“Belki de en çılgınca efsanelerin
yüz milyonlarca insan arasında
popüler hâle geleceği bir
barbarlık çağına giriyoruz.”[1]
Şenol Güneş’in, “Futbolu eskiden açlar oynar, zenginler izlerdi. Şimdi ise zenginler oynuyor, açlar izliyor,” diye tarif ettiği vakıa üzerine konuşmak bir nevi vakit kaybı olsa da; Bill Shankly’in, “Futbol bir ölüm-kalım meselesi değildir. Ondan çok daha önemli”; Simon Kuper’in, “Futbolun asla yalnızca futbol olmadığı”na dikkat çektiklerini anımsarsak, gündemimizde yer edeceğini görürüz![2]
Her geçen gün toplumların gündelik hayatında olduğu kadar, politik ajandada daha fazla yer etmeye başlayan futbol bir odak hâline gelmişken; meseleyi Michelle Akers’in, “Futbol beyin ameliyatı değil, iyi eğlenceler”; “Futbolda gelecek taraftarın elinde”[3] türünden naifliklerle ele almak mümkün değildir.
George Bernard Shaw’ın, “Kaplan adamı öldürmek isterse adı vahşilik, adam kaplanı öldürmek isterse adı spor olur,” uyarısının muhatabı olan yerkürede hemen herkesin üzerine bir fikri olduğu futbol “basit” gibi görünür ki, zorluğu da, karmaşıklığı da tam da bundandır.
Örneğin futbolla yatırılıp futbolla kaldırılan bir coğrafyanın gerçekleri, taraftar fanatizmi, transfer haberlerinin arasında kaybedilirken; “Futbol arsada güzel” retoriğiyle gerçekleri kavramak mümkün değildir!
Bir zamanlar, Aralık 1935’de ‘Golspor’un “Asil ve nezih spor istiyoruz. … Spor, beş on kişinin karşı karşıya geçerek çeşitli renkler altında birbirlerine küfür etmesi tekme sallaması değildir… Spor kafa ile, zekâ ile ve nihayet zekâ ve civanmertlik kuralları altında yapılır. Spor bir okul, bir bilim meselesidir. (…) Bugün birbirine tekme atanlar, yarın toplum içinde elbette daha tehlikeli olabilir,”[4] temennileri ya da 1968-1969 sezonundaki jübile maçında Metin Oktay ile Can Bartu’nun formalarını değiştirip, 10 dakikalığına Metin Oktay’ın Fenerbahçe, Can Bartu’nun ise Galatasaray forması ile mücadele ettiğigünler geride kaldı…
Kimse kapitalizmin doğrudan kontrolü altındaki futbola dair “nostaljik” güzellemelere sarılmasın!
Örneğin Eric Cantona’nın,“Dürüst olmak gerekirse bir sonraki Dünya Kupası’nı izlemeyeceğim. Katar, bir futbol ülkesi değil. Stadyum inşaatlarında çalışan insanlara yapılan muamele çok korkunç. Bu turnuva artık benim umurumda değil,” notunu düştüğü Katar’da 21 Kasım-18 Aralık 2022 arasında düzenlenecek 2022 FIFA Dünya Kupası’nı NATO’nun sahiplenmesi gerçeğini gölgeleyemez!
NATO, 2022 FIFA Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak Katar’a organizasyon için güvenlik desteği vereceğini açıklarken; desteğin Katar ile NATO arasındaki yakın iş birliği çerçevesinde verileceği ifade edildi![5]
NATO’nun sahiplendiği bir şeye, “Evet” demek mümkün mü? Sizi bilemem ama ben net biçimde “Hayır” diyenlerdenim! Tabii bir de şu soru(lar) var, Katar’ın bir Kuzey Atlantik anlaşması ile ne alâkâsı var ve de bu “alâkâ”da futbolun yeri ne? Aktardım ya, “Futbol asla yalnızca futbol değildir!”
Konuyla ilintili bir şeyi daha aktarmadan geçmeyeyim: İspanya’da 1. ve 2. futbol liglerindeki kulüplerin bağlı La Liga başkanı Javier Tebas, “Futbolda öyle bir sistem var ki zenginden alıp fakire veren değil, fakirden çalıp zengine veren bir Robin Hood gibi,”[6] derken; “Evet” diyenler, futbola güzellemeler düzenler neyi desteklediğinin farkında mı?!
