istemeyen sevgililerin hikâyesini anlatırmış. Çok büyük sevgi ve anlaşmazlıkların hikâyesidir, o beyaz, sarı-çiçekli melek. Aralarında büyük sevgi ve anlaşmazlık olan sevgililer birbirlerine hediye edermiş, o beyaz, sarı-çiçekli melek çözer diye. Nazlı ve güçlü karakterli derler sana gardenya.
“Dos Gardenias” şarkısını bilir misin sevgilim?
Hani şu söz konusu film de, düet sonrası gözyaşı döken kadının söylediği. Gözyaşını sözler mi döker, insan içini döker, tüter de kokusu burnunun kenarında, sözlerini dinle sevgilim.
“Sana iki gardenya çiçeği veriyorum
onlara iyi bak çünkü
Onlar senin ve benim kalplerimiz
Sana iki tane gardenya çiçeği veriyorum
bir öpücüğün tüm sıcaklığıyla birlikte
başkasının öpüşlerinde asla bulamayacağın
o öpücükler
onlar seninle birlikte olup
benim seninle konuştuğum gibi konuşacaklar
ve sen duyduğunda
onların “seni seviyorum” dediğine bile inanacaksın.”
Gardenyalara iyi bak diyor. Biliyorum, ayrılan sevgililerin olur olmaz araması sersemlik gibi görünüyor. Senden af dilediğimi düşünüyorsun. Af dilemiyorum, özür diliyorum. Ben sustum… Dalai Lama der ki; gitmek isteyen sevgilini bırak ki, geri dönecek gücü olsun. Ben sustum gardenyam, çiçek ve şarkı konuşsun. Herkes kendine verilen en değerli armağanı kullanırmış yolu bulmak için. Kimi dans eder, kimi müzik, sözcüklerimden başka değerli şey yoktu yanımda, onları sundum sana.
Bilirsin tesadüflere inanmam. Bir anda çıktı önüme “Bueno Vista Social Club-Dos Gardenias” şarkısı. Beni etkileyen ne var dedim. Bilirsin “Bolero” şarkılarını severim. Dos Gardenias bir bolero şarkısı. Bir İspanyol evinde, ortada yer alan büyük masa üzerindeki kız, çevredekileri dansa çağırır ve Bolero başlar. Her tekrarda, orkestraya yeni bir çalgı katılır ki bu yolla tını değiştirir ve alçaktan başlayan ses en yükseğe ulaşır. Bolero dinleyene önemli bir hayat dersi verir de derler; “Neye baktığınız kadar hangi açıdan baktığınız da önemlidir.”
Bilirsin ben yürürüm sokaklarda. İşte şarkı önüme çıkınca araştırdım. Nasıl inanayım ki tesadüflere. Gardenya çiçeği, Dos Gardenias, Boleronun hikâyesi diye Google’a ayrı ayrı yazıp okuyunca, ne kadar birbirine, ne çok bize benziyor dedim gardenyam.
İltan Refet
01.01.2002 Sabaha karşı 03:40
Sabah kalkar kalkmaz İltan’ın bana gönderdiği fakat daha önce hiç okumadığım mektubunu okudum. Böyle bir mektubu nasıl okumamıştım… Nasıl…
İltan kim mi?
İltan bana Buket ne ister diye soran sevgilim.
Bugün onu arayacağım, Güzelliğin, nadideliğin, selvilerin, ipleri sapasağlam bir tarihin içinden, gökkuşağına tutunmuş sur bahçelerinin arasından geçiyorum. Sabahları erken uyanan, geceleri geç yatan, taşça mahallelerin arasından. Lüzinyanlıların yaptığı surların içinden. Kilit taşlı evlerin başında, taşlara kazınmış, Bektaşi evlerinde muflon kafası, Grek evlerine oyulu asma yaprakları. Bir taş kadar abartısız ve oyuldukça mühim bir yerdeyim. Oyula-oyula, cumbalı balkonların arasından yürüyerek, Lefkoşa’da Surlar içindeki küçük kahveciye, Sevda’nın yanına geliyorum.
