“Önemli olan buzun kırılmış,
yolun açılmış ve
gösterilmiş olmasıdır.”[1]
1917 Ekim Devrimi’nin 105. sene-i devriyesinde, “Bir zamanlar siyasetin ve eleştirel düşüncenin en önemli kavramı olan ‘devrim’ artık hükmünü yitirmiş gibi görünüyor,”[2] zırvalarına rağmen hâlâ yaşayan/ yaşatılan bir şeyi konuşuyoruz, o da gündelik hayatın devrimcileştirilmesinden, devrimin güncelliğine uzanan Ekim Devrimi hakikâti ile müsemma Leninizm’dir.
Ekim Devrimi’nden bahsetmek onun gündelik hayatın devrimcileştirilmesinden, devrimin güncelliğine uzanan diyalektiğini kavramaktan geçerken asla unutulmaması gereken: “Bizim doktrinimiz bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur.” “Biz, Marx’ın ya da Marksistlerin, sosyalizm yolunu bütün yönleriyle tanıdığını savunmuyoruz. Bu, saçmadır. Biz, bu yolun yönünü tanıyoruz. Hangi toplumsal güçlerin oraya götürdüklerini biliyoruz. Ama, somut olarak, pratik olarak, ne olduğunu, işe koyuldukları zaman milyonlarca insanın deneyimi bunu gösterecektir,”[3] uyarısıdır.
Ayrıca “Kapitalizm, bütün dünyada zafer kazanmıştır, ama bu zafer, emeğin sermayeye karşı kazanacağı zaferin başlangıcından başka bir şey değildir,”[4] kararlılığını dile getiren V. İ. Lenin’in, Ekim Devrimi’ne ilişkin, “Bu bir ilk zafer, nihai zafer değil henüz,” yaklaşımının altı da özenle çizilmelidir.[5]
Sosyalizmin yeni(lenen) insan(lık)ın uygarlığı olduğu kanıtlayan Ekim Devrimi’nin, insanlık tarihini önemli kırılma noktalarından birisi olduğu kavrayışıyla, Büyük Fransız Devrimi, Paris Komünü, Meksika Devrimi, Çin Devrimi, Küba vd’lerinin tarihin önünü açarak, birbirlerini besleyen “11. Tez”ci inşa süreçleri olduğu da göz önünde tutulmalıdır.
Bu tür bir kavrayış ezilenler için hâlâ bir vazgeçilemezliktir; sürdürülemez kapitalist hakikâtin ortaya çıkardığı tablo ise, -Fikret Başkaya’nın söylemiyle!- “çöküş”tür.
Zamanın ruhu “çöküş”ün görünür, tarihin sahnesindeki tüm kapitalist yapıların gereksiz hâle geldiği bir kesitte somutlanırken; artık hiçbir kimse, hiçbir yer, hiçbir hava, hiçbir değer “çöküşten” azade değildir.
Kolay mı? Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Kâr ve sermaye birikimini arttırmak amacıyla yapılan kapitalist üretim, doğada ve toplumda büyük tahribatlara yol açarak çelişkileri alabildiğine derinleştirmiş, bir kırılma ve patlama noktasına taşımıştır. Tarihsel bir tıkanma yaşayan kapitalizm bugün tüm insanlığı bir var oluş sorunuyla karşı karşıya getirmiş bulunuyor. Ekonomik kriz, salgın, ekolojik kriz, savaş ve göç sorunu, akıl almaz boyutlara varan toplumsal eşitsizlik…
Evet kapitalizm III. büyük buhranını yaşıyor. Krizin, sistemin merkezindeki emperyalist ülkelerde patlak vermesi, küresel ölçekte yaşanması ve daha önemlisi kapitalizmin artık yaşlı ve tıknefes olması gibi olgular, sömürü düzeninin ne denli büyük bir çıkışsızlıkla karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor. Kriz ve emperyalist savaş gerçeği, çürüyen kapitalizmin insanlığa umut olamayacağını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Değişik cephelerde yoğunlaşmış bulunan emperyalist savaşın ve hegemonya kavgasının, kapitalist bunalımın şiddetlenen evrelerinde daha da kızışacağı ve bugünkünden farklı biçimlerle yaşanacağı açıktır. Tarihsel deneyim de gösteriyor ki, kapitalist bunalım, süregiden savaşların ve savaş tehdidinin de gösterdiği gibi, sistemin ve toplumsal yaşamın bünyesinde biriken çelişkileri her alanda keskinleştirmektedir. V. İ. Lenin’in isabetli tespitiyle, savaşlar devrimlerin anasıdır.
Kapitalizmin yarattığı karanlık bir taraftan insanlığa cehennemi yaşatırken, diğer taraftan yeni isyan dalgalarını tetikleyerek yeni Ekim’lerin temelini hazırlıyor.
Yeter ki gündelik hayatın devrimcileştirilmesinden, devrimin güncelliğine uzanan “11 Tez”in Leninist diyalektiğini kavrayıp, hayata geçirebilelim.
GÜNDELİK HAYATIN DEVRİMCİLEŞTİRİLMESİ
Leninizm’in “topyekûn devrimcilik” olduğu yalanına sarılan “sivil toplumcu”lar; onun “Devrimin güncelliği adına gündelik hayatın devrimcileştirilmesi”ni “es” geçtiğinden, mevzi savaşlarını “küçümsediği”nden söz ederek; içi boş(altılmış) demokrasi/ve parlamentarizm şovlarını kutsarlar!
“İyi kapitalizm” sanrısıyla müsemma anti-Leninist lafazanlıklara Gail McHugh’un, “Yılan, ne kadar deri değiştirirse değiştirsin yine de yılandır!” uyarısını hatırlatarak ilerlersek…
Ezilenlerin nihai kurtuluşunu hedefleyen tarihsel süreklilik, gündelik hayat devrimcileştirilerek anlamlandırılabilir. Bu bağlamlı politik dönüşüm, gündelik hayat devrimcileştirmek için toplumsal çatışmaya girmeyi göze almayı “olmazsa olmaz” kılarken; devrimin “dünyası” ile gündelik hayatın “dünyası” birbirinden soyutlanamaz.
Baskının ve sömürünün damgasını vurduğu burjuva dünyada kitlelerin, kelimenin gerçek anlamında, hiçbir varlığı yokken; “politik dönüş” tartışmalarını, dip dalgaların “devrimci tahayyüllerinin” bir boyutu olarak ele almalıyız. Yani, toplumsal dönüşümün sadece gündelik bir dönüşüm değil, bir gelecek tahayyülü olduğunu unutmadan!
Kaldı ki gündelik hayatın devrimcileştirilmesi kesintisiz devrim(cilik)den başka anlam taşımaz!
Unutulmasın: Burjuvazinin biz(ler)e dayattığı kâbus, insan(lık)ı tecrit etmek, bezdirmek ve hayattan koparmak için tasarlanmış pratiktir ve gündelik ilişkilerle çevrelenmiş özel mülkiyet ilişkileri tahakküm yapısını meşrulaştırır.
Bu durumda zamanımızın gerçek yaratıcılığı topyekûn devrimin amacını zorunlu kılar. Yani isyan, kapitalist uzam içindeki baskıcı güçlerin mantıksal bir sonucudur. İsyan bir olay ve en önemlisi de hakikâttir. Her isyan bir karşı duruş alanı yaratırken; bir mücadele ile direnişi ifade eder. İsyanların sebepleri kadar mantıkları da vardır, onun gerçekçiliği imkânsıza talip olmaya mahkûmdur.
“Gündelik hayat”tan söz ederken; sadece onunla sınırlanıp, aslî hedefi, yani bugünden iktidar hedefiyle geleceği biçimlendirmeyi “es” geçmemeli ve parlamentarizmi yerli yerine oturtabilmeliyiz.
Bu konuda “Sosyal-demokrat partiler her zaman ve her koşulda, yığınların örgütlenmesi ve sosyalizmin yayılması için en küçük legal olanaktan yararlanmayı ihmal etmemekle birlikte, legal çalışmanın kölesi olmaktan da, kendilerini kurtarmalıdırlar.”[6] “Ezilenlerin birkaç yılda bir ezen sınıfın hangi temsilcilerinin parlamentoda kendilerini temsil edip bastıracağına karar vermelerine izin verilir.” “Parlamento çalışmaları, bazılarına bakan koltuğu sağlar, bazılarını ise hapishaneye, sürgüne, kürek cezasını çekmeye gönderir. Kimileri burjuvaziye, kimileri proletaryaya hizmet eder. Kimisi sosyal-emperyalisttir, kimisi devrimci Marksist,”[7] vurgusuyla V. İ. Lenin şunları der:
“Doğru bir politika en iyi politikadır. Prensiplere dayalı bir politika ise en pratik politikadır.”