TARİHSEL ARKA PLAN
Futbola dair fikir sahibi olmak için tarihsel arka planına göz atmak yararlı olacaktır; Paulo Freire’nin, “Karmaşık toplumlarda bazen kendimizi zamana gömülmüş, tarihin eleştirel ve dinamik bir değerlendirmesini yapmaksızın yaşar buluruz, sanki tarih üzerimizde yer alıyormuş, hayatlarımızı yönetiyor ve amansızca düzenliyormuş gibi. Bu, bizi hareketsizleştiren, boğan ve sonunda öldüren bir kaderciliktir,”[7] uyarısı eşliğinde…
İlk kez MÖ 2500’lü yıllarda Çin’de oynandığı sanılan oyun, futbol. İmparator Huang- Ti askerlerinin, toprağa dikilen iki direk arasından topu geçirerek yarışmaları biçimindeki idmanın adı ‘T’şu Chu’ idi. Eski Mısır’da Merruka mezarlarındaki duvar resimlerinde, çeşitli sporcu figürlerinin yanı sıra ayakla top oynayan insan şekillerine de rastlanmıştı. Antik Yunan’da ‘Episkyros’ ya da ‘Harpaston’ adıyla bilinen ve domuzun idrar torbasının kıl ya da tüyle doldurulmasından elde edilen bir topla, daire şeklinde oynanan oyunda oyuncular topa hem ayakla hem de elle müdahale edebiliyordu.
Ayrıca Britanyalılar; futbolu andıran oyun olarak kurban edilmiş hayvan başını kullandılar. M.Ö VII. yüzyılda, kuzey Afrika futbolumsu bir ayin yapılıyordu.
XI. yüzyıl yazarı Kaşgarlı Mahmut, ‘Divan-ı Lügat’il Türk’ adlı eserinde Türkler’in “Tepuk” adlı bir top oyunu oynadıklarından söz ediyor.
Yine aynı yüzyılda, Fransa’nın Normandiya ve Brötanya bölgelerinde, rakip köyler, futbola benzeyen ‘La Soule’ adlı çok sert bir oyun oynuyorlardı. Ölümüne yapılan ve bazen gerçek savaşlara neden olan maçları, Katolik kilisesi de destekliyordu. Çünkü topu bir ileri, bir geri atmak, kiliseye göre “iyi” ile “kötü” arasındaki çatışmayı sembolize ediyordu.
Bazı kaynaklara göre, İtalya’ya futbolu Japonya’da 300’lü yıllardan beri oynanan ‘Kemari’ adlı top oyununu izleyen İtalyan seyyah Marko Polo getirmişti. İtalyanca da “tekmelemek, tepmek” anlamına gelen ‘Çalcio’ adlı bu oyunun kurallarına dair ilk belge1580 tarihini taşıyor. Elle ve vücutla oynamaya da izin verdiği için, günümüz futbolundan çok amerikan futboluna benzeyen ‘Çalcio’ maçları, aristokratlardan oluşan 27’şer kişilik iki takım arasında yapılırdı. Maçlar, 6 Ocak’taki haçın suya atılması yortusu ile Paskalya’dan önceki büyük perhiz arasındaki her gece oynanırdı. Vatikan’daki ‘Çalcio’ maçlarına, Papa VII. Clement, IX. Leo ve VIII. Urban da oyuncu olarak katılmıştı.
İngiltere’ye Roma imparatoru Marcus Aurelius’un (hd 161-180) lejyonerlerinin getirdiği de rivayet edilir futbolun. İstilacı Roma ordularına karşı 217’de kazanılan zafer, her yıl Paskalya’dan önceki Tövbe Salısı (Shovetide) Yortusu’nda, Ashbourne ve Derby kasabalarındaki futbol karşılaşmaları ile kutlanırdı.
XIV. yüzyıldaki İngiliz futbolu, birbirine komşu köyler arasında yapılan “güruh” karşılaşmaları şeklindeydi. Yüzlerce, hatta binlerce kişiden oluşan takımlar, köylerin arasında uzanan geniş alanlarda, belli bir kurala uymadan serbestçe top sürerlerdi. Topu karşı köyün meydanına sokan takım galip sayılırdı. 1314’de köy karşılaşmalarında öyle kanlı olaylar yaşandı ki, kral II. Edward oyunları yasaklamak zorunda kaldı. Bunu diğer kralların koyduğu yasaklar izledi.
Ancak 1680 yılında II. Charles’in futbolu himayesine almasından sonra, İngiliz sömürgecilerle göçmenler sayesinde futbol Amerika kıtasından Pasifik Adaları’na kadar dünyanın her yerinde oynanır oldu. 1750’lerde başlayan sanayi devrimi ile dokuma atölyelerinde işçi olarak çalışmaya başlayan köylü çocukları kentlerin dar sokaklarında top sürmeye başladılar. Yolların ve taşımacılığın gelişmesi ile futbol ülkenin her yanına yayılmaya başladı. Bu dönemde futbol orta sınıfın en önemli eğlencesi hâline gelmişti.
