18 Ekim sabahı, yıllar önce Bayrampaşa Cezaevi’nde beraber mahpusluk çektiğim, Dersimli bir arkadaşım aradı. Onun halen içerde olduğunu sanıyordum. Şaşkınlık içerisinde sesinden tanımaya çalışıyorum, ama içimde farklı kuşkularda yok değil hani. Çünkü düzenin her türlü cambazlığını, şeytanlığını ezberlemişiz artık.
-Hıdır sen misin yoldaş?
-Evet benim, Zagros’lu Kan çiçeği.
Böyle seslenince, evet bu bizim Dersimli Hıdır dedim.
Mersin’e gelmiş, yaşlı anasını ziyarete. Lafı uzatmayayım fazla. Hıdır ile Akdenize bakan bir sahil kasabasının kayalıklarında buluştuk. Dört bira almışım, biraz da yer fıstığı. Hani derler ya “Garibanın sohbet sofrası.” İşte tam da öyle oldu.
Birbirimize sarıldık uzunca, döndü gözlerimin içine ,içine bakmaya, “Senin gözlerin halen mapus” dedi.
-Evet Hıdır yoldaş, benim gözlerim halen mapus ama senin üzerinden mapus duvarlarının kokusu geliyor.
Biraları açtık, fıstık poşetini bir kayanın kenarına bıraktık. Bir süre hiç konuşmadan dalgaları seyre daldık.
Bir ara ansızın seslendi; -Neden gözlerin sanki bu dalgaların ötesine bakıyor bilir misin, sanki burada değilmişsin gibi?
-Neden?
-Sen o adaya bakıyorsun. Şiiir yazdığın, makaleler dizdiğin sokakları düşünüyorsun. Güzel anıların ve güzel yoldaşlarını düşünüyorsun eyvallah ama düşünmediğin bir şey daha var.
-Ne dir o Hıdır Yoldaş?
-Bizim esaretimiz, bizim beceriksizliğimiz, bizim bu faşist düzene Deniz’ler, Yusuf’lar Kemal’ler, Mahir’ler misali baş kaldıramadığımızdandır o adadakilerin esareti.
Yani anlayacağın Türkiye halkları, “Türk-İslam sentezi” adı altındaki faşis düzen içerisinde ezildikçe, senin o düşündüğün ada halkı da ezilmeye mahkumdur. Boşuna o adadaki seçim sonuçlarını bekleme. “Türk-İslam Sentezi” sandıktan çıkacak.
-Bak sana bir önemli şey daha söyleyeim; “O adadaki Türk toplumu aslında Kıbrıs Cumhuriyeti’nde azınlık değillerdi. Onlar asıl şimdi azınlık, ama bunu idrak edebildiler mi bilemiyorum.
Seçimi kaybedeceklerinin en büyük nedeni de azınlık durumuna düşmeleridir.
Dersimli Hıdır’ın Kıbrıs’a hiç gelmediği halde, bu denli donanımlı olması beni daha da şaşırttı.
Yine susmaya başladım.
Hava hafiften kararıyor ama insan sülliyetlerini seçebiliyoruz. Hemen arkamızdan ayak sesleri gelmeye başladı. İki kafadar, ellerinde birer şarap şişesi.
-Merhaba dayılar, afiyet olsun.
-Teşekkürler arkadaşlar, size de afiyet olsun.
Onlar oturup içmeye başlarken, onların telefonundan, birden Ahmet Kaya’nın sesi gelmeye başladı.
Aynen şöyle diyordu;
“Bayrakları göndere çeken çocuklar,
Aşk bir destandır kan gölü bulutlarda.
Bir çocuk ağlar, ağlar durur.
Bir ana tandıra düşer kavrulur.
Bir gelin parmağı ile deşer rahmini
Radyoda ince saz, ney taksim.
Büyür çetelerin hıncı, kent ince ince susar.
Ve korku kahbe bir yaradır içerden işler.
Vurur hançerini şah damarından ihanet.
Satarsın ulan, satarsın, açılmamış gonca gülü.