“Eğer birleşmek zorundaysanız diye yazıyordu parti liderlerine Marx, hareketin pratik amaçlarını karşılayacak anlaşmalara girin ama ilkeler konusunda herhangi bir pazarlığa izin vermeyin, teorik ödünler vermeyin.”[8]
“Devrimci savaşım yöntemlerini savunmak, tartışmak, değerlendirmek ve hazırlamak amacıyla bir illegal örgüt kurulmaksızın yığınların devrime yöneltilmeleri olanaksızdır.”[9]
Aynı konuda “Parlamenter budalalık, talihsiz kurbanlarında, tarihte ve gelecekte tüm dünyanın, kendilerinin de üyesi olma onurunu taşıdıkları belirli temsil organlarındaki oy çoğunluğu tarafından yönetilip belirlendiğine ve meclis duvarları dışında olup biten savaşlar, devrimler vb. bütün her şeyin, o anda yüce meclislerinin gündemini işgal eden önemli konu her ne ise, bununla alâkâlı kıyas kabul etmez olaylarla karşılaştırıldığında bir hiç olduğuna cidden inanmak şeklinde kendini gösteren bir bozukluktur.”[10]
Evet parlamentarizmin, seçimin çözüm olduğu yanılgısına sarılıp, onu beslemeden: “İki anlamda uyanık olalım: Auschwitz’den bu yana insanın ne yapabileceğini biliyoruz. Hiroşima’dan bu yana da neyin tehlikede olduğunu biliyoruz.”[11]
“Yaşamın bir düşüş olarak görülebileceği düşüncesi, insan imgeleminin içkin bir öğesidir. ‘Düşlemek düşüşün mümkün kılındığı yüksekliği kavramaktır’…”[12]
“Zamanımızın gerçek bireyleri, kitle kültürünün kof, şişkin kişilikleri değil, ele geçmemek ve ezilmemek için direnirken, acının ve alçalışın cehennemlerinden geçmiş fedailerdir.”[13]
O hâlde gündelik hayatın devrimcileştirilmesini parlamenter “mevzi”den değil, ezilenlerin gündelik “siper savaşları” temelinde ele alarak kapitalist barbarlığın eşitsizliğine karşı direniş ütopyasıyla ilişkilendirmek gerekirken; gündelik hayat düzen dışı alternatifsiz aşıl(a)maz.
Fikret Başkaya’nın, “Çöküş kaçınılmaz. Bir sürdürülemezlik durumu ortaya çıkmış bulunuyor,” notunu düştüğü sürdürülemez kapitalizm tablosunda “Doğrudan rejimi değiştirmeyi, verili durumu aşmayı radikal olarak sorun etmeyen hiç bir mücadelenin, hiç bir hareketin bu dünyada bir şeyler kazanma şansı yoktur. Zira kimlik mücadelesine odaklanmak, neo-liberal kapitalizmin değirmenine su taşımaktır. Bu sorunuzla ilgili olarak son olarak şöyle diyelim: Doğrudan kapitalizmi aşmayı hedeflemeyen hiçbir hareketin şu lânet olası kapitalizm dahilinde hiçbir şansı yoktur. Bir baltaya sap olma ihtimali yoktur. Şeylerin seyrini değiştirmesi mümkün değildir. Biz Kürtler, biz Alevîler, biz siyahlar, biz kadınlar, vb… demek önemlidir ama ‘Biz ezilenler, biz sömürülenler’ demek çok daha önemlidir.”
Gerçekten de Meclis’i “içi boş bir midye kabuğuna” benzeten Başkaya’nın işaret ettiği üzere “Mücadele zeminini değişmeli”yken; aksine “Hep onların koyduğu kurallara göre, onların sahasında, onların koşullarında maça çıkılıyor, mücadele ediliyor. ‘Ben senin ne oyununu ne de oyununun kurallarını kabul etmiyorum’ demek lazım. Bu hâliyle hâlâ bildik siyaset tarzında ısrar etmek, abesle iştigal etmektir. Meclis tam bir içi boş midye kabuğuyken hâlâ orada bulunmak niye? Artık oyuna gelme durumuna son vermek, kendi oyununu kendin kurma zamanı gelmiş olmalı. Sahte oyunların figüranı olmanın bir âlemi yok!”[14]
Çünkü parlamentarizm “yapmaz”/ yapamaz!
Malum: “Yapmak” özneyi etkinleştiren, süreci onun yaratıcı eylemine tabi kılan bir duruma işaret eder. “Olmak” ise kendiliğindenlik, edilgenlik, pasif izleme anlamlarını içerir. “Siz oy verince… olacak!” gibi…
Not edin: Kapitalist devlet “makinesinin” organları, kadroları, iç düzeneği, kültürü, teknolojisi, mali kaynakları, amaçları düzenin parçası parlamentarizmi besler ve seçimlerle “değiştirme” ısrarı da “düzeni” değiştirmez, pekiştirir.
Tıpkı milletvekili(miz) Musa Piroğlu’nun bir zamanlar ifade ettiği gibi: “16 yıllık sürecin sonunda neredeyse her seferinde sandık yoluyla iktidarı durdurma ve bunun üzerinden sisteme müdahale etme temelinde ortaya konan strateji bu stratejinin inşa ettiği propaganda, bu propagandanın yarattığı motivasyon her sandık yenilgisiyle kitlelerde büyük hayal kırıklıklarının, moral bozukluklarının oluşmasına yol açmış, örgütsüzlüğün kalıcılaşmasına sebep olmuştur. Seçimi iktidarı devirmenin temel aracı olarak ele alan bu bakış açısı kaçınılmaz olarak siyaseti bu siyasetin ittifak ve örgütlenme şeklini seçimle tarif edip sınırlandırmış gevşek amorf örgütsel ilişkiler ve sınıf zemininden kopuk verili kimlik siyasetine yaslanan siyasal tespitler ve taktikler üretilmesine sebep olmuştur.”[15]
DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ
György Lukács’a göre V. İ. Lenin’in düşüncesinin temeli, emperyalizm ve savaşlar devrinde gerek Rusya’ya dair hadiseleri gerekse uluslararası gelişmeleri, “devrimin güncelliği” perspektifinden kavramasıdır. Ona göre Eduardo Bernstein tipi revizyonistler ile Karl Kautsky’yi birleştiren husus, devrimin evrensel güncelliğini reddetmeleridir.
“Kaba bir Marksistin gözünde burjuva toplumunun temelleri o kadar sarsılmaz bir sağlamlıktadır ki, bu temellerin son derece göze çarpan biçimde sarsıldığı anlarda bile yalnızca ‘normal’ duruma dönülmesini diler, burjuva toplumunun bunalımlarını geçici olaylar olarak görür ve böyle zamanlarda bile mücadeleye kesinlikle yenilmez olan bir kapitalizm karşısında akıl dışı ve sorumsuz bir isyan olarak bakar.”
Oysa V. İ. Lenin devrimi bir ufuk olarak değil, aktüel bir mesele olarak kavramaktadır.
“Devrimin güncelliği, tek tek her günlük sorunun, toplumsal tarihsel bütünün somut bağlamı içinde ele alınması, bunların proletaryanın kurtuluş momentleri olarak incelenmesi demektir. (…) Bu ise yalnızca, günlük her sorunun -günlük sorun olarak bile- aynı zamanda devrimin temel sorunu olduğu anlamına gelir.”[16]
Yani devrim artık bir teorik soyutlama değil, güncel meseledir. V. İ. Lenin’den oldukça farklı bir terminoloji kullanan Walter Benjamin’in deyişiyle, “Bu gelecek içerisinde her an, Mesih’in geçebileceği küçük kapı”dır artık.[17]
Yani devrim, ancak güncel ve gerçekleşebilir bir mesele olarak kavrandığında onunla günlük mücadeleler arasında somut bağlar kurulabilir. Oysa bu ikisi arasındaki güncel bağları kesmek, sağ oportünizmin evrimciliğine ya da sol oportünizmin maceracılığına varır.
Tekrarda yarar var: Devrimin güncelliği, tarihsellik içinde bireyin devrimi somut olarak bilince çıkarması; güncel olanın tarihsellik bağlamında düşünülmesi ve yapılmasıdır.
Toplumsal ilişkilerin köklü dönüşümü olarak devrimin stratejisi ve programının, güncel politika içinde taktiklerle gerçekleştirme iradesidir.