1800’lu yıllara gelindiğinde futbol halk okulları, üniversiteler ve sokaklar olmak üzere üç mecrada oynanıyordu. Üniversitelerde oynanan iki tip oyundan biri bildiğimiz ayak futbolu olan ‘Soccer’, diğeri ise topun elle tutulmasına ve oyuncunun engellenmesine izin veren ‘Rugby’ idi. ‘Soccer’ adı, Oxford Üniversitesi öğrencileri tarafından ‘birlik’ anlamına gelen ‘Association’ kelimesindeki ‘Soç’ hecesinin arkasına “bir işle uğraşan” anlamı veren “er” takısının eklenmesiyle oluşturulmuştu. Günümüzde, sadece Galler bölgesinde çok sevilen ‘Rugby’ ise adını bu oyunun ortaya çıktığı Rugby Koleji’nden almıştı.
Bilinen ilk modern futbol kuralları Cambridge Üniversitesi öğrencileri tarafından konuldu. Ancak 1829’da Derby kentindeki futbol maçını seyreden bir Fransız’ın “Eğer bunun adı futbolsa, dövüş dedikleri ne ola ki?” demesinden anlaşıldığına göre, futbola centilmenliğin çok uzağındaydı.
Nitekim Harvard Üniversitesi’nde her yıl okulun açıldığı ilk pazartesi günü oynanan maçlar ‘Kanlı Pazar’ diye anılırken, 1841’de Londra sokaklarında yaşanan çatışmalardan sonra futbol karşılaşmaları yeniden yasaklanmak zorunda kaldı.
Ancak yasak uzun sürmedi ve 1855’de üniversite ve okul takımlarından ayrı ilk profesyonel futbol kulübü olan Sheffield United FC kuruldu. Futbolun kurumsallaşması ise 1863’te kurulan futbol birliği ile oldu. İlk futbol ligi 1881’de kuruldu ancak düzenli lig maçları 1888’de başladı.
Futbolun, Avrupa’ya yayılma hikâyesine gelince, onu da Grigory S. Petrov şöyle anlatır:
“Gençlik kendini İngiliz sporlarına ve bunların en kabası olan futbola kaptırdı. Öğrenimlerini henüz bitirmemiş Avrupa gençleri arasında futbol, sanki bir din oldu. Bütün ülkelerin binlerce zengin çocukları bunu bir ibadet şekline soktular. Bundan zevk alanlar futbolu bir bilim, bir sanat hâline getirdiler.
Sokaktaki halkı heyecanlandırmakla geçinen, kafası boş ve bilgisiz bazı gazeteciler, gençliğin bu düşkünlüğünü yakalayarak onu kullanmaya başladılar. Futbol için sütunlar açarak, sığır bacağı gibi güçlü bacakların meziyetlerinden uzun uzun bahsetmeye başladılar.”[8]
XVI. yüzyılda İngiliz yazar G. Stubbes, ‘Bağımlılıkların Anatomisi’ başlıklı yapıtında, “Futbolun kıskançlığa, hınca, nefrete, düşmanlığa, hatta kavgaya ve cinayete neden olduğunu” belirtmiştir. Bir başka yazar da, 1583’te “Futbolun boyun, bacak ve kol kırılmalarına yol açtığını belirtmiş ve zararlı bir faaliyet olduğunu” yazmıştı.
Öte yandan 13 Nisan 1314’de Kral II. Edward’ın İngiltere’de futbolu yasaklaması da “Büyük bir topla şehir içinde gürültüler yapıldığı ve tanrı korusun, bunun birçok kaza ve hasara sebebiyet vereceği anlaşılmıştır. Tanrı ve kral adına, şehir içinde top oynanmasını yasaklıyorum. Emirlerimizin aksine hareket edenler şiddetli cezalara çarptırılacaktır,” gerekçesiyle açıklanıyordu.
Çıkışından gelişmesine kadar hep kavga, gürültü ve tartışmaların yaşandığı futbol, ülkemize bir spor olarak değil, yabancıların beraberinde getirdiği bir ‘hobi’ olarak gelmişti. Osmanlı Devleti’ne yerleşen İngiliz aileler İstanbul, İzmir ve Selanik gibi liman kentlerinde bu sporu bir sosyal aktivite olarak yapmaya başladıklarında henüz XX. yüzyıla girilmemişti. Dolayısıyla futbol ülkemizde ilk başlarda elit kesimin eğlencesiydi. Doğal olarak ilk kulüpler de burjuvanın kendi takımlarıydı.