Buket… Kız çok merak ettim seni, bir an ‘da ortadan kayboldun. Bak bir an ‘da çıktım ortaya Sevda. Gülüşüyoruz, sarılıyoruz, herkes bize bakıyor, gözlerimizde kıvılcım, oturduk sonunda. Demek Perulara kadar gittin, cildin, saçların, gözlerin ışık saçıyor. En son gördüğümde resmen bitiktin. Anlatsana korkmadın mı o kabilelerin içinde, hayat dersi alıyorum diye yazdın bana. İlk zamanlar da yatağa yattığımda birkaç gece, umut, merak, endişe ve korku vardı. Yatak var yani ormanda? Var tabi de düşündüğün gibi değil.
Size bir sır vereyim. Sevda bir kadından öte meraklıdır fakat kimse benden fazla meraklı olamaz.
Humi beni ilke gece kulübenin içine kadar götürdü. Sevecen ve insana güven veren bir yüz ifadesiyle açtı kulübenin kapısını. Humi uzun boylu, az yapılı, biraz çirkin, bir o kadar gizemli bir yüze ve bakışlara sahipti. Alnı yayvan, çatlak bir esmerlikte teni, siyah gözlerini bana çevirerek; Bu gece yatmadan önce havaya teşekkür edeceğiz. Şimdi benimle birlikte tekrarla, bunu her gece yapacaksın.
“Kapat gözlerini ve derin bir nefes al. Hava ben, bedenim hava. Hava… Sen bana nefes olarak üflendin. Hava sana teşekkür ederim. Hava ruhumu güzelleştir, hava bedenimi güzelleştir. Coşkumu seninle yaşıyorum. Nefesimi sevgiye ulaştır, sevgimle nefesim Evren’in her köşesine.”
Birkaç gece sonra çok güzel uyumaya, güzel rüyalar görmeye, daha farklı hissetmeye başladım. Sabah beş gibi uyandığımda, Humi dışarıda müziksiz dans ediyordu. Zaten buraya gelen uzun yolu yürürken, oradan delirerek ya da sevgiye ulaşarak çıkarsın diye uyardıkları için, ilk zamanlardaki korkumla, geceleri yarı uyur yarı uyanık geçiriyordum.
O dansın çok sonraları ne anlama geldiğini öğrenecektim. Humi dansı bitince elime bir kürek verdi, beraber uzunca yürüyüp, açık bir domuz ahırının önünde durduk. Al… İlk işin her gün bu domuz boklarını temizlemek. Onca üzüntü arasından onca yolu domuz boku temizlemeye mi geldim, şimdi fırlatacağım küreği. Nasıl bir sınanmaysa artık bu yaşam. Ayak bileklerime kadar batmış, o iğrenç kokunun içinde günlerce debelendim. Kusa kusa, bağıra bağıra, temizledim. Gittikçe sakinleşiyordum. Humi’ye daha kaç gün daha temizleyeceğim deyince, gel benimle önce yıkan dedi. Biraz yıkandıktan sonra, sazlıktan kapalı duşun önüne gelerek, her yıkanmamızda suya teşekkür edeceğiz. İleride bu teşekkürlere kendin bile istediğin kadar ekleyebilirsin. Kalbinin pencerelerini sevgiyle açan, kendi teşekkürünü kendi seçer Buket.
“Her yıkandığında gözlerini kapa ve sakinleş. Su bedenim, bedenim su. Bütün kötü enerjileri, yorgunluğu, stresleri bedenimden arıt, akıt. Sana teşekkür ederim su. Cildimi, saçlarımı güzelleştir, gözlerimi, sevgimi parlat. Beni bütün sularla birleştir, sevgim karşılıksız sevgine ulaşsın. Ruhumdan ak, berraklığın ve kokunla.”
Birkaç gün sonra, sanki su içimi gıdıklayarak içimden akmaya başlamıştı. Buket… Gel yanıma, ateşin yanına otur, şimdiye kadar sana An ‘da kalmak yanlış anlatıldı;
“An ‘da kalmak aslında geleceğe yaptığın bir yolculuk gibidir. Yaşam hikâyenin sana anlattığını ancak böyle görebilir, sevgiye ancak böyle kavuşabilirsin. An ‘da kalmak anı yaşamak değildir.”
Sana bir hikâye anlatacağım;
“İndra, göğün tepelerinden, yeryüzünde sürüp gitmekte olan hayatı
seyretmekteydi. Bir ara gölün çamurunda eğlenen bir domuz sürüsü gördü.
Tanrı kendi kendine sordu:
-’Bu hayvanlar balçığa bulanmaktan ne zevk alıyorlar ki?’