Güncel/ güncellik sözcüğü, Fransızca aktüel/act (eylemek), “gündem” sözcüğünün kökeni gösterilen Latince “agendum” (davranmak)” ya da “mod, usul, taze, yeşil” içerikleriyle düşünüldüğünde daha somut anlamlarını bulur.
Düşünce ve eylem birliğidir güncellik. Devrim “moduna girmek” devrimin “usulünce” gitmektir. Yaygın halk deyimleriyle devrimin “telinde çalmak” devrimcinin “içindeki tazelik”tir, devrimin güncelliği fikri ve ruhu.
Devrimin ön günlerinde V. İ. Lenin “Gri teoridir, dostum; ama yeşil yaşamın sonsuz ağacıdır,” derken bu anlam ve ruhla seslenir.
Devrim, bireylerin romantik coşkusuyla gelen fetişleştirilmiş bir iradeden değil, bilimsel temelleriyle tarihsel bir olgu olarak meydana gelir. V. İ. Lenin için devrimin güncelliği meselesi daha inançlı, daha iradeli devrimci olmasından öte; onun Marksist tarih bilimi “tarihsel materyalizm” ışığında devrimin koşullarını temellendirmesinde aranmalı.
Tarihsel materyalizm, proletarya devriminin teorisidir. Tarihsel materyalizmin özü, emek- sermaye çelişkisinde proletaryanın tüm sınıfsal varlığını belirleyen toplumsal gerçekliğinin düşünsel özeti/sentezi olduğu; kurtuluş mücadelesi veren proletarya, devrimci öncü rolünün berrak bilincini onda bulduğu için böyledir.
V. İ. Lenin’in önemi de Marksist öğretinin, tarihsel materyalizmin özünü derin ve geniş kavrayışında; bunun yanında yaşadığı dönemin, kapitalist sistemin fenomenlerinin proleter devrime yönelik eğilimlerini doğru olarak analiz edip kavramlaştırmasında saklıdır.
Özetle devrimin güncelliği, V. İ. Lenin’in temel düşüncesi ve aynı zamanda onu Karl Marx’a kesin bağlayan noktadır; György Lukács’ın da işaret ettiği üzere:
György Lukács, Marx’ın yöntemini, “İngiliz fabrikasının mikrokosmosu içinde, onun toplumsal öncülleri, koşul ve sonuçlarında, onun oluşumuna yol açan ve varlıklarını sorunlu bir hâle sokan tarihsel eğilimlerde, bir bütün olarak kapitalizmin makrokozmosunu hem teorik hem de tarihsel olarak ortaya çıkarmıştır,”[18] diye açıklarken; V. İ. Lenin’in yöntemine dair şunları der:
“Bugün, Marx’ın kapitalizmin genel gelişmesi için yaptığını, zamanımızda Lenin’in başardığını bilen çok az kişi var. Lenin, modern Rusya’nın gelişme sorunları içinde -yarı feodal bir mutlaki yönetim altında kapitalizmin oluşum sorunlarından, geri bir köylü ülkesinde sosyalizmi gerçekleştirme sorunlarına dek- daima, tüm bir çağın sorunlarını gördü: kapitalizmin son aşamasına girildiğini ve proletarya ile burjuvazi arasında artık kaçınılmaz olan nihai mücadeleyi, proletaryanın -ve insanlığın kurtuluşu- yararına yönetme olanaklarını gördü.
“Lenin asla, -tıpkı Marx gibi- zaman ve mekânca sınırlı, yerel Rus deneyimini genelleştirmedi. Tersine, o, dâhice bir bakışla, zamanımızın temel sorununu, ilk ortaya çıkacağı yer ve zaman içinde derhal seçti: Yaklaşan devrim. Ve bundan sonra, gerek Rusya’ya ilişkin gerekse uluslararası tüm olayları, bu perspektif içinden, devrimin güncelliği perspektifinden kavradı ve kavranabilir kıldı.”[19]
Kısaca V İ. Lenin, kapitalizmin en gelişkin olduğu örneklere değil, kendi ülkesine baktı. Rusya’nın gerilik ve özgünlükleriyle kaynaşan koşullar içinde, Birinci Dünya Paylaşım Savaşıyla bağlantılı gelişmeler, sınıf mücadelesi ile koşullanmış örgütü ile devrim/iktidar perspektifini kaynaştırdı; tarihsel moment ve olanakları değerlendirerek Ekim Devrimi sıçramasında en önemli rolü oynadı.
György Lukács, V. İ. Lenin’in siyasal özgünlüğünü, “Devrimin güncelliği: Lenin’in temel düşüncesi ve aynı zamanda onu Marx’a kesin olarak bağlayan nokta budur,”[20] diyerek açıklarken; söz konusu bağı, “Toplumsal-tarihsel bütünün tam bir çözümlemesi”ne dayandırır.
“Devrimin güncelliği, tek tek günlük her sorunun, toplumsal-tarihsel bütünün somut bağlamı içinde ele alınması, bunların proletaryanın kurtuluş momentleri olarak incelenmesi” olarak açıklar.
Özetin özeti : “Günlük her sorunun -günlük sorun olarak bile- aynı zamanda devrimin temel sorunu olduğu”[21] köktenci yaklaşımı V. İ. Lenin’deki hâkim düşüncedir.[22]
Bunun içindir ki György Lukács, V. İ. Lenin, “Devrimci işçi sınıfı hareketinin Marx’tan beri yarattığı en büyük düşünür,” derken yanılmıyordu.
V. İ. Lenin, “Sovyetler + Parti = Ekim Devrimi” formülünün hayata geçirilmesine önderlik ederken; “Devrimi hazırlama görevi partiye düştüğü için parti, devrimci kitle hareketinin -eş zamanlı olarak ve eşit ölçüde- hem ön şartı hem sonucu, hem üreticisi hem de ürünü hâline gelir,”[23] diye ekler György Lukács…[24]
Ancak burada sadece öncü (parti) ile zafer kazanılamayacağını[25] ve de Rosa Luxemburg’un[26] uyarıları da unutulmadan; sovyet (şûra, meclis, konsey) zorunluluğunun altı; “Parti sınıfın öncüsüdür ve görevi kitleleri yönetmektir, salt kitlelerin ortalama siyasal düzeyini yansıtmak değil,”[27] gerçeği “es” geçilmeden çizilmelidir.