Bu konuda Attila İlhan da şunları ekler: “Türkiye’de futbol ilk defa İzmir’de, daha doğrusu Bornova’da oynanmıştır, tarihi 1890; İstanbul, yanılmıyorsam, dört sene ardından geliyor, Kadıköy’deki oynanış tarih ise, 1894… Futbolu, her gittikleri yere olduğu gibi, Osmanlı’ya da İngiliz şirketleri taşımışlar; İstanbul’daki ilk lig, galiba 1902’de, üçü İngiliz, birisi Rum, dört takım arasında oynanıyor: ‘Kadıköy’, ‘Moda’, ‘İmogene’ (İngiliz), ‘Elpis’ (Rum) takımları; bu ligin şampiyonu, ‘İmogene’ olmuştur. Aynı tarihte İzmir’de ‘Panionios’, ‘Apollon’ adlı Rum takımları, ‘Pelop’ adlı Ermeni takımı faaliyet hâlindedir…
Ardından da coğrafyamızın futbol tarihinde önemli roller üstlenen Galatasaray (1905), Fenerbahçe (1907), Beşiktaş (1910) kurulur. Hem de hepsi, Batı’ya dönük, okumuş yazmış kişiler tarafından! Başka türlü söylersek, o erken döneminde ülkemizde futbol halkın ilgilendiği bir spor olmaktan çok, bir ‘alafrangalık’ olarak ortaya çıkmış; sanırım, Anadolu’ya yayılmasındaki gecikmede bunun, hiç de küçümsenemeyecek bir rolü olmuştur.”[9]
FUTBOL “OYUNU”!
‘Homo Ludens’de[10] Johan Huizinga, kültür ve toplum açısından oyunun önemini incelerken; oyunun, kültürün oluşumu sürecinde birincil önemde olduğuna dikkat çeker; bunun da kaçınılmaz olarak hegemonik bir alanı oluşturduğuna işaret etmiş olur…
Bu bağlamda egemenlerin kontrolündeki oyun (ya da futbol) ile Benjamin Franklin’in, “Siz kendinizi koyun yaparsanız kurtlar da sizi yiyecektir” veya Gaius Octavius Augustus’un, “Acta est Fabula, Plaudite!/ Oyun bitti, alkışlayın!” ifadelerindeki hakikâtin vukua gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır…
Kolay mı? Geçmişten bugüne yönetenler, kitlelerin zihinleri siyasetten, iktidarların yanlışlarından, adaletsizliklerden uzak tutmak için “seyirlik eğlence”ler geliştirmenin yollarını aramış ve bulmuşlardı da. Roma’yı gerçek bir imparatorluğa çeviren Augustus’un “ekmek ve gösteri/ bread and circuses” ile yönetme stratejisi tam da bununla ilişkiliydi. Roma İmparatorları’nın on binlerce kişilik dev hipodromlar inşa ettirirleri de bundandı.
Genellikle benzer planlarla, yakınında büyük bir mabet ve dev bir sarayla birlikte inşa edilen bu hipodromlarda atlı araba yarışlarının, canlı hayvan dövüşlerinin, gladyatör dövüşlerinin yer aldığı çeşitli eğlenceler düzenlenirdi.
Egemenler kendi çıkarları gerektirdiğinde kitleleri bir araya getirmekten, oyalamaktan, onlarda bir duygu ve amaç birliği yaratmaktan, öfkelerini, tepkilerini, coşkularını çeşitli hedeflere kanalize etmekten asla çekinmemişlerdir.
Romalı şair Juvenal da bir şiirinde Romalı egemenlerin siyasetini “panem et circences/ ekmek ve sirk siyaseti” diye tanımlayıp, çürümeyi, yozlaşmayı eleştirmişti.
Kaldı ki tarih boyunca bunun örnekleri sayılamayacak kadar çoktur. Egemenler, kitleleri siyasetin dışına itme gayretiyle, seyirlik etkinlikler aracılığıyla ideolojilerini aktarırlar.
Örneğin 36 yıl boyunca Portekiz halkını nasıl yönettiği sorusuna faşist diktatör Salazar, “3 F ile: Futbol, Fado, Fiesta” yanıtını veriyordu, yani futbol, müzik ve eğlence. Hatta Lizbon Stadyumunun inşasının, Salazar’ın, “bana on binlerce insanı uyutabileceğim bir beşik yapın” sözüyle başlatıldığı söylenir.
İspanya’nın ünlü futbol kulübü Real Madrid’in yüz bin kişilik stadı da faşizmin ürünüydü! Coğrafyamızda da egemenler futbolu aynı gerekçelerle kullandı. 60’lı yıllar ile kabaran dalganın etkisiyle politikleşen kitleleri pasifize etmek için futbol iyi bir araçtı.
