Gerek Kıbrıs’ta gerekse dünyada tarihin bize göstermiş olduğu bir şey varsa, o da insanların her zaman doğrunun savunucusu olmadığıdır. Çoğunluk her zaman haklı değildir. Ne de her zaman kamu yararına hizmet eder. Sorunlu bir durumda, insanlar sorunun bir parçasıdır.
Kaynak: POPÜLER AKLIN SATICILARI
Görsel ve Kaynak: Penna
Nikos Anastasiadis’in “Choris Peristrofes” isimli [televizyon] programında söylediği onca şey arasında, en rahatsız edici olanı, yolsuzluğun bıraktığı lekenin nasıl temizleneceği sorusuna verdiği cevapta halka atıfta bulunmasıydı. Kendisine mal edilmeye çalışılanların doğru olmadığının bir kanıtı olarak Parlamento seçimlerinin sonuçlarına işaret eden Anastadiadis, “Gündeme getirilen konu Mayıs 2021 parlamento seçimlerinde denenmişti ve yansıması, suçlananı değil, suçlamaları yapanları etkiledi” dedi.
Bu, siyasilerin halkın verdiği yetkiyle dokunulmazlık talep etmelerinin ilk örneği değil. Mantık şudur, halkın tercihlerine (veya bir seçimin sonuçlarına) başvurarak, kendilerine yöneltilen suçlamalardan muaf olduklarını düşünürler. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu belirleyenin insanlar ve onların seçimleri olduğu fikri, ilk kez öne sürülmüyor. Yani, halkın iradesinin ve aklın bir ve aynı olduğu. Öte yandan bu, tüm siyaset kurumunun giderek daha fazla benimsediği ve toplum tarafından alkışlanan bir önermedir. Adaylara ve siyasilere makul sorular yönetildiğinde, cevap, “halk en iyisini bilir” veya “halk kendi değerlendirmesini yapacaktır” olur. Bu [Çevrinmenin notu: Demokratik Cephe (DIPA) temsilcisi] Marinos Moushiouttas’ın Nikos Hristodulidis’in bu tür çelişkili pozisyonları nasıl dengede tutacağı yönündeki soruya verdiği cevaptır, ki bu arada aynı kanalda, ondan hemen önce, Marino Sizopulos [Sosyal Demokrasi için Hareket Partisi (EDEK) lideri] sıraladıkları adayının [Hristodulidis’in] açık bir şekilde savunduklarıyla doğrudan çelişkili olsa da, bir sonraki Cumhurbaşkanının neler yapması gerektiğini sıralıyordu. Sahte profil konusu gündeme geldiğinde de Nikos Hristodulidis aynen bu şekilde cevap vermişti. [Çevirmenin notu: Hristodulidis’in rakiplerini ve kendisini eleştirenleri karalamak için sahte sosyal medya hesapları açtığı iddialarına atıfta bulunulmaktadır] Yani, halkın muhakeme yapabileceği ve en iyisinin ne olduğunu bildiği. DİSİ de [Demokratik Seferberlik Partisi] artan oylarının ve seçim zaferlerinin arkasında bunun olduğunu öne sürüyordu.
Ama böyle bir yakarış nasıl bu kadar hafife alınabilir. ‘Muhakeme’ yapabilecek bu insanlar kim? Muhafazakâr profilinden dolayı Nikos Hristodulidis’i destekleyenler mi, yoksa onu sosyal liberal görüşlerinden dolayı destekleyenler mi? Averof Neofitu’yu liberal görüşleri için destekleyenler mi, yoksa göçmenler konusundaki görüşleri Nikos Nuris ile tam anlamıyla örtüştüğü için destekleyenler mi? Andreas Mavroyannis’i Kıbrıs sorununu çözeceği için tercih edenler mi, yoksa bugün bile hala [Annan Plan’ına] ‘Hayır’ oyu vereceği için onu destekleyenler mi? İnsanlar bu şahane kamusal aklı ne zaman sergiler? Her kamuoyu yoklamasında insanların %80’i hükümetin değişmesi gerektiğini söylediğinde mi, yoksa aynı yoklamada %65’den fazla kişi kimin Anastasiadis’e daha yakın olduğu konusunda kavga eden iki adaydan birini desteklediğinde mi? ‘En iyisini onlar bilir’ ne demek? En iyisini bilip de sonucu felakete neden olacak şekilde oy kullanmaları mümkün değil mi? Peki ya yozlaşmış ve çarpık siyasileri seçmeleri?