DEVRİM, İKTİDAR, SOVYETLER
Leninizm’in her devrimin bir iktidar sorunu olduğu gerçeğini kilit mesele olarak gördüğü bir “sır” değildir. Malum: “Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur,” der V. İ. Lenin…
Yukarıda da işaret ettiğim gibi V. İ. Lenin, bir partinin tasarısından değil, işçilerin kendi mücadelesinin içinden çıkan sovyetlerin, yeni tarz bir devletin çekirdeği olabileceğini savundu. Bunu da “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganıyla formüle etti, bunu bir hükümet değişikliği olarak değil farklı tipte bir devletin ortaya çıkmasının başlangıcı olarak görüyordu:
“… ‘İktidar Sovyetlere’ sloganı çok sık ‘Sovyet çoğunluğu içindeki partiler kurulu’ anlamına geliyormuş gibi yanlış yorumlanmaktadır… ‘İktidar Sovyetlere’ eski devlet aygıtını tümüyle kökten yeniden şekillendirmek demektir. Yani, Sovyetlerin gerçek bir demokratik aygıtı, yani, halkın -işçi, asker ve köylülerin- örgütlü ve silahlı çoğunluğudur. Halkın çoğunluğuna inisiyatif ve bağımsızlık tanımak demektir.”[28]
Gerçekten de 1905’te Sovyetler ilk oluştuğu zaman V. İ. Lenin, onları mücadele organı olarak nitelerken haksız değildi. “Emekçi Temsilcileri Konseyi ne bir işçi parlamentosu, ne de bir proleterci devletin organı, ve hatta ne de herhangi bir hükümet organıdır. (Konsey) belli amaçların elde edilmesi için girişilen bir mücadelenin organıdır. (…) İşçi Delegeleri Konseyi veya Parti? Bence işin doğrusu şu olmak gerek: Hem İşçi Delegeleri Konseyi, hem de Parti…”[29]
Lakin pratiğe bağlı olarak Sovyetler konusu ve Bütün İktidar Sovyetlere siyaseti, devingen içeriklidir. 1905’te parti ile birlikte mücadele organı, 1917’de Geçici Hükümet karşısında emekçi iktidarı adayı bir organ, emekçi sınıfların ve bütün solun mücadele ve ittifak örgütlenmesi, Nisan-Temmuz döneminde yapılabilse idi barışçıl geçişi sağlayabilecek tek araç, giderek bir ayaklanma çağrısı ve “Kitle hareketi ve devrimci mücadele sonucunda vücuda gelen bir iktidar biçimi”dir.[30]
Yeni iktidar biçimi, yeni bir rejimi ifade eder. “Sovyetler sistemi, parlamenter sistemin avantajlarının, yakın ve doğrudan demokrasinin, yani hem yasama hem de yürütme erkinin halkın seçilmiş temsilcilerinin elinde toplanmasından kaynaklanan avantajları ile bütünleştirilmesi olanağını yaratır. Burjuva parlamenter sistem ile kıyaslandığında, bütün bunlar, demokrasinin gelişiminde evrensel ve tarihsel önem taşıyan yönlerdir.”[31]
Bu noktada György Lukács’ın, V. İ. Lenin çözümlemesine değinmekte yarar var. O, Lenin’in, “Saf bir sosyal devrim bekleyen biri onu asla yaşayamaz. Ve böyle biri, gerçek devrimi anlamayan, yalnızca lafta devrimci olan bir kişidir,”[32] sözlerini aktardıktan sonra burjuva ve proleter devrimlerin diyalektiğine dair V. İ. Lenin’den hareketle şunları söyler:
“Çünkü gerçek devrim burjuva devrimin proleter devrime diyalektik dönüşümüdür. Geçmişteki büyük burjuva devrimlerinin önderi ya da yararlananı olan sınıfın artık nesnel açıdan karşıdevrimci olduğu gibi tartışılmaz tarihsel bir olgu, asla, bu devrimlerin çevresinde dolandığı nesnel sorunların artık toplumsal açıdan sona erdiği, bu sorunların devrimci çözümüyle hayati ilgileri bulunan toplumsal tabakaların tatmin olduğu anlamına gelmez. Tam tersi. Burjuvazideki karşı devrimci dönüşün anlamı, sadece, proletarya karşısında düşmanca bir tavır alması değil, aynı zamanda burjuvazinin kendi devrimci geleneklerinden de vazgeçmesidir. Burjuvazi kendi devrimci geçmişinin mirasını proletaryaya devreder. Bundan böyle, burjuva devrimini mantıksal sonucuna götürebilecek konumda olan tek sınıf, proletaryadır. Yani bir yandan burjuva devrimin güncelliğini hâlâ koruyan talepleri ancak bir proleter devrimin çerçevesi içinde gerçekleşebilecektir, öte yandan bu taleplerin tutarlı biçimde gerçekleştirilmesi bizi zorunlu olarak bir proleter devrime götürecektir. Hasılı bugün proleter devrim, aynı anda burjuva devrimin hem gerçekleşmesi, hem de aşılması demektir.”[33]
Şunu yüksek sesle telaffuz etmeliyiz: Ekim Devrimi ile Rusya’da bir şey olmadı; dünyada her şey alt üst oldu! Büyük Fransız İhtilali, Paris Komünü, XX. yüzyılın iki emperyalist savaşı gibi, şeylerin seyrini derinden ve kalıcı bir şekilde değiştirmişti.
Ekim Devrimi, eşitlik ve özgürlük için olduğu kadar, tokluk için de bir umuttu. Dünya tarihi açısından bakıldığında Ekim Devrimi, 1789 Fransız Devrimi ile başlayan büyük devrimler dalgasının ikinci halkası, 1848’de başlayan işçi devrimleri sürecinin doruğuydu.
Diğer bir deyişle Ekim Devrimi sadece XX. yüzyılın değil, “modern zamanlar”ın da en önemli tarihsel, toplumsal, politik olaylarından biriydi.
Kolay mı? “Devrim varolan yapıları altüst eden ve çok karmaşık bir dönemdir. Bir de buna İç Savaş eşlik ederken iktidarda kalmak “maharet ister”. “Devrim döneminde azınlığın çoğunluğa dönüştüğü ve görüş ayrılığının kamp değiştirdiği görülür.”[34] V. İ. Lenin önderliğindeki parti, dünya devriminin bir parçası Ekim Devrimi ve ‘Nisan Tezleri’ ile bunu başardı.
Ekim Devrimi’ni bir “darbe”den ibaret gören liberal tarihçilerin yakıştırmasına gelince; bu rezilliğe ilişkin olarak V. İ. Lenin, ‘Marksizm ve Ayaklanma’ başlıklı makalesindeki, “Başarmak için, ayaklanma bir komploya değil, bir partiye değil, ama en ileri sınıfa dayanmalıdır. Birincisi bu. Ayaklanma halkın devrimci atılımına dayanmalıdır. İkincisi bu. Ayaklanma, yükselen devrim tarihinin, halkın ileri saflarının etkinliğinin en büyük olduğu, düşman saflarında ve devrimin güçsüz, kararsız, çelişki dolu dostlarının saflarında duraksamaların en güçlü olduğu bir dönüm noktasına dayanmalıdır. Üçüncüsü de bu,” satırlarını bile anımsatmak yeter de artar!
Kaldı ki söz konusu üç koşul, Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği gün şüphesiz mevcutken; sözü yine V. İ. Lenin’e bırakalım:
“İktidar durumuna gelmek için, bilinçli işçiler çoğunluğu kazanmalıdırlar, yığınlar üzerinde hiç bir zor uygulanmadığı sürece, iktidara geçmenin başka yolu yoktur. Biz Blankici, yani iktidarın bir azınlık tarafından alınması yandaşları değiliz. Biz Marksist, yani proleter sınıf savaşı yandaşlarıyız; küçük-burjuva coşkunluklara karşıyız, sonuna değin şovenizme, söz ebeliğine, burjuvazi kuyrukçuluğuna karşıyız.”
Kaldı ki “Tek bir düsturumuz, tek bir sloganımız var: Çalışan herkesin hayatın nimetlerinden yararlanma hakkı vardır. Emekçilerin kanını içen aylaklar ve asalaklar bu menfaatlerden mahrum bırakılmalıdır. Ve ilan ediyoruz: Her şey işçiler için, her şey çalışan insanlar için!” diye haykıran V. İ. Lenin 1919’da, “Sovyet iktidarı iki yıl içerisinde Avrupa’nın en geri ülkelerinden birinde kadınları özgürleştirme ve statülerini ‘güçlü’ cinsle eşitleme konusunda, dünyanın tüm ileri, aydınlanmış, ‘demokratik’ cumhuriyetlerinin 130 yılda yapabildiğinden fazlasını gerçekleştirdi,” dedi.
Ekim Devrimi’nin önemi, egemenlerin iktidarının yıkılamaz olduğuna dair ön kabulü yerle bir eden ilk deneyim olması yanında; yoksulları tarihin sahnesine çıkarması ve “Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur” diyerek “kendiliğindenlik” ve evrimci, reformist siyaset tarzından kendini ayırmasıydı.
Ekim Devrimi şahsında V. İ. Lenin, “Somut durumların somut tahlili ve zinciri sürükleyen halka” temelindeki gündelik hayatın devrimcirilmesi ile toplumsal soru(n)ları sınıfın tarihsel sürecine bağlar.
Gerçekliğin açığa çıkmamış olanaklarını, yaratıcı olasılıkları görürken; devrimci, değiştirici nitelikler kazanır. Bu bağlamda V. İ. Lenin’in devrim anlayışı, kapitalizmin, örgütlü, sınıfsal bir müdahale sonunda son bulacağı önermesini içerirken; “Her gerçek devrimi belirleyen şey, o zamana kadar bilinçsiz olan, ezilen emekçi yığınlar arasında siyasi mücadeleye atılmaya hazır insan sayısının hızla on misline ve belki de yüz misline yükselmesidir,”[35] hakikâtini anımsatır.
Ve nihayet Prof. Dr. Taner Timur’un, “1917 Devrimi tüm insanlığa büyük umutlar saçan bir hareket olarak başladı; yarı feodal bir toplumda kısa sürede yapısal bir dönüşüm sağladı. Verdiğiniz örnek de bu başarının göstergelerinden biri. Ne var ki bir dünya devrimine dönüşemediği ve uluslararası kapitalizm tarafından kuşatıldığı için yayılma olanakları tıkandı; içine kapandı ve katılaştı. Sosyalizm dünyaya yayılsaydı, insanlık daha insancıl konumda olacaktı,”[36] notunu düştüğü Ekim Devrimi, elbette bir aşırılıktı.