Futbol, burjuvazi için bir siyasi panayır niteliğindedir. Kapitalizm, sanat gibi futbolu da metalaştırarak piyasaya sürmüş, geride kalan ne varsa boğmuş ve bağımsızlığını ortadan kaldırmıştır.
Futbolun popüler kültürün bir parçası olması ve aynı zamanda toplumsal bir oyun olarak geniş kitlelere ulaşması, onu burjuvazinin elinde oldukça etkili ideolojik bir araç hâline getirmektedir. Burjuvazi, kendi düşüncelerini geniş kitlelerin zihninde egemen kılmak amacıyla futbolu dilediğince kullanmaktadır.
Futbolun artık büyük kârlar getiren bir pazar olduğunu asla unutulmamalı. Ekonomi-politik açıdan çok zorlu bir dönemden geçen coğrafyamızda futbol en önemli mevzulardanken; insanların ölmesi; hastalıkların kol gezmesi; esnafın açlıktan intihar etmesi; insanların işten çıkarılıp kuru ekmeğe muhtaç edilmesi; dövizin başını alıp gitmesi; vd’leri, vb’lerine karşın bir “derbi maçı”, bir transfer söz konusu sancılara “merhem” olabiliyor!
FUTBOLUN HİKÂYESİ
Her şeyin olduğu gibi futbolun da bir hikâyesi var; hem de Thomas Stearns Eliot’un, “Hiç kimseyi, başkalarının anlattığı hikâyelere göre yargılamayın. Çünkü hikâyelerin çoğu yalan doludur!” ifadesindeki üzere!
Malum üzere kapitalizm yeryüzünde egemenliğini kurarken her şeyi büyük bir değişim ve dönüşümün içerisine soktu. Kültürü, sanatı, sporu yerellikten kurtararak evrenselleştirdi ve bunlardan ideolojik, ekonomik ve siyasi kazanç elde etti. Ama çürüme çağındaki kapitalizm elini attığı her şeyi çürütmeye, yozlaştırmaya başladı. Futbol bu bakımdan çürüyen kapitalizmin en “başarılı” ürünlerinden birisidir. Futbolun pislikleri ortadadır. Siyasetin kirletmediği, paranın yozlaştırmadığı, rekabetin taraftarları ve oyuncuları çığırından çıkarmadığı bir futbol kapitalizmde mümkün değildir. Suç bir eğlence aracı, bir oyun olarak ortaya çıkan futbolda olmasa bile!
Futbolun bir oyundan uzaklaşıp, çirkinleşerek profesyonelleşmesi kapitalizmin eseridir. Futbol, bugün milyarlarca insanın izlediği milyarlarca dolarlık pazara sahip bir oyun hâline geldi.
Futbolun 500 milyar dolarlık pazar hacmiyle devasa bir endüstriye dönüştüğünü söyleyebiliriz. Reklâm gelirleri, sponsorluk anlaşmaları, yayın ihaleleri ve bahis oyunlarıyla bu devasa sektörün pazar hacmi her geçen gün artıyor. Bazı futbol kulüplerinin bütçeleri yoksul ülkelerin bütçelerini bile aşıyor. En zengin 20 futbol kulübü 2009’da 3.9 milyar avroluk gelir elde etti. Listenin üst sıralarında yer alan Real Madrid, Barcelona, Manchester United gibi kulüplerin yıllık gelirleri 400 milyon avro civarındaydı.[11] Emperyalist piramidin üst basamaklarındaki ülkelerin takımları en zenginler listesinde de başı çekiyorlar.
Futbol pastası büyüdükçe pastayı yiyenlerin tamahkârlığı da doğal olarak artıyor. TV gelirleri, reklam gelirleri, maç hâsılatları onların gözünü doyurmak bilmiyor. Futbol endüstrisinin patronları milyarlarca insanın tutkusu ve bağımlılığı hâline gelen bir oyundan nasıl daha fazla kâr elde edebilecekleri derdindeler.
Bu çerçevede futbolun “arsadan borsaya” seyr-ü seferi görmezden gelinemez!
İngiltere’de 11 futbol kulübünün bir araya gelip Futbol Birliğini oluşturduğu 1863’ü futbolun kurumsallaşmasının miladı kabul edersek; o günden beri futbol oyunu muazzam bir evrim geçirdi.
Tam da burada futbolun aslî özelliğinin ekonomik boyutu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Yerkürede en çok takip edilen ve sevilen futbolun aynı zamanda en büyük pazar payına olduğu bir “sır” değilken; söz konusu ekonomik boyut futbola ilgiyi arttırıyor, ilgi arttıkça da ekonomik boyut büyüyor.
