Kaynak: KIBRIS SORUNUNUN BİR FIRSATI DAHA OLACAK-ANKARA’NIN BM’YE VE ABD’YE MESAJI
Çeviri ve Görsel: Penna
Ankara, Kıbrıs’ta uluslararası tanınmışlığı olan iki bağımsız devlet arayışında olmadığına bir açıklık getirdi. Peki egemen eşitlikten neyi kastediyorlar?
Lefkoşa’da kimse, BM Siyasi İşler Bölümü Avrupa, Orta Asya ve Amerika Genel Sekreter Yardımcısı Miroslav Jenča’nın gerçekleştirdiği ziyaretin Kıbrıs sorununda olumlu gelişmelere vesile olacağı hayaline kapılmamıştı.
Sayın Jenča’nın ziyaretini özellikle o tarihte gerçekleştirmiş olmasının bazı amaçları vardı, ancak bunlar sınırlıydı: İşlerin daha kötüye gitmesini engellemek. Diplomatik bir kaynağa göre, “Son dönemde, işlerin Atina-Ankara-Lefkoşa üçgenindeki seçimlerden dolayı kontrolden çıkma riski var. Kıbrıs bir kez daha kendini Erdoğan ve Mitsotakis’in seçim söylemlerinin yaratacağı istenmeyen hasarlar alma tehlikesiyle karşı karşıya bulabilir.”
Özellikle Erdoğan cephesinde, son dönemde açıkça gördük ki milliyetçiliğin tırmandırıldığı söylemler AK partinin reytinglerinin artmasına yardımcı oluyor. “Bir gece ansızın gelebiliriz” tehditi bile Bahçeli’nin milliyetçilerini ateşlemiş durumda.
Yangın söndürme çalışmaları
ABD, Almanya ve İngiltere bu endişeler yüzünden Ankara’daki elçilikleri aracılığıyla, yangın söndürme görevini üstlendiler ki böylece :
- Türk tarafı, bölge için de tehlike yaratan Yunanistan ile çatışmalarında gerilimi azaltıp, provokasyonları sona erdirsin.
- Yunanistan, Türkiye’deki milliyetçilerin ateşine körük vazifesi gören kışkırtıcı tepkilerini azaltsın.
- Türkiye – bir süreliğine – Maraş açılımını Agios Memnon bölgesine kadar genişletme planlarını durdursun.
- Türk sondaj gemilerinin Doğu Akdeniz’de konuşlandırılarak Kıbrıs’ın MEB’nde sondaj faaliyeti yapmaları yine bir süreliğine sınırlandırılsın.
Eğer Ankara’ya karşı bazı müdahalelerin gerekliliğine dikkat çekiliyorsa bunun nedeni Erdoğan’ın bir noktaya kadar durumu kontrol etmeye başlamasındandır. Bir taraftan, Ukrayna’da yürüttüğü arabuluculuk Türkiye’nin jeopolitik önemini yükseltirken, diğer taraftan muhalefetin Erdoğan’ın karşısına çıkarabilecek bir aday bulamaması Türkiye cumhurbaşkanının kamuoyu yoklamalarında yeniden yükselmesini sağladı. Kısacası, Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimlerde aday olma ısrarı muhtemelen Tayyip Erdoğan’ın işine geliyor. Tabii ki, eğer muhalefet İstanbul veya Ankara belediye başkanları Ekrem İmamoğlu veya Mansur Yavaş’ı aday gösterirse, o zaman Tayyip Erdoğan yeniden seçilebilmek adına popülist söylemlerini artırmak, hatta daha fazlasını yapmak zorunda kalabilir.
