Kıbrıs’ın devam eden bölünmesi, her biri farklı dilsel, kültürel ve dini kimliklere sahip olan Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumlarının ayrılmasına yol açmıştır. Bu ayrılık, özellikle Kıbrıs sorunu konusunda farklı sosyal temsillere yol açmıştır. Her iki toplumun siyasi elitleri ve resmi kurumları, ulusal semboller, ritüeller, anıtlar, medya ve eğitimi kullanarak geçmişe ilişkin birbiriyle çelişen anlatılar oluşturmuş ve siyasi hedeflerine uygun olarak kolektif hafızayı ve kimliği pekiştirmiştir. Bu manipülasyon, her iki toplumun da genellikle birbirine zıt olan kendi tarih versiyonunu geliştirmesiyle bölünmeyi derinleştirmiştir. Sonuç olarak, Kıbrıs sorunu sadece bir toprak anlaşmazlığı değil, aynı zamanda birbiriyle çelişen ulusal anlatılar üzerinde bir çatışma haline gelmiştir.
Kıbrıslı Rum milliyetçiliği, adanın Helenleşmesini MÖ 14. yüzyılda Yunanlıların adaya gelişine dayandırır ve bunu adanın Helen kimliğinin temeli olarak görür. Bu anlatıya göre Kıbrıs’ın Helenleri tarih boyunca yabancı işgalcilere karşı hayatta kalmak için mücadele eder ve bu mücadelenin 1974’teki Türk istilasının bir sonucu olarak adanın %37’sini işgal etmesiyle doruğa ulaştı. Kıbrıslı Türkler için ise anlatı, 1571 yılında Türklerin gelmesiyle başlar ve Kıbrıslı Rumları birincil düşman olarak gösterir. Bu versiyonda, Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumlarının yönetimi altında mücadele eden bir halk olarak görülür ve 1974 savaşı, Kıbrıslı Türkleri korumakla kalmayıp, Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi olan Enosis planlarını da engelleyen Türkiye’nin olumlu bir müdahalesi olarak değerlendirilir. Mağduriyeti vurgulayan ve “öteki”ni düşman olarak gösteren bu birbiriyle çelişen anlatılar, travmayı ve güvensizliği sürdürerek önyargıları ve bölünmeyi pekiştirir ve gelecekte bir arada yaşama ve uzlaşma olasılığını engeller.
Milliyetçilik, Kıbrıs’ın yakın tarihinde tartışmasız en baskın siyasi ideoloji olmuştur. İki topluluğun farklı ve çoğu zaman zıt siyasi hedeflerine rağmen, Kıbrıs’ta ortaya çıkan milliyetçilikler, Türkiye veya Yunanistan ile ortak tarih, köken, dil, kültür ve dini vurgulayan etnik milliyetçiliğe dayanıyordu.
Ancak Kıbrıs’ta milliyetçiliğin bu versiyonlarına karşı çıkan ve kendisini aktif olarak milliyetçiliğe karşı bir ideoloji olarak sunan üçüncü bir ideolojik pozisyon da mevcuttur. Bu pozisyon akademik araştırmalarda “Kıbrıslıcılık” olarak adlandırılmıştır ve kendine özgü, kendine has bir Kıbrıs kimliği talep eden bir dizi siyasi fikirlerle karakterize edilmektedir. Her ne kadar büyük ölçüde iktidar yapıları ve kurumlarının dışında yer alsa da, Kıbrıslıcılık özellikle Kıbrıs’ın yeniden birleşmesini amaçlayan sosyal ve siyasi hareketler içinde hâkim olmaya devam etmektedir.
Kıbrıslı Rumlar bağlamında, özellikle 1974’te adanın bölünmesinden sonra, siyasi söylem, Kıbrıs’ın siyasi bağımsızlığını elde etmek için gerekli olarak çerçevelenen yeniden birleşme yönünde değişti. Bu değişim, 1980’lerin ortalarına kadar, Kıbrıs’ın siyasi özerkliğini savunan ve Yunanistan ve Türkiye’den ayrı, kendine özgü kimliğini vurgulayan bir ideoloji olan Kıbrıslıcılık lehine milliyetçiliğin kenara itilmesine yol açtı. Böylelikle, Kıbrıslıcılık adanın topluluklarının yeniden birleşmesini teşvik eden bir ideoloji olarak ortaya çıktı. Kıbrıs’ın kimliğini vurgulayan bu ideoloji, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’na göre garantör olan hem Yunanistan’ın hem de Türkiye’nin adanın bağımsızlığını tanımaları gerektiğini savunuyor. Kıbrıslıcılık, Kıbrıs’ın özerkliğini tarihsel, siyasi ve kültürel açıdan çerçevelendirirken, Yunanistan veya Türkiye’den tamamen kopmayı savunmuyor. Bunun yerine, Yunan ve Türk etnik kimliklerini kabul ederken, her iki toplumun farklı kültürel gelişimlerini vurgular ve hem Kıbrıslı Rumlar hem de Kıbrıslı Türkler için ortak bir temel oluşturur.