Kolay mı? “28 Temmuz 1917’de ‘Rus Aşırılıkçıları/ I Massimalisti Russi’ başlıklı makalesinde Antonio Gramsci, V. İ. Lenin’e ve ‘aşırılıkçı’ diye nitelediği politikalara tam destek verdiğini ilan etti. Ona göre bunun temsil ettiği şey, ‘devrimin sürekliliği, devrimin ritmi ve dolayısıyla devrimin kendisiydi’…”[37]
Tam da bunun için sosyalistlerin, Ekim’in “aşılığı”ndan vazgeçmeleri mümkün değilken; Ekim Devrimi’nden yıllar sonra -yaşanan oncasına rağmen![38]– devrim henüz sona ermiş değildir!
KAPİTALİZMİN III. BÜYÜK BUNALIMI
Evet, sürdürülemez kapitalizmin III. Büyük Bunalımı, yeni(lenen) Ekim Devrim’lerini Virginia Woolf’un, “Bir hayali öldürmek, bir gerçeği öldürmekten daha zordur,” ifadesindeki üzere, bir kez daha tarihin sahnesine çağırmaktadır.
Dünyanın önde gelen merkez bankaları küresel durgunluk uyarısı yapıyor.[39] Yerküre şiddetli bir ekonomik kırılganlık çağına giriyor. Ücretler düşüyor, mali sıkılaşma uygulanıyor, finansal türbülans yaşanıyor. Gelişmiş ülkeler bu türbülanstan kendini kurtaramaz.
Kolay mı? Hiçbir şey eskisi gibi değil; neredeyse her alanda kesintisiz bir kriz hâli yaşanıyor artık.[40]
Yıllar sonra stagflasyon geri geldi. Dünya ticaretinde siyasi nedenlerle devreler kopuyor. Kapitalist uygarlık çok “sıra dışı” bir döneme giriyor. Yerküre XIX. yüzyılın sonundaki çok kutuplu hâline geri dönüyor. Dünya hızla bir ekonomik daralmaya doğru ilerliyor.
III. Büyük Bunalım, “depresyonluğunu” asıl şimdi gösterecek gibi…
Söz konusu hâlin dünya çapında sınıf mücadeleleri açısından anlamı açık: Emperyalist ülkelerde sınıf mücadeleleri, bugün İngiltere ve Fransa’da ilk işaretleri görüldüğü gibi, yükselecek.
Orta gelirli ve yoksul ülkelerde ise yoksulluk, açlık, işsizlik ve sefalet, Latin Amerika ülkeleri Peru ve Ekvador’da ve güney Asya ülkesi Sri Lanka’da görüldüğü gibi büyük isyanlara ve devrimlere gebe.
Ancak faşizm tehlikesi de (İtalya ve Brezilya’ya dikkat!), dünya savaşı tehdidi de imkân dahilinde…
Eduardo Galeano’nun, “Ona kriz diyorlar, ama asıl adı düzenbazlık. Para az değil; hırsızlar çok kalabalık,”[41] diye betimlediği güzergâhta artık her şeyin mümkün: İklim krizi, gıda krizi, enerji krizi, virüsler, toplumsal ayaklanma, nükleer savaş ya da başka bir dünya…
‘Credit Suisse-Global Wealth Report’a göre uygarlığın toplam servetinin yüzde 80’inden fazlasının, toplam hanehalkının yüzde 10’undan azının elinde toplanmış olduğunu anımsarsak; artık uygarlığın geldiği noktada tek başına kurtulmak yok.
‘Uluslararası Finans Enstitüsü’ (IIF) verilerine göre, küresel borç toplamı 305 trilyon doları aşmış durumdayken;[42] küresel borç pandeminin en etkili döneminde, 2021’in ilk çeyreğinde GSYH’nin yüzde 366’sına ulaştı.[43] En yüksek borçluluk düzeyi yüzde 619 ile Japonya’da. ABD’nin GSYH’nin yüzde 359’u, Çin’in yüzde 334’ü oranında borcu bulunuyor.[44]
Eski Bangladeş Parlamento Üyesi Mahjaben Khaled’in, “Küresel bir kriz var, ancak bazı ülkeler diğerlerinden daha fazla acı çekiyor,”[45] notunu düştüğü iklimde kapitalizmin merkezindeki ekonomiler yavaşlıyor, İngiltere resesyona girdi. Dünya Bankası bir küresel resesyon bekliyor. Madalyonun öbür yüzünde enflasyon var. Yine, “stagflasyon” kapitalizmin bir “çıkmaz sokakta” olduğunu gösteriyor. Halkın büyük çoğunluğunun payına “geçim sıkıntısı” krizi ve öfke düşüyor.
YENİ(LENEN) -KAPİTALİST- DÜZEN(SİZLİK)
Lev Tolstoy’un, “Para esaretin yeni şeklidir,” notuyla müsemma yeni(lenen) -kapitalist- düzen(sizlik), III. Büyük Bunalım ile katmerlenirken eşitsizlik ve açlık -sürdürülemez özellikler kazanarak- büyüyor.
Yeni(lenen) -kapitalist- düzen(sizlik) öyle bir vahşettir ki, ‘Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) ‘2021-2022 İnsani Gelişme Raporu insani gelişmenin geriye gittiği[46] açıklamak zorunda kalırken; Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) yerkürede her yıl onlarca ton gıda israf edilip, milyonlarca insanın da açlıkla mücadele ettiğinin altını çiziyor.[47]
Yine FAO, 16 Ekim 2022 ‘Dünya Gıda Günü’ açıklamasında, 2021’de akut gıda güvensizliği yaşayan yaklaşık 193 milyon kişinin olduğuna[48] ve küresel gıda krizini dünya nüfusunun yüzde 29.3’ünü doğrudan etkileyen bir soruna dönüştüğüne dikkat çekti.
BM ‘Gıda Güvencesi ve Beslenme Durumu (SOFI) 2022’ raporuna göre, yetersiz beslenme yaygınlığı 2019’da yüzde 8.0 iken 2021’de yüzde 9.8’e yükseldi.
Açlık Covid-19 salgını ardından 150 milyon artarak 2021’de 828 milyon insanı etkileyen bir soruna dönüştü; Afrika’da 278 milyon, Asya’da 425 milyon ve Latin Amerika ve Karayipler’de 56.5 milyon kişiyi etkiledi.[49]
‘Oxfam’ın, ‘2022 Eşitsizliği Azaltma Taahhüdü’ (CRI) Endeksi’ne göre, OECD ülkelerinde en zengin yüzde 10’luk kesimin geliri, en fakir yüzde 10’un gelirinden on kat daha fazlayken;[50] yetersiz beslenen insan sayısı 2014’teki 607 milyondan 2022’de 800 milyonu aştı.
2021’de dünya çapında 193 milyon insan açlık sınırındaydı ki bu 2020’deki rakamlara 40 milyon kişi daha eklenmiş demek oluyor.[51]
‘Alman Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü’ne (DIW) göre, 1995-2019 kesitinde Almanya ekonomisinde gelirler artarken sınıflar arasındaki fark açılmaya devam etmiş. Nüfusun üst yüzde 10’u toplam varlıkların yüzde 60’ından fazlasını edinirken alt yüzde 50’sini oluşturan yaklaşık 40 milyon kişinin payına ülkenin toplam varlıklarının yalnızca yüzde 1.3’ü düşmüş;[52] Hindistan’ın en yoksulları arasında intiharlar artıyor. 2021’de ilk kez, günlük ücretle çalışanlar, ülkede intihar sonucu ölenlerin yüzde 25’inden fazlasını oluşturdu. 2014’de bu oran yüzde 12 idi![53]
Kolay mı?
Afrika kıtasında 3 tane milyar dolarlık zengin, kıtada yaşayan nüfusun yüzde 80’nin gelirlerinden daha fazla yıllık gelire sahip ve dünyanın en zengin 26 kişinin serveti dünya nüfusun yarısına eşit[54] ve daha önce de vurguladığım gibi, ‘Credit Suisse’in Küresel Servet Raporu’, dünya nüfusunun on yıllardır yaklaşık yüzde 8-10’unun, toplam küresel servetin yüzde 85’ini edinmeye devam ettiğini ortaya koyuyor.[55]
EVET, İSYAN(LAR)!
Sürdürülemez kapitalizmin III. Büyük Bunalımı ile yeni(lenen) düzen(sizlik), tüm zenginliğin bir avuç insanda toplanmasını kamçılarken, toplumun ekseriyetini işgücünden başka satacak bir şeyi olmayan mülksüzlere dönüştürerek ve sefalet çeken kitleleri büyütmektedir.
Esasında gelir eşitsizliği uçurumunun akıl almaz ölçüde genişlemesi, emekçi kitlelerin isyan dalgasının durup durup yeniden patlamasının temel sebebidir. Bugün 2 milyardan fazla insan günde 1.90 dolar ile 3.20 dolar arasında bir gelirle derin yoksulluk koşullarında yaşıyorken;[56] isyan(lar) da kaçınılmaz oluyordu yani isyan dalgasının ardındaki nesnellik sürdürülemez kapitalizm idi!