Araştırdı ama bir türlü bu alışkanlıklarının sebebini bulamadı. Diğer
Tanrılar’a da danıştıysa da hiç biri buna bir cevap veremediler. Aklında hep o
domuzlar vardı. Bu sırrı çözmeliydi. Yine bir gün domuzlara gözü takıldı. Domuzlar büyük bir keyifle çamurlarda yuvarlanıyorlardı. O an kararını verdi. Bir domuz bedeninde dünyaya doğacaktı. Böylelikle domuzların çamurlar içinde yuvarlanmalarından nasıl bir zevk aldıklarını anlayabilecekti. Düşüncesini diğer tanrılara da aktardı. Aynı şekilde merakta olan tanrılar bu fikri harika buldular. Dönüşte bize de anlatırsın dediler. İndra doğmakta olan
bir domuza enkarne oldu. Aradan yıllar geçmeye başladı… İndra büyüyordu… Onun bir Tanrı olduğunu hiç bir domuz anlamamıştı bile. Zaten kendisi de, tanrı olduğunu çoktan unutmuştu bile. Büyüdü ve ailesi ile birlikte balçıkta yuvarlanmaya gitti. İlk banyolar pek hoş sayılmazdı… Tiksinir gibi oldu… Ama kısa bir süre sonra buna alıştı. Bir dişi ile birleşti. Çok sevdiği yavruları dünyaya geldi. Zaman geçtikçe çamur banyoları yaşamlarında vaz geçilmez bir yer aldı. Çamur banyoları, İndra’nın da vaz geçemeyeceği bir eğlenceye
dönüşmüştü. Bu arada süresi de dolmuştu… Tekrar geldiği Tanrılar dünyasına
geri dönmesi gerekiyordu… Süresi dolduğu halde hâlâ göğe geri dönmediğini
gören Tanrılar, ona aralarındaki yerini almasını emrettiler… İndra reddetti… Tanrılar aralarında toplandılar ve onu tekrar eski yerine dönmeye mecbur etmek için bir çözüm buldular… Bu domuzu öldürmek… Ve öyle de yaptılar… Göğe geri döndüğünde İndra başından geçen bu serüvene çok güldü. Ama domuzların balçığı neden sevdiklerini hiç bir zaman anlayamadı.”
Buket… Kendi ilahi kökenini unutursan sevgiye varamazsın. Unutursan An ‘da kalamazsın. Yaşadığın her zorlu sınav senin şuurunu karartır, anlar göremediklerini saklar. Bu şifreli mesajı açmaya gayret edersen, ancak gerçek mana da An ‘da kalarak yolunu ışıldatabilir, ışıldayabilir, anın derinliğine, sana verdiği mesaja inebilirsin.
Sevda sen beni dinliyor musun yoksa aklın başka bir yerde mi? Buket içine düştüm sanırım. Gülüyoruz. En son şu balıkçı Hasanla ne oldu, seni ne darmadağın etti? Sadece Hasan mı Sevda? Hasan, Serdar, Sertaç ve o birkaç sene birçok kişi. Hepsinden hoşlandım diye düşündüm. Hemen birlikte oluyordum. Korku yoktu, pişmanlık yoktu, sorgulama gibi bir düşüncem yoktu. Aşk istiyordum. Hasan son raddesi oldu. O gün duşa girdim. Saçlarımı parmaklarımla aralarken sanki o dokunuyor, elimi saçlarımdan çektim. Bacaklarımı sürte sürte sabunluyor, içimdeki köpüklenmeyi akıtıyordum. Yıkanıp çıkınca ayna da enseme baktım. Öptüğü yerleri saçımla kapatmak geldi içimden. Dudaklarımın kenarlarını inceledim, eğildim suyla tekrarla yıkadım yüzümü, yüzümü suyla kapattım. Uzun zamandan beri bu kadar hızlı ve acısını unutarak duş almamın sebebi bunlardı. Aşkı arıyor, bulamıyordum. Hasan beni bir daha hiç aramadı. Son damla Hasan… Portekiz’e inince valizimi beklerken otuz beşlerinde bir erkek yanaştı yanıma, elimdeki kitabı sordu, ucuz bir kurla, kitabın yeşil kapağı ile elbiseniz çok uyumlu dedi. Gözümü açtığımda kendimi hastanede buldum. Sakinleştirici vermişlerdi. Sinir krizi geçirmişim. Doktor içimdeki sevginin uyuşmazlık yaşadığını, sebebinin dipsiz bir yalnızlık hissi ya da birçok sebebi olacağını söyleyen geçiştirici şeyler söyledi. Doktora da bağırdım. Beni siz de istemiyorsunuz, ülkelerde istemiyor. Zaten ben transit yolcuyum ülkenize kalmadım diye bağırdım.