İki Taraf
Bu bağlamda, Miroslav Jenča, BMGS Antonio Guterres’in Kıbrıs’ta çözüm yönünde ilerleme sağlanabilmesi için ortak zemin bulunması sürecinde yer almaya devam etme konusundaki kararlılığını iletti. Bu kararlılığı hem Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’e hem de Ersin Tatar’a iletti. K/R tarafı [Türkiye’nin] Mağusa’daki, MEB’deki ve ara bölgedeki provokasyonlarını sona erdirmesi koşuluyla diyaloğa yeniden başlamaya hazır olduğunu söyledi. Hatta Dışişleri Bakanı Yannis Kasulidis yeşil hat yakınlarındaki Türk komando birliklerinin faaliyetinden de bahsetti.
Kıbrıslı Türk lider Ersin Tatar, kamuya yaptığı açıklamalarda gerginliği yüksek tutarak, çözüme ulaşmanın anahtarının “egemen eşit devletten” geçtiği konusunda ısrar edip durdu. Tatar, “Egemenliğimiz barışın devamı için esastır. Bu çerçevede bir anlaşmaya hazırız. Egemenlik haklarımızın ve garantilerin olmayacağı ve bizim için sonun başlangıcı olacak bir anlaşmayı kabul etmiyoruz,” dedi. Ersin Tatar iki devletli formülün her geçen gün daha fazla kabul gördüğünü ve uluslararası toplumun, “Kıbrıs’ta artık Rum yönetiminin egemen ve Kıbrıs Türk halkının azınlık olacağı bir antlaşmaya ulaşılamayacağını anladığını” söyledi ve “Kıbrıs Türk halkının egemenliği tanınmadan resmî müzakere sürecinin başlayamayacağını, federal bir antlaşmanın da artık mümkün olmadığını” iddia etti.
Perde gerisinde
Görev süresini üç ay sonra tamamlayacak olan Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis, Kıbrıs sorununda yeniden bir hareketlenme görmek istiyor. Böyle bir gelişme başka bir nedenden değilse bile, en azından masayı terk ettiği Mont Pelerin’deki tutumundan dolayı ve aynı zamanda, sonrasında Türkiye’nin garantilerden vazgeçmeye hazır olduğunun açıklandığı, Crans Montana’da Nikos Kotzias’la beraber BMGS’yi sorgulamasına neden olan anlamsız taktikleri için (kendi müzakerecisi Andreas Mavroyannis’den bile) aldığı eleştirileri bir nebze hafifletecektir.
Kıbrıs sorunuyla ilgilenen hem BM diplomatları hem de Avrupalı diplomatlar Politis’e, Türk tarafının son zamanlara kadar “Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis güvenilir olmadığı için hiçbir şekilde onunla müzakere etmek istemediğini” bildirdiğini söylediler. Türk tarafı, yazın sonunda, Kıbrıs-Yunanistan ve Türkiye’deki seçimlerin tamamlanmasının ardından Kıbrıs sorununda yeni bir fırsatın ortaya çıkabileceğini söylemişti. P’ye [Politis’e] söylenilen, Türk tarafının da ortaya bir koşul koyduğudur: Çözümün hangi zeminde olacağını spesifik olarak belirtmeden, “Bizler son kez ciddi bir müzakere için hazırız, yeter ki Kıbrıs Rum liderliğinde müzakere etmeye hazır biri olsun” diyorlar. Politis’e açıklandığı şekliyle, eğer bu açıklamada gizli bir anlam bulunuyorsa, bu birey olarak değil ama çözüm karşıtı olan DİKO [Demokratik Parti] ve EDEK [Sosyal Demokrasi için Hareket] tarafından desteklenen bir aday olarak Hristodulidis’le ilgilidir. Bildiğiniz üzere bu partilerin yanında açıkça veya gizliden gizliye federal çözüm karşıtı olan DİSİ’nin [Demokratik Seferberlik] muhafazakâr sağ kanadı ve ELAM [Ulusal Halk Cephesi] bulunuyor.
