Sıkça sorulan bir soru vardır: Demokratik sistem neden başka yerde değil de Avrupa’da ortaya çıktı?
Elbette burada kastedilen; şekli, mezhepsel veya kabile demokrasisi değil, gerçek demokrasidir.
Bu kompleks sorunun pek çok yorumu vardır ve hepsi de kişinin vizyonunda ve beklentilerinde daha gerçekçi ve temkinli olması için önemli uyarılardır.
Devrimlerin ve ayaklanmaların patlak vermesi, aşırı romantizm ve tutku durumuyla ilişkilidir. Bildiğimiz ve çöküş yaşayan Arap ülkelerinde gördüğümüz gibi, hayata toz pembe gözlüklerle bakmak, sloganlar ve hayallerle hareket etmek çoğu zaman hüzünlü bir sonla biter.
Yukarıdaki soruyu cevaplamak sadedinde, gerçekliğin bazen bizi çokça sıktığı bir duruma götüren bir dizi sebepten bahsedilebilir.
İlki, Avrupa’daki entelektüel liberalizmin birçok aşamada demokratik sistemden önce gelmesidir.
Aydınlanmış fikirler, bireysel değerler, rasyonalite ve köktenciliğin yenilgisi, siyasi bir sistem olarak demokrasinin iyi toprakta yeşermesini kolaylaştırdı.
Böylece azınlık haklarını çoğunluğun zulmünden koruyan özgürlükçü demokratik kavramların gerçek bir uygulamasıyla liberalizm korundu.
Akılcılığın ve aydınlanmanın, yalnızca seçkinler arasında değil, halk arasında da köktenciliğe karşı kazandığı zaferle birlikte tarihte ilk defa bilimsel zihniyetin bu denli bir yayılışına tanık olundu.
Bu makul bir sebeptir, çünkü üniversiteler moderniteyle birlikte ortaya çıktı ve bilimsel kültürün geniş ölçekte yayılmasına katkıda bulundu.
Ayrıca, bireyselliği ön plana çıkararak tali mensubiyetleri ve grup zihniyetini zayıflattı.
Oysa günümüzde hala dünyanın geniş bölgelerinin geleneksel bir sosyal ve eğitim modeline bağlı olduğu görülüyor ki, bu durumda Avrupa tarzı bir demokrasinin kurulması mümkün değildir.
Bireylerin güçlü grupçu ve mezhepçi eğilimlerden kurtulmaları, demokrasinin etkin bir sistem olarak yerleşmesini kolaylaştıracaktır.
Bu duygulara güçlü bir şekilde sahip olan insanların, oy sandıklarının bulunmasıyla özgürlük gibi evrensel değerlere inanan biri haline geleceğini hayal etmek zordur.
Hoşgörülü özgür düşünce demokrasiden önce gelir, sonra değil. Nitekim tersine çevrildiğinde sürecin olumsuz sonuçlar doğurduğunu gördük.
Seçilen mutaassıplar, kitlelerinin kaynayan güdülerine nasıl hitap edeceklerini bildikleri için köktenciliği körüklüyorlar.
Basında bir Körfez parlamenterinin yüksek sesle bağırarak sapkın olarak tanımladığı genç bir öğrencinin yargılanmasını talep ettiğini hatırlıyorum.
Bu parlamenter, bundan sonra, ikinci seçim dönemi için aday olmak için yeterli oyu aldı.
Bireyci bir zihniyetin ortaya çıkması ve entelektüel liberalizmin yaygınlaşması önemli, ancak yeterli nedenler değildir.
Bu da güçlü bir hukuk devleti olmaksızın demokrasiye sahip olmanın zor olduğuna dair önemli bir noktayı gündeme getiriyor.
Bu tür güçlü yasalar da dünyanın başka yerinde değil de Avrupa’da gelişti.
Fakat neden?
Medeni hukukun doğuşu aslında dini hukuka dayanır. Ancak bu aydın zihniyetin yükselişi ve din zihniyetinin gerilemesi ile birlikte öğrenildi.
Burada Avrupa’nın refahına yol açan önemli tarihsel bir neden daha var.
Soylular, kapitalistler ve din adamları arasındaki sürekli çatışma nedeniyle, bu çatışmaları sona erdirecek ve herkesin hakkını koruyacak bir yasaya başvurmak gerekiyordu ki, çatışmayı sona erdirmek için gücünü güçler arasındaki dengeden alan tarafsız bir yasaya uymak kaçınılmazdı.
Hukuk böyle başladı ve zamanla gelişti, ta ki yargı demokratik hayatın kalbini ifade eden bağımsız ve dokunulmaz bir yapıya dönüşene kadar.
Kolayca ezilebilecek veya köktendinci güçlerin (İran rejimi) ya da kanlı polisin (Beşşar Esed) tutunarak tırmanabileceği bir yasayla demokrasi nasıl kurulabilir?
Avrupa bunu başardı ve bu nedenle sağlam bir adalet kurumu tarafından korunan etkili bir demokrasi oluşturmada herkesin önüne geçti.
Coğrafyanın da Avrupa demokrasisinin doğuşunda rol oynadığı söylenir. Avrupa’yı birbirinden ayıran nehirler, bağımsız krallıkların varlığını kolaylaştırdı ve ordusunu herkesin üzerine süren bir imparatorun varlığını engelledi.
Çin’de durum farklıydı. Düzlük alanlar, büyük bir ordunun geniş alanlara saldırmasını, isyanları bastırmasını ve tek bir otorite kurmasını kolaylaştırdı.
Bu sebeple çoğulcu demokrasi Avrupa’da ortaya çıkarken, modern bürokratik anlamda ilk güçlü ve totaliter devlet Çin’de kuruldu.