Kıbrıslı Türk toplumuna gelince, Türkiye ile değişen dinamikler ve kamusal yaşamda Türkleştirme süreci, birçok kişinin ayrı bir Kıbrıslı Türk kimliğinin gerekliliğini vurgulamasına neden oldu. Zamanla, Kıbrıslı Türkler içinde bulunduğu durumu bir “açık hava hapishanesi” olarak görmeye başladılar ve Türkiye’yi sadece kurtarıcı değil, aynı zamanda baskıcı olarak da görmeye başladılar. Bu değişim, özellikle gençler arasında, acı çekme ve barbar “öteki” ile ilgili eski milliyetçi anlatılara meydan okudu. Ortaya çıkan bu yeni söylem, kontrol noktalarının açılmasından önce bile, aktif bir anımsama ve ortak travmanın karşılıklı olarak tanınması yoluyla geçmişe ait mağduriyetlerin ele alınmasını talep ediyordu. Kıbrıslı Türk toplumu, artık kendine özgü Kıbrıs kimliğini de korumaya çalışıyor. Ayrıca, Kıbrıs sorununun çözülmesinin, Türkiye’ye olan bağımlılığını azaltacağının ve uluslararası izolasyonununun sona erdireceğinin de farkında.
Son yıllarda adanın kuzeyinde, Kıbrıslılık kavramının ırkçı ve milliyetçi bir söylem olduğu ve 1974’ten sonra adanın kuzey kesimine yerleşen Türkiye kökenli kişileri dışladığı yönünde görüşler dile getirilmektedir. Böyle bir tanımlama kesinlikle çelişkilidir, özellikle de Kıbrıslılığın ana hedefinin, adadaki tüm etnik grupları kapsayarak, Kıbrıs kimliğinin ortak özelliği temelinde barış içinde bir arada yaşamalarını sağlamak olduğunu düşünürsek. Bu görüşün oluşma nedenlerini anlayabilmek için, 1974’ten sonra iki tarafta oluşturulan dinamiklerin birbirinden çok farklı olduğunu akılda tutmamız gerekir. Adanın güneyinde Kıbrıslılık, beş etnik gruptan dördünün -Rumlar, Maronitler, Ermeniler ve Latinler – pratik olarak birlikte yaşamasıyla ifade edilirken, adanın kuzeyinde Kıbrıslılık, adanın bölünmesi nedeniyle diğer Kıbrıslıların barış içinde bir arada yaşamalarının dışında kalan beşinci etnik grup olan Kıbrıslı Türklerin Ankara’nın sömürgeci politikalarına karşı bir kalkandan ibaretti. Ne yazık ki Ankara’nın bu sömürgeci politikalarının önemli bir parçası Türkiye’den nüfüs taşımasıdır. Dolayısıyla, Kıbrıslılık adanın güneyinde birleştirici bir unsurken, kuzeyde yerli toplumun kimliğini korumak amacıyla ve asimilasyona karşı bir direniş aracı olarak, mecburen bir ayrıştırıcı unsur olarak işlev gördü. Ancak, bir yerli nüfus kimliğini, kültürünü, varlığını, kendi kaderini tayin hakkını, kendi memleketi hakkında karar verme hakkını korumak için bu ayrıma başvurursa, bu ayrım ırkçılık ve milliyetçilik olarak değerlendirilemez. Memleketlerine gelen nüfus, onların izniyle gelmemişse ve korumaya muhtaç olan mülteciler veya iş arayan göçmenler olarak değil de adanın yeni efendileri olarak gelmişse, bu ayrımcılık ırkçılık ve milliyetçilik olarak değerlendirilemez. Kıbrıslıcılık’ın savunduğu şey, Türkiye’den getirilen nüfusun da sömürgeciliğin mağdurları olmasına rağmen bu durum, adadaki beş etnik grubun, söz konusu nüfusun evlerinin ve memleketlerinin sahibi olması yönündeki Ankara’nın dayatmasını kabul etmelerini haklı çıkarmaz. Türkiye’den getirilen nüfusun adadaki varlığı, yerli nüfusun insan haklarını ihlal etmemeli, Ankara tarafından sömürgeci politikalar uygulamak için araç olarak kullanılmamalıdır.
Tüm bunların ötesinde, Kıbrıslılığı bir sığınak olarak benimseyen Kıbrıslı Türkler ırkçılık ve milliyetçilikle suçlanamaz.