Bu makale ilk kez 31 Ağustos 2020 tarihinde Kathimerini Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Yazar: Andreas Parashos – Kıbrıs Radyo Yayın Kurumu – Hazırlayan: Vula Harana
Hükümete göre, 2013’ten itibaren Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sekiz milyar dolar sağlayan vatandaşlığa kabul programı vesilesiyle Katar üzerinden Türkiye tarafından hibrid bir saldırıya maruz kalmışız. Duruma soğukkanlılıkla ve gerçekler üzerinden bir bakalım. 2013 yılında Akdeniz’de kara para aklama maksadıyla kurulan “paravan şirketler” ile büyük bir gayretle çalışan bankacılık sektörünün “golden boy”ları, büyük hukuk firmaları, müteahhit şirketleri ve denetim firmalarının bulimiası sonucu Kıbrıs tıraşlama yoluyla büyük bir darbe aldı.
Altın klikin o büyük hilesi yüzünden, yurttaşların çoğunluğu, dayanılmaz tahsili gecikmiş kredilere hapsolmuş bir durumda hâlâ büyük bir bedel ödüyor. Ayrıca bankaların çöktüğüne, tasarrufların ve emeklilik ikramiyelerinin yok olup uçtuğuna, ücretlerin düştüğüne ve işsizliğin görülmemiş seviyelere yükseldiğine tanık olduk. Liderlik bu kez bıçağın kemiğe dayanacağını ve faillerin adaletin karşısına çıkarılacağını ve hiçbir şekilde bu tür olayların tekrarını kabul etmeyeceklerini ilan etti.
Buna rağmen kimse hapishanenin parmaklıklarını görmedi, zira adalet bulimik klikin çocuklarına dokunamıyor. Yargıtay’ın eski başkanı bankaların meyvelerini mideye indirirken de(!) herkes ama herkes kayıtsızca ıslık çalıyordu. Avrupa’nın Kıbrıs’ı öyle bir rezalet yaşıyordu ki, kara mizah filmi ” laundromat”ta Streep, Oldman ve Banderas ile birlikte “başrol”ü paylaştı.
Pek çok kişi ülkemizin bu küçük düşüşünündeki aşağılanmanın mükemmel bir fırsat olduğunu ve bulimik klikin artık hile yapamayacağını düşündü. Ama gelin görün ki çok kısa bir süre sonra klik, devletin torbasından bu kez de müthiş bir “ekonomik toparlanma” aracı çekti. “Yatırım karşılığında vatandaşlık verme programı”nı. Program çerçevesinde varlıklı yabancılara Kıbrıs’ta yatırım karşılığında Avrupa pasaportu sağlıyordu. Kendilerine de ailelerine de. Zengin yatırımcılara evet de, Kamboçya’da katliamlar gerçekleştiren diktatör Pol Pot’un akrabaları gibi suçlulara değil. Yöneticiler şimdi “Hatalar yaptık,” diyorlar, “ama verilen binlerce pasaport arasında yirmi kadarının da suçlulara verilmiş olması ne fark eder ki? Konu sadece bizim bilgimiz dâhilinde olup biz bunları yazarken onlar için sorun değildi, bizi kaale bile almıyorlardı. Buna rağmen ilgili bir yeni yasayı Meclisten geçirmeye baktılar. Zira “yolgeçen hanı olmak” çok kışkırtıcıydı.
Ve Kıbrıs’ın adı son gelişmelerle bir sonraki hileye kadar yine bir kez daha ayyuka çıktı. Ben Al Jazeera’nın bu işi nereye kadar vardıracağını görmeyi beklerken bu kez de 12 gün önce Kayıp Kişileri Araştırma Komisyonunun Kıbrıslı Türk üyesi Gülden Küçük’ün açıklaması geldi. Türk ordusu tarafından infaz edilen ve Ornithi’de gömülen daha sonra ise 1995 yılında bilinmeyen bir yere taşınan 80 Aşalı savaş esiri meselesine nihai bir son vermeye çalışıyordu. On yıl sonra Ornithi’de bir kazı yapılmış ve gömüldükleri yerden çıkarılan kayıplardan bazı kalıntılar bulunmuştu.
Bu kemik parçacıklarına yapılan DNA testi sonucunda 80 kişiden 77’sinin kimliğinin teşhis edildiğini söylüyordu. Olay kapanmıştı. Gördüğünüz gibi savaş suçlarında bile bıçak kemiğe ulaşmıyor. 80 aile, biz hipnoz durumundayken, Türkiye için silmeye çalıştığı bir muhasebe unsuru teşkil ediyor. Hükümet meşgul olduğu için tepki vermedi. Öylesine meşguldü ki, bu hibrid savaşı fark etmedi. Asıl soru şu: Bu zehirli ortamda umut var mı? Noam Chomsky geçtiğimiz günlerde “K” ye dünyanın karşı karşıya olduğu üç tehdit hakkında konuştu: artan nükleer savaş riski, iklim değişikliği ve demokrasinin daraltılması.
Chomsky bunu şöyle açıkladı: “Son tehdit alâkasız görünebilir ama değil. İki varoluşsal krizin üstesinden gelmek için tek umut, haberdar vatandaşların hayatı kendi ellerine aldıkları otantik demokrasidir.” Demek ki umut var!