Halk homojen bir varlık değildir, ne de tek bir görüşte saplanıp kalır ve halkın iradesi değişik faktörlerden etkilenir. Örneğin bilgiye erişimle. Eşit veya adil olmayan yayınlar ve medya üzerindeki kontrol, yanlış bilgilendirmeye neden olur, bu da niyetlerin saptırılmasıyla sonuçlanır. Ama niyetlerin iyi olduğu durumlarda bile, yapılan muhakeme yanlış olabilir, ya bazıları konular hakkında doğru düzgün bilgi sahibi olmak için vakit ayırmadığı için ya da en tehlikeli popülizme kapıldıkları için. Hitler’in seçilmesi, halkın tartışmasız bilgeliğinden dolayı değil, onun Alman halkının en yoğun içgüdülerine hitap ederek onları etkileme yeteneğinden dolayıydı. Aynı şey 80 yıl sonra Yunanlılar Altın Şafak’ı ülkenin en güçlü üçüncü partisi durumuna getirirken de geçerliydi.
Kuşkusuz, halkın iradesine saygı duyulmaktadır ve duyulmalıdır. Aksi takdirde kendimizi daha kötü çıkmazlarda bulabiliriz. Ancak neyin doğru ve neyin yanlış olduğu konusunda daimi bir otorite olduğu yönünde yapılan çağrılar sorunlu olabilir. Birincisi, hesap verebilirlik sadece (her beş yılda bir yapılan) seçimlerle sınırlandırılamaz. İkincisi, böyle bir mantığı kabul etmek beraberinde bir siyasinin seçildikten sonra istediği gibi davranabilme meşruiyetine sahip olduğu fikrinin kabulünü içerir. Böylece, böyle bir açıklama teoride demokrasinin önemini vurgulasa da (halkın iradesini merkeze yerleştirmek), bu zikir demokrasi üzerine inşa edilen tüm prensiplerin ve değerlerin işlemesi için gereken tüm koşulları yok etmektedir: Hesap verebilirlik, şeffaflık ve kontrol.
Gerek Kıbrıs’ta gerekse dünyada tarihin bize göstermiş olduğu bir şey varsa, o da insanların her zaman doğrunun savunucusu olmadığıdır. Çoğunluk her zaman haklı değildir. Ne de her zaman kamu yararına hizmet eder. Sorunlu bir durumda, insanlar sorunun bir parçasıdır. Tam da demokrasinin işleyişinin bir parçası oldukları için. Bazen belirli çıkarların ve siyasi liderlerin kurbanı olurlar, bazen de halk siyasilerin ülkenin çıkarlarına uymayan şekilde davranmasına neden olur. Kıbrıs sorununun gelişimi, yolsuzluk, sistem tarafından yansıtılan imaj, halkın imajıdır.
Halkın yargısının yanılmazlığını ilan eden iddialar (ki bunların özünde art niyet vardır), mantığı baltalar, kamusal söylemi tıkar ve demokrasiye meydan okur. Toplum tarafından bu kadar rahatlıkla kucaklandıklarında da, kendimizi siyasilerin kendilerini sorgulanmanın üzerinde gördükleri ve bir Cumhurbaşkanının yolsuzluk iddialarına yanıt vermek için kendisini doğrudan ilgilendirmeyen bir seçime atıfta bulunduğu bir noktada buluruz. Halkın (kimlerden oluşursa oluşsun) meşruiyet konusunda otorite haline geldiğini görürüz. Bu da sadece bir tezat değil, aynı zamanda çok tehlikeli bir durumdur.