Günümüzde gözetim, klasik anlamda devlet merkezli bir disiplin pratiği olmaktan ziyade, gündelik yaşamın içine gömülmüş bir iktidar formu olarak işlev görmektedir. Marx’ın “denetim, üretim ilişkilerinin ayrılmaz parçasıdır” tespiti, dijital çağda yeniden doğrulanıyor: Sermaye bugün artık emeğimiz yanısıra, duygularımızı, hareketlerimizi, tüketim reflekslerimizi ve en önemlisi kişisel verilerimizi sömürüyor.
Foucault’nun iktidarın görünmez biçimlerde işlediğine dair tespiti, veri kapitalizmi çağında daha da belirginleşti. İktidar artık dijital altyapılar üzerinden sessiz ve sürekli bir biçimde faaliyet göstermekte; bu yeni gözetim rejimi ise klasik polis devletinden farklı olarak büyük ölçüde rıza üretimi yoluyla işler hâle gelmektedir.
Kitlesel veri toplama pratikleri, küresel kapitalizmin güncel değer üretim mekanizmaları ve tahakküm biçimlerinin merkezinde yer almaktadır; zira veri, artık sermaye dolaşımının temel kaynağı ve stratejik girdisi hâline gelmiştir. Dijital aygıtlar, insanı kendi gözetiminin gönüllü öznesi hâline getirirken, aynı anda algoritma tarafından sınıflandırılan, ölçülen ve piyasada dolaşıma sokulan bir metaya da dönüştürmektedir.
Veri ekonomisi, bireyi sürekli izlenen bir dijital özneye indirgerken, toplumsal alanın tamamında görünmez bariyerleri yeniden üreten bir eşitsizlik oluşturdu. Dijital gözetim, yeni bir proleterleşme formuna dönüştü. Bedensel emek sömürüsüne, zihinsel ve duygusal emek sömürüsü de eklendi. Üstelik bu kez üretim, belirli bir mekâna bağlı olmaksızın ekranlar üzerinden kesintisiz biçimde sürdürülmekte; bu durum denetimi de mekânsızlaşmış bir yapıya dönüştürmektedir.
Gözetimin duygusal ve kültürel alanlara sızması, insanların neyi arzuladığını, neye öfkelendiğini, neyle oyalanıp neyle tükendiğinin ölçülebilmesini mümkün kıldı. Bu durum, iktidarın yalnızca pazarlamayı değil, siyasetin işleyişini de yeniden biçimlendirebilecek bir kapasiteye ulaşmasına yol açtı. Seçim kampanyalarını kişiselleştiren veri analizleri, yurttaşı bir “politik özne” olarak değil, manipüle edilebilir bir davranış kalıbı olarak ele alıyor. Demokrasinin asli zemini olan kamusal alan, dijital veri altyapılarına devredilmekte; yurttaşlık ise giderek sayısallaştırılmış bir nesneye indirgenmektedir.
Gözetim mekanizmaları baskı aracı olarak değil, gündelik yaşamı kolaylaştıran işlevsel pratikler olarak sunulduğunda toplum bu düzeni doğal ve hatta arzu edilir bir süreç olarak içselleştirmeye başlar. Bu dönüşüm, ideolojinin en etkin biçimde işlediği noktayı oluşturur. Althusser’in ifadesiyle, birey kendi teslimiyetini “özgür seçim” zanneder. Oysa özgürlüğün görünür biçimleri, çoğu zaman iktidarın en rafine tuzaklarıdır.
Bu ideolojik çerçevenin oluşturduğu zemin üzerinde gözetim, toplumsal güvenliği sağlama iddiasının ötesine geçerek dijital çağın kurumsallaşan otoriter yapılanmasını; başka bir deyişle yeni bir polis devletinin altyapısını mümkün kılan bir iktidar teknolojisine dönüşmüştür.
Son söz: Gözetim, kapitalizmin vazgeçilmezidir. Onu kırmanın yolu ise önce görünür kılmaktan geçmektedir.



