Ufacık bir kara parçasının üzerinde başladı tüm hikaye…
Çok kısa zaman önce mutluluk içinde yaşayan canlıların öyküsü bu. Yemyeşil bir doğa, masmavi bir deniz, muhteşem bir gün batımı var bu hikayenin anlatıldığı topraklarda. Bir çok medeniyet ağırladı üzerinde, bir çok canlı çeşidi. Gel zaman git zaman uzun sürmedi canlıların bu adadaki mutlu birlikteliği. Farklılıklarını çeşitlilik olarak görmek yerine, öldürmek için bir bahane arayan insanlar, kimilerine göre kandırıldılar kimilerine göre gerçekten inandılar bu düşmanlığa. Uzun sürmedi bu çabalar ve geldi ardından çatışmalar… Ufacık kara parçasının canlıları yok oldu ve sürgün edildi. Kalan arsalar da eşe dosta parsellendi. Savaş insanlara olduğu kadar doğaya da zarar verdi. Etkileri hiç bitmeyen bu savaş ateşkes adı altında bitirildi. Oysa çığ gibi düşen ateş durmak bilmedi, yanan ateş; insanları, ağaçları, hayvanları, hakları, kısacası ne varsa bu adada yakmaya devam etti. Geçmişini ne unutabildi bu insanlar ne hatırladı; hatırlanan ayrılığı körükler kötü anılar, iyi anıları konuşmaksa yasaklandı. Birlikte var oluşun, mutlu zamanların esamesi bile okunmayan bu ufacık kara parçası yıllarca bu şekilde lanetlendi… Doğan her yeni canlı bu ateşe değdi. Aynı kelimeler farklı dillerde söylendi. Yas içten, küfür dıştan dillendirildi.Bir gün bile barış adına içten bir adım atılmadan, yetişen herkes anlamlandıramadığı bir geçmişte kayboldu. Binlerce canlı toprağın altında, binlercesi çok uzaklara gitti. Bayraklar döşendi bu kara parçasında bayraklarla bu vahşete bir süs verildi. Doğu, batı, kuzey ve güney hiçbir coğrafik konum es geçilmedi, her bayrağın yanına bir de heykel dikildi. Belki şüphe duyulur diye bu sevgiden doğayı katledip en büyük bayrak da dağa çizildi. Güzeldi bu ada eskiden, zamanla her şey tüketildi. Sonra tüketilen her şeyin yerine ithal ürün yerleştirildi. Koltukları önemliydi bu adanın. Koltuğa gelen herkese bir de araba verildi. Ay’dan özenti krater parçaları ile dolu yollarda trafik hiç bitmek bilmedi ama herkes adım başı mesafelere hep arabalarıyla gitti. Her adıma da bir askeri üst dikildi. Dağdaki bayrak durdu da dağ eriyip gitti. Yeni beton yığınları için yok edilen her dağ parçasından çıkan toz yemyeşil ağaçları beyaza boyadı bir de o ateş hep yandı. Bayraklardan bir tanesi renklerini yanan ateşin kırmızısı ve betonlaşan adanın beyazından aldı. Yok olan bu güzelliğe içildi hep, mangallar yandı ve hayvanlar yendi. Hayvanlar yaşanan bu vahşetten habersizdi. Bir birini öldüren insanlar her Pazar bir de hayvanları katletti. Bunun adına da kültür dendi.
Şimdi binlerce yıl geçti ve halen bekler bu insanlar, umut denen birini. Bekleyiş yok oluşla iç içe geçti ve düşmanlık bölünerek çoğaldı. Bölünen her şey gibi zaman da ikiye bölündü. İki ayrı saatin olduğu bu kara parçasında beklemek de iki ayrı zaman diliminde. Daha fazla bölünmeden birlikte örülen bir gelecek lazım şimdi bize. Zaman bu güzel adayı üzerindeki tüm güzellikleriyle kucaklama, bölünen her şeyi yeniden birleştirme, hep birlikte var olabilme ve hikayenin sonunu mutlu yazabilme vakti. Zaman yanan ateşin söndürülüp umudu yeşertmenin vakti.
Savaşsız, askersiz, nefret olmaksızın bu kara parçasında bizler olmalıyız gelecek.
Gelecek, zehirli bu toprakları yeniden yeşertip hep birlikte var olabilmeli, kök saldığı yere meyva veren bir ağaç gibi sevmeliyiz bu yeri!