Bugünün bir yakın geçmişi vardı elbette: 2018’de Tunus, Lübnan, Ürdün, Ermenistan, İran, Sudan, Macaristan, Bulgaristan ve Fransa’da emekçi kitleler dalga dalga meydanlara inmişlerdi. Cezayir ve Sudan’da ayağa kalkan emekçiler, birer hafta arayla tepelerindeki diktatörleri alaşağı etmeyi başarmışlardı. Dünya burjuvazisi tam isyan dalgası geri çekildi ve her şey bitti sanırken, bu kez başka ülkelerin işçi ve emekçi sınıfları “sıra bizde” diyerek isyan sahnesine girdi, girmeye de devam ediyor.
Haiti, Honduras ve Endonezya’daki yığınsal gösterilerin ardından, 2019’un Ekim başında ayağa kalkan Irak ve Ekvador emekçilerini, iki hafta sonra Şili ve Lübnan emekçileri izledi.
İsyanların patlamasına neden olan temel itici güç aynıydı: İşsizliğe, zamlara, hayat pahalılığına, yolsuzluklara, demokratik hakların ortadan kaldırılmasına ve çevre felâketlerine duyulan tepki!
2000 yılı, tartışmaya yer bırakmayacak bir dönemeç noktasıydı. Latin Amerika ülkelerinde patlak veren ardışık isyan dalgaları, daha sonra Arap coğrafyasına sıçramıştı: Cezayir ve Sudan’ın ardından Lübnan ve Irak sokaklarında yankılanıyordu.
Kolay mı?
2019 ve 2020 ise 44 ülkeyi saran ayaklanmalar ve isyanlar yaşandı. Bu dalgalanmalarda en dikkat çeken yön kent ayaklanmaları şeklinde gelişmeleri oldu. Yani kent ayaklanmalarının önümüzdeki dönemin devrimci stratejisinde son derece belirleyici bir içeriğe sahip olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Kitleler her şeye rağmen başka bir dünya arayışını inatla ve umutla sürdürüyordu.[57]
Herkesin malumu: Haiti’den Almanya’ya, İngiltere’den Endonezya’ya dünyanın çeşitli ülkelerinde emekçiler, artan hayat pahalılığı ve yoksulluğa karşı kitlesel protestolar düzenliyorken; Avrupa ülkelerinde enflasyon karşısında eriyen ücretler ve kötüleşen çalışma koşullarına karşı örgütlü işçi grevlerine de neden oluyor.
Güney Asya ülkesi Sri Lanka’da 2022 Mart’ında gıda ve yakıt fiyatlarına karşı başlayan ve devlet başkanının devrilmesiyle sonuçlanan kitlesel protestolar bu durumun önemli bir örneği olurken, Haiti, Endonezya, Arjantin gibi ülkelerde de protestolar devlet müdahalesine rağmen kitlesel olarak gerçekleşti.
Üç yılda dünyanın farklı bölgelerinde üç muazzam halk ayaklanması yaşandı. Birincisi Nisan 2019’da kuzeydoğu Afrika ülkesi Sudan’da, ikincisi 2022 yılı başlarında Orta Asya ülkesi Kazakistan’da, diğeri ise 2022’nin Temmuz ayında Güney Asya’nın ada ülkesi Sri Lanka’da vuku buldu. Sudan’da 30 yıllık diktatör Ömer El Beşir, Sri Lanka’da 20 yıllık Rajapaksa hanedanlığı, Kazakistan’da da yine 30 yıllık Nazarbayev sultanlığı alt edildi.
Her üç ayaklanmanın niteliği de, dinamikleri de, aktörleri de benzerdi. Ekonomik krizlerin tetiklediği, halkın tüm bileşenlerinin içinde yer aldığı bu ayaklanmalar biriken onlarca yıllık enerjinin patlamasıyla kendiliğinden ortaya çıktı. Kiminde zamlar, kiminde yoksulluk, kiminde de kıtlık tetikleyici unsur oldu. Kısa sürede sosyal ağlar üzerinden dalga dalga ülkelerin her bir tarafına yayıldı.
Her üç ayaklanmalarda eksiklikler de, hatalar da, yapılamayanlar da neredeyse aynıydı. Öncelikle içinde de ayaklanmalara rengini veren bir kesim/ yapı yoktu. Sudan’da gençler ve kadınlar, Kazakistan’da enerji işçileri, Sri Lanka’da dar gelirliler bir adım öne çıksalar da kitleleri sürükleyen ana gövde olamadılar. Öncü bir devrimci partinin/liderliğin eksikliği net bir şekilde görüldü.[58]
Çok sık kullandığımız bir çözümleme ancak yeniden vurgulamakta yarar var: Yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği tarihsel bir süreçteyiz. XXI. yüzyıl yoksul halk ayaklanmalarıyla betimlenecek. Esen rüzgâr bunu gösteriyor.
Şimdi bu tablo karşısında “Yapay zekâ, genetik mühendislik gibi bilimde yaşanan pek çok gelişme de ‘Bildiğimiz insanlığın sonu mu geliyor?’ sorularına neden oluyor ve olmaya devam edecek,”[59] sorularına yaslanarak; “Dijital diktatörlük çağına giriyoruz,”[60] biçiminde “yanıt(sızlık)lar” şöylesi lafazanlıklar ile tarihi alt üst etmeye kalkışıyorlar:
“Kapitalizmin tarihi boyunca ortaya çıkan her köklü teknolojik dönüşüm ve bunun sanayiye uyarlanması ile oluşan yeni teknolojik süreçler, buhranlarla iç içe ilerlemiş ve bunun üzerine bina edilen çatışmalı süreçlerle kendini daha üst düzeyde yeniden üretmiştir. Özcesi yıkım ve inşa yoluyla tıkanıklığı aşmıştır. Gelinen aşamada böyle bir süreçle karşı karşıyayız…
Mülksüzler ordusunun mülksüzleştirme eyleminde, özcesi proletaryanın iktidar yürüyüşünde, öncü ve temel güç olması biçiminde formüle edebileceğimiz sosyalist devrim algısı değişmek durumundadır. Bu yüzyıl kapandığında dünyanın sanayi metropollerinde zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayan proletaryanın rolünü üstlenen kaçıncı kuşak robotlar ve kaybedeceği çok şeyi olan bir avuç bilişimci olacaktır. Karikatürize edersek bilişimci Arif ve 216’lar olacaktır.”[61]
Dikkat! “Proletaryanın rolünü üstlenen… bir avuç bilişimci Arif ve 216’lar olacak”mış!
Çıldırmış ya da “Robotların ‘yapay zekâsı’ sizi yeryüzü cennetine taşır mı?” sorusuna “Robotlar, yapay zekâ aslında kapitalizmin ürettiği/ kapitalizmi üreten teknolojinin ulaştığı son aşamadan başkası değil,”[62] yanıtı veren Fikret Başkaya’nın yazdıklarından bi-haber olmalısınız!
“Fetişizm, putçuluk, tapınmacılık anlamındadır. Toplumda teknolojinin her sorunu çözeceğine dair tuhaf bir saplantı var… Aynı şey bilim için de geçerli… Bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde bu dünyanın Cennet olacağı tasavvuru ve beklentisi yaygın… Modern bilim ve teknoloji 400 yıldır gelişiyor, ‘teknik bilim harikaları’ insanları büyülemeye devam ediyor… Lâkin her geçen gün dünya daha da yaşanmaz bir yer hâline geliyor… Canlı yaşam tehdit altında ve yıkım hızlanarak yol alıyor… Velhasıl, söylemle gerçek, retorikle realite arasında derin bir uyumsuzluk ve tutarsızlık var… Neden? Doğru sorular sorulmazsa olacağı budur ve her geçen gün doğru soru soranların sayısı azalıyor…
Fakat bir yanlış anlama da olmamalıdır. Burada söylenenlerden ‘teknoloji karşıtlığı’ sonucunu çıkarmak haksızlık olur. İnsanı diğer canlılardan farklı yapan, onun buluş/ keşif/ alet yapabilme yeteneğidir ve bu son derecede önemlidir. Zira, alet, makine daha az çabayla daha kolay, daha çok üretmeyi mümkün kılar. Tehlikeli ve zor işler teknik ilerleme sayesinde yapılabilir hale gelir. Başka türlü ifade edersek, teknik, insan varlığıyla özdeştir (consubstantielle). İnsana özgüdür… İnsan beyninin gelişmesi de alet kullanmayla eşanlıdır… ’Üstelik insanlar aletleri, makinaları sadece kullanmıyorlar, aynı zamanda geliştiriyorlar. Önemli olan, teknolojinin hangi sistemde, kimin yararına kullanıldığıdır… Teknolojinin neye, kime yaradığı da doğrudan sosyo-politik sistemin (üretim tarzının) niteliğini angaje eden bir şeydir…
Ezcümle, kapitalizm dahilinde mekanizasyon, robotizasyon ve numerizasyon’un (sayısallaşma) felaketle sonuçlanması kaçınılmazdır…”[63]
VE…
Burada durup, proletarya meseleyi robotlara havale etmeyecek vurgusuyla sözü Rosa Luksemburg’a bırakıyorum: “Gelecek her yerde Bolşevizm’in olacak!”