Futbolun bir eğlence veya spor dalı olmanın çok ötesine geçmesinde 1980’li yıllar çoğu uzman tarafından bir dönemeç noktası olarak görülüyor. Başka bir deyişle futbolun endüstriyel/ ticari niteliğinin yeni bir aşamanın arifesinde olduğu yıllardır bunlar. Ama modern futbol kapitalizmin çocuğudur ve bu yüzden de doğumundan kısa bir süre sonra, kapitalizm her şeyi (kültür, sanat, bilim) olduğu gibi futbolu da kendi özüne uygun bir biçimde bir değişim sürecine sokmuştur.
Futbolun endüstriyel değişim ve dönüşümü kapitalizmin genel gidişatından bağımsız değildir. Kapitalistler 70’li yıllarda girdikleri bunalımdan çıkış için hem yeni pazar alanları hem de mevcut pazarları daha yoğun bir biçimde sömürmenin yollarını arıyorlardı. Ardından kapitalizmin piyasaya sürdüğü küreselleşme ideolojisi, egemenlerin sistemin tıkanıklığını aşmak için başvuracakları çözüm yöntemlerine emekçileri razı etmekten başka bir amaç taşımıyordu.
FUTBOLUN ÖZELLİKLERİ
İnkâra gerek yok: Futbol, çok sayıda insanı etkisi altına alan önemli bir iktisadi ve toplumsal etkinliktir. Ekonomisi yüzlerce milyar dolarla ifade edilen bir oyunun etkilerinin sadece sportif alanla sınırlı olması beklenemez de zaten. Bu yüzden futbolun başta siyaset olmak üzere pek çok toplumsal alanla ilişkisi de son derece yoğundur.[12]
Futbol dünyanın neredeyse her yerinde siyaseti etkiliyor ve siyaset için kullanılabiliyorken; toplumsal muhalefeti bastırmanın en önemli aygıtlarının başında gelir. Hem maço kimliğe sahip olması ve hem de milliyetçi, faşizan duyguların pekiştirilmesi amacıyla toplu bir ayini andıran stadyumlardaki atmosfer, her zaman totaliter sistemlere hizmet edegeldi. Cinsiyet eşitsizliğinin yanında, doğaya ve her türlü metaa hâkim olan erkek egemen yapı, bu ayin ile elde ettiği gücü egemen yapı için şiddet unsurları çerçevesinde hiç tereddüt etmeden sadakatle kullanır. Politik yapının, yani iktidarın etkin araçları kullanarak ele geçirdiği futbol, yönetim mekanizmasının kendi amacı doğrultusunda yöneterek, insanları algı yönlendirmesi içinde politize eder. Çünkü yeryüzünde bir inancın etrafında birleşmiş yüz binler, milyonlardan oluşan insan topluluğu bulmak ve yönetmek mucizevi bir hazinedir. Bu kitleyi bulmak kolay değildir.[13]
“Ezilen sınıflar efendilerine duygusal olarak da bağlanabilirler. Düşmanlıklarına rağmen onlarda kendi ideallerini görebilirler,”[14] saptamasındaki üzere futbol ulusal ve uluslararası mecrada farklı sermaye çevrelerinin gövde gösterisi yapmak veya rakiplerini zayıf düşürmek için kullandığı araçlardan birisidir de.
Ayrıca “Tribünden gelen sesler süren savaşlardaki mazlumun sesini kısıyorsa futbol afyondur!”[15] ifadesindeki gibi abartılmış ve oyalayıcı bir etkinliktir: Beyni uyuşturur. Ayrışma yaratır. Gündem değiştirir. Bir soru(n)lar yumağıdır. Limitsiz tüketimdir. Zenginlerin sefa, fakirlerin ise cefa çektiği, zaman öldürme “aktivitesi”dir.
İnsanların gözünde bir hayat memat meselesi hâline getirilen curcuna olarak “Futbol yığınların afyonudur” saptaması birçok doğru içermekle beraber “Neden” ve “Nasıl” sorularını beraberinde getirmekteyken; futbol taraftarının çoğunluğu sosyal hayatlarındaki başarısızlıklarını, tuttuğu takımı sahiplenerek ve onların başarılarını kendilerine mal ederek hayatlarına tutunacak bir dal eklemektedir.
İyi de tam da bu tabloda “Futbolu düşünürken aslında ne düşünürüz?”
Pek çok şeye dairdir futbol; karmaşık, çelişkili, çatışmalı pek çok şey: Hafıza, tarih, mekân, toplumsal sınıf, bütün belalı hâlleriyle toplumsal cinsiyet (özellikle erillik, giderek de dişillik), aile kimliği, kabile kimliği, milli kimlik, grupların doğası (hem oyuncu gruplarının hem de taraftar gruplarının), ayrıca kendi grubumuz ile başka gruplar arasındaki çoğu zaman şiddet içeren ilişkidir. Çoğu insanın evvelce söylediği gibi, futbol savaşın başka araçlarla devam ettirilmesidir, ama futbolun araçları da düpedüz savaşa meyillidir: Mesele kazanmaktır (bazen de kahramanca mağlubiyet).
