Milyonlarca n kromozomun akıbetine uğrar, 2n kromozom bir araya gelir, sen olursun…
Ya oğlan ya da kız, hepi topu, nur topusun…
Daha o gün, ya pembe ya da maviye sıkıştırılırsın…
Ali derler, Ayşe derler, Ögeday Abdürrezzak bile derler, bir isme tıkıştırılırsın…
Uyanık olduğun zamanlarda annenin memesinde olmak istersin, “onbeş dakika bir meme, onbeş dakika diğer meme” der, ya doktor ya yaşlı teyze…
Emmek istersin, ağlarsın, azcık bala daldırıp kandırıp, plastik emzik tıkarlar ağzına, çok sürmez, alışırsın…
Günü geldi, çene gelişimi cart curt derler, alıştırdıkları emziği çekiverirler ağzından, istemeye istemeye, ağlaya ağlaya bırakırsın…
Püskürtürsün ağzından evde mayalanmış yoğurdu, bitmez bahaneleri, kalsiyum ihtiyacın damak tadından önemlidir, ‘bak kuş var havada’ diye kandırırlar, yüzünü ekşite ekşite yutkunursun…
Sevdiğini sevmediğini bilemezsin sen…
0-18 yaş arası herkes gibi senin de hür bir birey olduğun, BM Çocuk Hakları sözleşmesi’nin bir maddesidir sadece…
İster modern ister muhafazakar fark etmez, sen önce ailenin malısın…
Nasıl bir anne baba istediğini sormazlar sana ancak nasıl bir çocuk olman gerektiğini duyarsın her gün annenden, babandan, halandan, dayından ve bilumum akraba-ı mahlukattan…
Hatta seni tanımayan yabancı teyzelerden amcalardan…
Çevrendeki tüm yetişkinlerin kararlarına boyun eğmelisin, senin kararların irrasyoneldir, sen bilemezsin…
Bazen mahallede top oynamaya hakkın yoktur; aksi yetişkin amcanın uyuyamadığı için topunu kesmesini normal karşılamalı, “gidin başka yerde top oynayın” diyen teyzeye boyun eğmelisin.
“Top oynayacak başka yer yok ki” dersen terbiyesizsin, sen içinde yaşadığın toplumun da malısın.
Ne yiyip ne içeceğini seçemediğin gibi, ne öğrenmek istediğini de seçemezsin…
Ne müfredat hazırlarken sorarlar sana, ne online öğretim hakkında ne düşündüğün merak edilir, nasıl hissettiğinin önemi yok, sen zaten ne bilirsin…
Şimdilerde yaşıyorsan, ağlasan da sızlasan da piyano öğrenmelisin, müziğe başlangıç enstrümanı odur. Spora da cimnastikle başlamalı, bir müzik enstrümanı çalmalı ve bir spor dalıyla uşraşmalısın…
Çocuk olsan da yetişkin gibi davranmalısın, koşmamalı, terlememeli, yetişkinlerin ‘yaramazlık’ ‘mızırlık’ diye adlandırdığı aktivitelerden kaçınmalısın, bazen konuşmamalı, bazen gülmemelisin…
Otur dediklerinde oturmalı, kalk dediklerinde kalkmalısın ki, büyüdüğünde askerde öldür dediklerinde öldürebilesin…
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne devletin taraftır, bu sözleşmeye göre 18 yaşın altındaki her birey çocuktur ancak KKTC’de suç işlersen ıslahevi yok derler, cezaevini boylarsın, yatak yoktur, koridorda yatarsın…
Devletin de malısın, oy kullanamayacak kadar küçük, cezaevinde yatabilecek kadar büyüksün…
Makbul vatandaş olmanın yolu makbul çocuk olmaktan geçer; evde, okulda, arabada, sokakta, itaat edersen rahat edersin…
Pasif bir alıcı olmalısın, tahakküm yetişkinlerin hakları. Sana nasıl bir insan olman gerektiğini öğretecekler, öğreneceksin; “Ben kimim, nelerden hoşlanırım, ne isterim, ne istemem gibi “soruları büyüyünce sormaya başlarsın, henüz sen, sen değilsin, çocuksun, anlamazsın.
Ebeveynlerin, öğretmenlerin, seni “terbiye edebildikleri”, senin üzerinde egemenlik kurabildikleri ölçüde sorumluluklarını yerine getirdiklerini, başarılı olduklarını düşünürler; seninle eşit bir ilişki kurmayı reddederler, bunu talep edemezsin…
Senin üzerinde hakları değil, bazı sorumlulukları olduğunu bilmezler. Elbette sana bazı şeyleri anlatmak, sana yol göstermek, seni yetişkinlerin tehlikeli dünyası karşısında koruyup kollamak gibi yükümlülükleri vardır ancak bu yükümlülüklerin onlara, senin üzerinde tahakküm kurma hakkı kazandırmadığını da bilmezler, tahakkümü kabullenmelisin…
Ya bir felaketteki acının sembolize edilmesi için gözyaşı dökerken, ya batan mülteci botunda yaşamını kaybedip kıyıya vururken, ya cinsel şiddet ve istismar dolayısıyla ya da sümüklerin akarken şaşkın baktığın fotoğrafla gündemdesin…
18’e gelene kadar alış, hükümet politikalarında da olmayacaksın, cumhurbaşkanı adaylarının sana dair projelerini de duymayacaksın…
Belki bir yetişkin tarafından kasta seçilip, bir videoda portakal suyu içerek Serdar’ın merhametinin konu mankeni olacak, ya da ağlak dizilerde boyundan büyük laflar edecek, sekizbuçuk gibi uyuyacaksın…
Doğar doğmaz alışmaya başladın…
Alışa alışa, kanıksaya kanıksaya büyüdün…
Büyüdüğünde de her şeye alıştın, kanıksadın, alışmaya alışmış, kanıksamayı kanıksamıştın zira, tecrübelisin…
Oysa alışmak nasıl da tehlikeli bir tuzak…
Alışmak, sorgulamadan öylesine yaşamak..
Yaşamaya alışmak…
Yaşamayı otomatiğe bağlamak…
Büyüdün işte ve nasıl da alıştın öyle, kolayca, hukuksuzluğa, savaşlara, zulme, şiddete, tahakküme, adaletsizliğe, kişilik kaybına, ortasından bölünmüş şehirlere, yok sayılan ülkelere, insanlık onurunu ayaklar altına alan densizlere, lağım akıtılan denizlere…
Bunlara alışmaya hayat denir mi?
Her kim olursa olsun yapan, onurunun ayaklar altına alınmasına razı gelen, insan olabilir mi?
Daha delirmedin mi?
Emareleri varsa, şanslısın…
Koş terapiye, dön kendine, önce çocukluk travmalarını temizle, affede affede…
Usulca topla kalbinin kırılmış parçalarını yerden, kendinden başka hiçbir şey kazanamayacaksın, kimse de olmayacak yanında…
Sen sana yetecek, sadeleştikçe güçleneceksin zaman içinde…
Sen ordasın, insan orda işte…