Ekim Devrimi’nin tarihsel çıktısı, “yeni bir yaşam”ken; V. İ. Lenin’in düşüncesi ve Ekim Devrimi her daim meşru ve günceldir.
Dünya sosyalist devrimini ilerletmek; devrimin tetikleyici gücü olmak sorumluluğuna sırt dönenlerin “Sosyalizmin güncelliği tartışması güncel mi?” sorusuna verilecek yanıt tektir: Tarih düz bir çizgide ilerlemez. “Henüz bitmedi” diyenleri doğrulayan tarihsel hakikâtler daima “Bitti” denilen yaygaralar inat boy vermiştir!
Tam da bu noktada “Kesin olan şu ki: Devrim, Aydınlanmanın ışığında yükselecek…”[64]
“Son kale CHP’yi devirmek istiyorlar”…[65]
“15 yıldır Cumhuriyetin, diğer sol yayınların yazarlarının, CHP liderliğine, zaman zaman, kendi önerileriyle birlikte yönelttikleri eleştirileri- yalnızca eleştirileri- alt alta dizerek ‘Bakın kral çıplak diyoruz’ motifi var. Kemal Bey’e bakıp ‘yetmez’ diyorlar ama bir önerileri yok,”[66] kolaycılıklarını bir kenara bırakıp; devrimcilerin XX. yüzyılın başında olduğu gibi bugün de bir kez daha geleceği birlikte yaratmak üzere bir araya gelme yükümlülüğü ile V. İ. Lenin’in, “Sosyalizmin toplumsal devrim olmadan ve proletarya diktatörlüğü olmadan başarılacağını kim beklerse, sosyalist değildir,” uyarısını yaşama geçirmek tek yoldur hâlâ…
Kimileri buna yine “toptancılık” diyebilir! Varsın desinler…
Ancak unutulmasın: Sosyalist devrimler ile insanlık tarihinde ilk kez mülk sahibi olmayan sınıflar, hem egemenliğin kaynağında yer almışlar; hem de yönetici sınıf olabilmişlerdir. Bunu başka yolu yoktu ve olmadı da!
O hâlde emek ve sermaye arasındaki temel (antagonistik) çelişki, XXI. yüzyılda da geçerli ve “Ya sosyalizm ya yok oluş,” ikilemine mündemiçtir.
İkilemin pozitif çözümü ise, dünya devrimine bağlanmış, süreklilik içinde kopuşlarla yeni(lenen) Ekim Devrim’leriyle mümkündür…
30 Ekim 2022 15:13:41.17, İstanbul.
N O T L A R
[*] 5 Kasım 2022’de Kaldıraç Kocaeli ve 6 Kasım 2022’de Kaldıraç İzmir’in ‘Ekim Devrimi’nin 105. yılı Paneli’nde yapılan konuşma… Kaldıraç, No: 257, Aralık 2022…
[1] V. İ. Lenin.
[2] “İsyan, Devrim, Eleştiri: Toplum Paradoksu”, 28 Şubat 2013… https://www.e-skop.com/duyuru/isyan-devrim-elestiri-toplum-paradoksu/280
[3] V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 5. Baskı, 1992, s.114
[4] V. İ. Lenin, Marksizmin Üç Kaynağı, çev: Vahap S. Erdoğdu, Sol Yay., 2013.
[5] Doğal olarak, devrimin gerçekleşmesi her şeyin güllük gülistanlık olacağı anlamına gelmezken; V. İ. Lenin gerçekçi bir yaklaşım ile “Bu ilk zafer, nihai zafer değil henüz, (…) Sanki böylesine yeni, daha önce hiç görülmemiş bir tip devlet düzeninin yaratılması gibi tüm dünya tarihi için yeni bir eser, hiç başarısızlığa uğramadan ve yapmadan ortaya konabilirmiş gibi!” diyerek güçlüklere karşı mücadelenin önemine değinir. “Biz başlangıcı yaptık. Ne kadar zamanda, ne zaman, hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna kadar vardırırlar, bunun önemi yok. Önemli olan, buzun kırılmış, yolun açılmış ve gösterilmiş olmasıdır.” (V. İ. Lenin, Seçme Eserler, Cilt 6-Devrim Yılı 1917, çev: Saliha N. Kaya- İsmail Yarkın, İnter Yay., 1995, s.522.)
[6] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[7] yage.
[8] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[9] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[10] Friedrich Engels, Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1992.
[11] Viktor Emil Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, çev: Selçuk Budak, Okuyan US Yay., s.138.
[12] John Berger, Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü, çev: Zafer Aracakök, Adam Yay., 1987, s.78.
[13] Max Horkheimer, Akıl Tutulması, çev: Orhan Koçak, Metis Yay., 1990, s.177.
[14] Deniz Nazlım, “Başkaya: Rejimi Durduracak Potansiyel Var”, Yeni Yaşam, 16 Temmuz 2018, s.8.
[15] Musa Piroğlu, “Seçimden Seçime Sıkışmış Siyaset”, Yeni Yaşam, 17 Temmuz 2018, s.10.
[16] György Lukács, Lenin’in Düşüncesi-Devrimin Güncelliği, çev: Ragıp Zarakolu, Belge Yay., 1998, s.7-12.
[17] Walter Benjamin, Pasajlar, çev: Ahmet Cemal, Yapı Kredi Yay., 1992, s.43.
[18] György Lukács Lenin’in Düşüncesi-Devrimin Güncelliği, çev: Ragıp Zarakolu, Belge Yay., 1998, s.8.
[19] yage, s.9.
[20] yage, s.9.
[21] yage, s.11.
[22] Ekim’i önceleyen 1917 Şubat Devrimi sürecini V. İ. Lenin şöyle açıklamıştı: “Pek çok tarihi neden yüzünden -Rusya’nın hatırı sayılır geriliği, savaşın yarattığı özel güçlükler, çarlığın aşırı ölçüde dağılması, 1905 geleneğinin olağanüstü canlılığı- Rus devrimi öteki ülkelerdeki devrimi geride bıraktı. Siyasal yönetimi açısından Rusya devrimle birkaç yıl içinde ileri ülkelere yetişti.” (V. İ. Lenin, Yaklaşan Felaket ve Kurtulma Gerekleri, çev: Mehmet Korkmaz, Ekim Yay., 1990, s.64.)
[23] György Lukács, Lenin’in Düşüncesi-Devrimin Güncelliği, çev: Ragıp Zarakolu, Belge Yay., 1998.
[24] Nisan 1917’de kaleme aldığı bir yazıda proleter devrimin zorunluluğunu şöyle anlatmıştı Lenin: “Emperyalizme gelişmiş olan kapitalizm, zorunlu olarak emperyalist savaşı üretti. Savaş bütün insanlığı uçurumun kenarına, bütün uygarlığın çökmesi, daha milyonlarca ve on milyonlarca insanın vahşileşmesi ve mahvolması tehlikesinin eşiğine getirdi. Proletaryanın devrimi dışında hiçbir çıkış yolu yoktur.” (V. İ. Lenin, Seçme Eserler, Cilt 6-Devrim Yılı 1917, çev: Saliha N. Kaya- İsmail Yarkın, İnter Yay., 1995, s.129-130.)
[25] “Sadece öncüyle zafer kazanılamaz. Bütün sınıf, geniş kitleler öncüyü ya doğrudan desteklemediği ya da ona karşı en azından hayırhah bir tarafsızlık ve öncünün düşmanlarını destekleme konusunda mutlak bir yeteneksizlik göstermediği sürece, öncüyü tek başına tayin edici savaşa sürmek sadece aptallık değil, cinayettir. Fakat gerçekten tüm sınıfın, emekçilerin ve sermaye tarafından köleleştirilenlerin geniş kitlelerinin böyle bir tutumu gerçekten benimseyebilmeleri için sadece propaganda, sadece ajitasyon yetmez. Bunun için bu kitlelerin kendi siyasi deneyimleri edinmeleri gerekir. (V. İ. Lenin, Sol Komünizmin: Bir Çocukluk Hastalığı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1978, s.93.)