Buket hadi gel yürüyelim. Öyle anlat bana rahatlarsın. Bunu da öğrendim Sevda. Temel duygularımı saklamamayı, başka şeyler yaparak, patinaj çekmek yerine yaşamayı tercih ediyorum. Ağlayacağım zamanlarda ağlıyor, güleceğim zamanlarda gülüyorum. Güçlüyümdür zaten, ayrıca üzerinden üç ay geçti. Ne şiddeti kaldı ne de tortusu. Sebebini de çözümünü de Humi öğretti.
Humi… Anlattığın domuz hikâyesi beni çok etkiledi. Portekiz de bana neden böyle oldu?
Kendini sev sana yanlış anlatıldı Buket;
Çünkü ruhtaki hasarlar bedene yansır. Kendini çok seversen kendini özlersin de. Hata yaptığını düşündüğün ilk An ‘da kendini tekrardan sevmeye başlarsın. Aslında narsistlik ile zehirlendiğinin farkına varmazsın. Sürekli kendini severek gelişemezsin. İnsanları sevmeli ve onlara karşı fedakâr olursan, o zaman bedel ödemeye alışıksın demektir. Önemli olan Feda dan Kâr etmeye çalışmamak. Bilinçaltı Feda ile kendini yatıştırmaya alışırsa, o zaman bahsettiğim bedeli değil, fazlasını ödersin. Toplum bedel ödeyerek gelişir, dünya bedel ödeyerek gelişti. İnsanların büyük, doğal felaketler sebebiyle birleştiği anlar olur. Doğal felaket acı ve ölüm korkusunu tetikler. Tıpkı ilişkilerde yaşanan acı ve bitiş korkusu gibi. Biri seni kaybetmekten korkmuyorsa, o kişinin seni geliştireceği tek şey o ana kadardır. Şimdi birleştirelim bak. An ‘da kalma ve kendini sevmek. Nasıl derinleşti değil mi? İçinden geldiği gibi yaşamak tatlı gelebilir.
Sevda işte böyle anladım. Neyi anladın Buket? İltan’ın beni kaybetmekten korktuğunu, sevgi denen şeyin bitmeyeceğini, onu sevdiğim sevginin kaynağının on da değil bende olduğunu.
Şimdi anladın mı Sevda. Sana anlatılan sevginin kaynağı sende, kendini sev sana yanlış anlatıldı. Sevginin kaynağı sende denilen evrenin enerjisine duyduğun sevgi, insanlar ile aranda ise kaybetmekten korkma sınırı var sadece. Sanırım bugün ereceğim Buket. Şimdi sen söyle Sevda; İltan’ı ne zaman arayayım. Bilmiyorum ki arasan mı? Yoksa çok özledim diye mesaj mı atsan?
Buketle biraz daha uzun konuşacağız, ona ateşe ve toprağa ettiğim teşekkürü, sonra da hepsini nasıl dengeleyebileceğini anlatacağım. Sizce İltan’ı arar mıyım? Yoksa mesaj mı atarım? Bakalım bana ne diyecek. Benim de sitemlerim olmadığını zannetmeyin. Haftaya hepsini anlatacağım. Asıl en derini de Humi’ye verdiğim sırlar. Ne kadar sır verdiysem o kadar çok evren sırrı aldım. Humi yüreğinin sevgisini evrene açarsan, o da sana ışık yolunun bütün kapılarını açar der.
Dos Gardenias dinlemeyi unutmayın: https://www.youtube.com/watch?v=rublV5LQ5Ds
Işık ve sevgiyle kalın, haftaya görüşürüz.
Hikâyenin birinci bölümü için: http://gazeddakibris.com/kucuk-mavi-balikcil-tevfik-aytekin/
Hikâyenin ikinci bölümü için: http://gazeddakibris.com/iste-bu-bizim-hikayemiz-kucuk-mavi-balikcil-2-bolum-tevfik-aytekin/
Hikâyenin üçüncü bölümü için: http://gazeddakibris.com/baba-ve-kizi-kucuk-mavi-balikcil-3-bolum/