Bu özellikleriyle futbol, kitle iletişim araçlarının da etkisiyle, kapitalist sistem içinde alınır satılır bir meta hâline getirilirken, milyonlarca paranın harcandığı ve milyonlarca kişinin çalıştığı bir endüstri ve bilimin araştırma yaptığı bir alana dönüşmüştür.
İlginin duygusal büyüklüğü ve parasal girdilerin ve ödüllerin büyüklüğü neticesinde, özellikle gençler arasında futbolculuk gözde bir meslek hâline gelmiştir. Futbolun, toplumda orta ve alt tabaka tarafından talep edilen bir kurtuluş alanı olarak görülmesi, toplumun büyük bir bölümünün ona ilgi göstermesine ve futbolun popüler hâle gelmesine neden olmaktadır.
Orta ve alt tabakanın yoğun bir şekilde katıldığı futbolda profesyonelleşme artmaktadır. Hâliyle, futbol sağlıklı yaşam ve eğlence amacından ziyade, para ve statü amacıyla yapılan mesleki bir faaliyete dönüşmüştür.[16]
Burada bir parantez açarsak: “Kültür insan ve toplumların gelişim süreçlerini, olay ve olgularla karşılıklı etkileşimlerini, yaşam biçimlerini ve süreç içerisinde elde ettikleri kazanımları ifade etmek için kullanılmıştır. Bu kapsamda kültürün tarihsel, coğrafik ve sosyal niteliğinin bulunduğu söylenebilir. Yerel olan kültür, iletişim teknolojisindeki değişme ve gelişimlerle birlikte küresel hâle gelmiştir,”[17] saptamasından hareketle futbolun araçsallaşması, onu hâliyle popüler kültür içinde kullanılan önemli bir enstrüman hâline getirdi. Bu yüzden de futbolun popüler kültürün parçası olması, onu kapitalizmin ürettiği ticareti ve tüketimi amaçlayan bir araç hâline getirdi.[18]
Ve nihayet yoksul uyuşturucusu futbol, burjuvazinin kontrolündeki sektör olması yanında; tümüyle mafyanın, kapitalist patronların oyuncağına dönüştü. Ya da futbol ruhunu paraya sattı. Futbol kulüplerinin zengin patronlar tarafından satın alınması gibi…
Bunun kaçınılmaz sonucu olarak “Futbol stadyumları modern birer kolezyum, futbolcular da modern gladyatörler olur”ken[19] de “Futbol; politik elitler, kirli kulüp sahipleri ve yöneticileri eliyle enkaz hâline dönüştürüldü. Tribünler ırkçılık, etnik nefret ve şiddete sahne olarak toplumun gerilimlerini de yansıtır hâle geldi.”[20] Şiddeti sıradanlaştırdı. Kaldı ki ekonomik eşitsizlik veya ırkçılık benzeri şiddet sisteme mündemiç ve yapısaldı.
Tekrarlamak pahasına da olsa, bir daha hatırlatayım: Futbol her şeydir ve her şey gibi siyasidir; Luis Suarez’in, “Latin Amerika’da futbol ve politika iç içe girmiştir. Milli takımın yenilmesinden sonra görevden alınan birçok hükümet sayabilirim size,” ifadesindeki üzere ve futbolun bir getirisi olan ırkçılık gibi…
FIFA, UEFA ve federasyonlar savaş açsa da, yeşil sahaların bilinçaltında hep öteki mahalle vardır. Tribündeki biri sahaya muz atar, öteki maymun fotoğrafı açıp akıl yoksunu, ahlâk fakiri yollarla gönderme yaptığını zanneder. Kimi, ten rengine takıktır, kimi de etnik kökene. Irkçılık ister futbolda olsun, ister toplumsal yaşamın diğer katmanlarında, insanlık suçudur!