[26] Rosa Luxemburg, Devrimin Güncelliği Lenin’le Tartışmalar Örgütlenme ve Demokrasi, çev: Tunç Tayanç, Dipnot Yay., 2021.
[27] V. İ. Lenin, Tarımda Kapitalizm, çev: Serpil Güvenç, Sol Yay., 1996.
[28] Alexander Rabinowitch, Bolşevikler İktidara Geliyor- Petrograd’da 1917 Devrimi, çev: Levent Konyar, Yordam Kitap, 2016, s.200.
[29] V. İ. Lenin: aktaran, Bertram D. Wolfe, Devrimi Yapan Üç Adam, Cilt: 2, çev: Yunus Murat, BFS Yay. 1989, s.8-9.
[30] V. İ. Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, çev: Metin Çulhaoğlu, Nâzım Kitaplığı, 2003, s.83.
[31] yage, s.45.
[32] György Lukács, Lenin’in Düşüncesi-Devrimin Güncelliği, çev: Ragıp Zarakolu, Belge Yay. 1998, s.52.
[33] yage, s.52-53.
[34] Victor Serge, Bir Devrimin Kaderi, çev: Metin Cengiz, Pencere Yay., 1997, s.72.
[35] V. İ. Lenin, Sol Komünizmin: Bir Çocukluk Hastalığı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1978, s.91
[36] Uğur Zengin, “Prof. Dr. Taner Timur: Ekim Devrimi, Devrimler Tarihinin En Umut Verici Halkasıdır”, 7 Kasım 2021… http://www.felsefecilerdernegi.org.tr/prof-dr-taner-timur-ekim-devrimi-devrimler-tarihinin-en-umut-verici-halkasidir/
[37] Alvaro Bianchi-Daniela Mussi, “Gramsci ve Rus Devrimi”, 21 Eylül 2017… https://gazetehayir.com/gramsci-ve-rus-devrimi/
[38] V. İ. Lenin’in 1913’te kaleme aldığı ‘Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Bileşeni’ makalesinde ifade ettiği gibi: “İnsanlar siyasetteki aldatma ve aldanmaların aptal kurbanları olmuşlardır ve bütün ahlâki, dini, siyasal ve toplumsal lafların, beyanların ve vaatlerin arkasında şu ya da bu sınıfın çıkarlarını aramayı öğrenmedikleri sürece, bundan kurtulamayacaklardır. Reformların ve ilerlemelerin destekçileri, ne kadar barbarca ve çürümüş görünürse görünsün, her eski kurumun belirli egemen sınıfların güçleri sayesinde yaşamaya devam ettiklerini anlamadıkları sürece, eski düzenin savunucuları tarafından aldatılmaktan asla kurtulamayacaklardır.” (V. İ. Lenin, Karl Marx, çev. Ferit Burak Aydar, Agora Yay., 2010, s.67.)
[39] “Ekonomide Durgunluk Alâmetleri”, Birgün, 10 Ağustos 2022, s.4.
[40] Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) Başkanı Fatih Birol, enerji krizi için en kötüsünün henüz gelmediğini belirtti. (“Küresel Enerji Krizinde En Kötüsünü Henüz Görmedik!”, Birgün, 13 Temmuz 2022, s.4.)
[41] Eduardo Galeano, Ve Günler Yürümeye Başladı, çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2012, s.157.
[42] İrfan Hüseyin Yıldız, “Kapitalizmin Borç Krizi”, Cumhuriyet, 16 Ekim 2022, s.9.
[43] Hayri Kozanoğlu, “Küresel Borç Krizinin Eşiğinde”, Birgün, 19 Temmuz 2022, s.10.
[44] The Financial Times, 15 Temmuz 2022
[45] Yaren Çolak, “IMF, Asya’ya Çöktü”, Birgün, 2 Eylül 2022, s.11.
[46] Hayri Kozanoğlu, “Endişe Çağı”, Birgün, 13 Eylül 2022, s.5.
[47] “Gıda Krizi Kapıda”, Karar, 17 Ekim 2022, s.5.
[48] “3.1 Milyar İnsan Sağlıklı Beslenemiyor”, 18 Ekim 2022… https://yeniyasamgazetesi3.com/31-milyar-insan-saglikli-beslenemiyor/
[49] Özge Güneş, “Sistem Değişmeli”, Birgün, 16 Ekim 2022, s.4.
[50] “Oxfam Raporu: Dünya Son Derece Eşitsizdi, Pandemi Sonrasında ise Daha da Eşitsiz”, 13 Ekim 2022… https://gazeddakibris.com/oxfam-raporu-dunya-son-derece-esitsizdi-pandemi-sonrasinda-ise-daha-da-esitsiz/
[51] İlkay Öz, “Küreselleşen Sömürü ve Açlık”, Birgün Pazar, Yıl:19, No:801, 17 Temmuz 2022, s.10.
[52] Ergin Yıldızoğlu, “Almanya’da ‘Yeni Zamanlar’…”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2022, s.11.
[53] “Hindistan’ın En Yoksulları Arasında İntiharlar Artıyor”, 16 Ekim 2022… https://www.evrensel.net/haber/472410/hindistanin-en-yoksullari-arasinda-intiharlar-artiyor
[54] “Volkan Yaraşır: Sistem Manevra Kabiliyetini Yitirdi”, Yeni Yaşam, 19 Ağustos 2022, s.9.
[55] Ergin Yıldızoğlu, “Emekçi-Egemen Sınıflar Arasındaki Gelir Dağılımı Öfke Yaratacak Düzeyde Derinleşmemeli”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2022, s.10.
[56] Utku Kızılok, “Tüm Sorunların Çözüm Yolu Devrimden Geçiyor!”, 6 Kasım 2019… https://marksist.net/utku-kizilok/tum-sorunlarin-cozum-yolu-devrimden-geciyor
[57] “Volkan Yaraşır: Sistem Manevra Kabiliyetini Yitirdi”, Yeni Yaşam, 19 Ağustos 2022, s.9.
[58] İbrahim Varlı, “Ekonomi Tek Başına Götürür mü?”, Birgün, 19 Temmuz 2022, s.11.
[59] “Kapitalistlerin tanımlamasıyla sıradan, yeteneksiz insanların yani biz ezilenlerin sonu gelirken; onlar bu boşluğu kendi yaratacakları ‘süper insan’larla doldurmak istiyor. Süper insan düşüncesi, özellikle bilim başta olmak üzere pek çok alanda çokça konuşuluyor…
Yepyeni ve soylu bir insan türü sistemin yeni insanını tarifliyor. İktidarların, bilimin iktidarını da kullanarak insana ait genlerden ‘sıradan insanı’ atması, türün soylululaştırılmaya/mutenalaştırılmaya çalışılması demek. Bu anlamda soylu-süper insan için bir başlangıç, biz ‘sıradan’ insanların sonu anlamına geliyor. (Emircan Kunuk, “Başlangıç mı, Son mu?”, 27 Aralık 2018… https://dunyalilar.org/baslangic-mi-son-mu.html/)
[60] Nurettin Akçay, “Dijital Diktatörlük Çağına Giriyoruz…”, 9 Nisan 2020… https://dunyalilar.org/dijital-diktatorluk-cagina-giriyoruz.html/
[61] Nihat Veli Yüce, “21. Yüzyıl, Yeni Düzen ve Değişen Dinamikler (4)”, 16 Eylül 2021… https://www.avrupademokrat.com/21-yuzyil-yeni-duzen-ve-degisen-dinamikler-4-nihat-veli-yuce/
[62] Fikret Başkaya, “Yapay Zekâ; İlaç mı, Zehir mi?”, 20 Kasım 2018… https://dunyalilar.org/yapay-zeka-ilac-mi-zehir-mi.html/
[63] Fikret Başkaya, “Bilim ve Teknoloji Fetişizmine Dair Kısa Not…”, 23 Ağustos 2022… https://ozguruniversite.org/2022/08/23/bilim-ve-teknoloji-fetisizmine-dair-kisa-not-fikret-baskaya/
[64] Zülal Kalkandelen, “İnsan Bencil mi?”, Cumhuriyet, 7 Ağustos 2022, s.4.
[65] Gamze Kolcu, “Eski ANAP Genel Başkanı Nesrin Nas: Son Kale CHP’yi Devirmek İstiyorlar”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2022, s.5.
[66] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Liberaller’ Yeniden!”, Cumhuriyet, 27 Ekim 2022, s.11.