Egemen eşitlik
Türk ve Kıbrıs Türk tarafıyla arabuluculuk ve görüşmeler yapan BM ve üçüncü-taraf diplomatlar, sürekli olarak “egemen eşitlik” terimine açıklık getirilmesi için ısrarlı bir çaba yürütüyorlar. Soru çok net: “Egemen eşitlik” terimiyle Kıbrıs’ta BM tarafından tanınan bağımsız iki devletin oluşturulmasını mı kastediyorsunuz? Tatar tarafından değil ama Ankara tarafından verilen esas cevap bunun böyle olmadığı yönünde. Tabii ki herhangi bir detaya girmeden, “her seviyeden Türk yetkili biz böyle bir şey istemiyoruz” diyor. Her halükarda, iki devletli bir çözüm BM tarafından kesin olarak reddedilmiş bulunuyor ve bu, geçtiğimiz Cuma günü Güvenlik Konseyi kararlarına atıfta bulunan Çin’in Lefkoşa Büyükelçisi tarafından bir kez daha vurgulandı. Türkiye de, bunu geçtiğimiz günlerde sözde KKTC’yi Kazakistan’da gerçekleşen toplantıda Türk Devletler Örgütüne dahil etmeye çalışırken anladı. Birleşmiş Milletler hala daha, Kıbrıs Türk tarafının devamlı ısrarlarına rağmen, BM’nin adadaki görev süresinin uzatılmasıyla ilgili sözde devlete danışmayı reddediyor.
Bu terim bizi nereye götürüyor?
Yukardakilere dayanarak, Türk tarafının egemen eşitlik terimini masaya koyarak gerçekte neyi kastettiği varsılayabilir?
- 2015 yılında K/T lider Mustafa Akıncı’nın kabul ettiği şekliyle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüştürülmesini kabul etmiyor. Denktaş’ın 1965 yılındaki pozisyonlarına geri dönerek, en basit şekliyle, 1960 yılında Zürih’de iki tarafın Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması için devrettiği egemenliğin yeniden tahsis edilmesini ve yeni anlaşmadan sonra geçerli olmasını talep ediyor [Türk tarafı]. Bu, Kıbrıslı Türklerin bir şeylerin ters gitmesi halinde (tıpkı 1960 sonrasından olduğu gibi) egemen bir toplum olarak ayrılma hakkına sahip olmasını sağlayacak.
- Türk tarafının pozisyonuyla ilgili en büyük sıkıntı, bu talebin öncül bir talep olmasıdır. Diğer bir değişle, K/T’ler henüz müzakereler başlamadan önce bunu talep ediyorlar ve bunu Guterres tarzı bir paketin parçası olarak istemiyorlar. Kısacası, eğer egemen eşitlik tanınırsa ve müzakereler başarısızlıkla sonuçlanırsa, o zaman herhangi bir karşılık veya taviz vermeden ayrılma hakkına sahip olacaklar! İşte bu nedenle, K/R’lar bunu haklı olarak reddediyorlar. Çünkü K/T’lerin siyasi veya egemen eşitliğini bir üst seviyeye çıkaracak herhangi bir imtiyazın, toprak ve mülkiyet konularında bir karşılığı olmalıdır.
- K/T’lerin egemen eşitliği müzakereler öncesi değil de kapsamlı bir paket halinde elde etmeleri durumunda, bu onların korktukları duruma karşı bir güvence sağlayacaktır. Durum şöyle ki, yeni devletin çökmesi halinde, [Kıbrıslı Türkler] 1960’da olduğu gibi tanınmamış bir toplum olmaya devam edecekler. Diğer taraftan, eğer durum bu noktaya gelirse, yani ayrılık için koşullar oluşursa, tüm prosedürler AB çatısı altında yürütülecek. Kısacası, eğer çözüm sonrası Kıbrıs sorunu yeniden gündeme gelirse, bu sefer sadece Rumları ve Türkleri ilgilendirmeyecek, Avrupa’nın bir problemi olacak. Tıpkı Belçika’nın, İskoçya’nın, Kuzey İrlanda’nın ve Katalonya’nın problemleri gibi, barışçıl yollarla çözümlenecek.