Geçerken hatırlatayım:[21] Arthur Wharton sahalarda görülen ilk siyah profesyonel futbolcuydu. Defalarca ırkçı saldırıya maruz kaldı ve asla hak ettiği değeri görmedi. Günümüzde futbol sahaları hâlâ ırkçı saldırıda bulunan insanlar dolu.[22]
FUTBOLUN EKONOMİ-POLİTİĞİ
Avrupa futbol pazarının büyüklüğünün 30 milyar Euro’ya yaklaştığı[23] düzlemde dijital platformun da devreye girmesi ile naklen yayın gelirlerinin artması sonucunda; spor büyük bir maddi sektör oldu ve futbol sektörü tüm dünyada 200 milyar dolarlık bir işlem hacmine ulaştı.[24]
Söz konusu tabloda İngiltere, 12.4 milyar dolarla transfere en fazla para ayıran ülke olurken, Türkiye ise 1.1 milyar dolarla listenin 9. sırasında yer aldı. FIFA’nın raporuna göre dünyadaki futbol kulüpleri, 2011 başından 2020 sonuna kadar 48.5 milyar dolarlık transfer harcaması yaptı.[25]
Bu madalyonun bir yüzü; öteki tarafta, mesela dünya futbol topu üretiminin büyük bölümünü gerçekleştiren Pakistan’da çocuk işçiler 100-150 dolara satılan futbol toplarını yarım dolar karşılığında dikiyorlar. Günde 1 veya 2 dolara çalıştırılan bu çocukların ne futbol topu alacak paraları ne de vakitleri var. İşte kapitalizmin spordan, insan bedeninin sağlığından ve gelişiminden anladığı budur.[26]
Devamla: Kapitalizmin en popüler ve sistemin en kirli ilişkilerinin yerleşiklik kazandığı bir sektör olarak futbolu yöneten camia Zürih’in burjuva konforuna yerleşmiş FIFA denen yozlaşmış ve mutlakiyetçi yozlukken; OECD bünyesindeki FATF’ın (Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu) raporuna göre, sadece Avrupa’da futbolun yıllık cirosu 20 milyar avroya yaklaşmıştır. Yan kollarıyla birlikte sektörün dünya genelindeki hacmi ise 500 milyar dolara ulaşmıştır.[27] Bu iştah açıcı pasta nedeniyle şike, yolsuzluk, vergi kaçakçılığı ve kara para aklama açısından futbol sektörü oldukça cazip hâle gelmiştir.
İş bu nedenle futbol, FIFA’nın (Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği) yolsuzluklarıyla gündemin başında yer almaktadır; bu da ekonomisi bilinmeden futbolun analiz edilemeyeceğini bir kez daha ortaya koymuştur.
1996-2022 kesitinde futboldaki parasal genişlemeye yaşanmasına rağmen sportif performansta geriye gidilirken; kulüplerin finansal krize girdiği Türkiye’ye gelirsek…
Öncelikle futboldaki parasal büyüme özellikle 25 yılda önemli bir artış kaydetti. Futbol gelirleri 1996-2021 kesitinde yüzde 1209, yani 12 kat arttı. 1996’da 275 milyon TL civarında olan futbol gelirleri 25 yılda 3.6 milyar TL’ye ulaştı.[28]
Ancak parasal büyüme gelirleri artırırken kulüplerin borçlarının da çığ gibi büyüdüğü coğrafyamızda 1996’da 275 milyon TL gelir ve 185 milyon TL borca sahip Süper Lig’de, gelir borç pozisyonu ilerleyen yıllarda giderek bozulmuş, borçlar gelirlerin üzerine çıkmıştır.
2022’ye geldiğimizde futbolun borçları yüzde 9765 (yaklaşık 98 kat) artarken gelirleri yüzde 1727’lik (17 kat) bir artış kaydetmiştir. 2022’de kulüplerin toplam borçları 18 milyar 250 milyon TL’ye ulaşırken toplam kulüp gelirleri ise 4 milyar 763 milyon TL olarak gerçekleşti. 2022’de gelirlerimiz daha da düşerek 3 milyar 600 milyon TL’ye geriledi.[29]
Dört büyüğün bütçesi 5.5 milyar TL iken;[30] dört büyüklerin toplam borcu 17 milyar liraya ulaştı. Kulüplerin yıllık gelirlerin en az 4 katı borçları var; Trabzonspor 418, Beşiktaş 396, Galatasaray 173, Fenerbahçe 133 milyon lira zarar ettiğini duyurdu. Böylece dört büyüklerin toplam borcu 17 milyar liraya ulaştı.[31]
Oyunculara ve menajerlere ödenen paralar artık o kadar astronomik hâl aldı ki,[32] GS yedi yılda futbolcu temsilcilerine 40.5 milyon Avro ödedi![33]
MAFYALI, AKP’Lİ FUTBOL(UMUZ)
Böylesine bir mali kaynağın mafyanın ilgi alanına girmemesi mümkün değildi ve öyle de olunca “Futbolun derin yapısı el değiştirdi… Dijital platformun maç naklen yayınlarını almasıyla başlayan para girişi, Susurluk örgütlenmesinin ve illegal yapıların futbol içine girerek alan bulmasını sağladı.”[34]
Futbol sermaye birikimini sağlayabilen bir kültür endüstrisi ürünü hâline geldi. Bu nedenle de siyasetten mafyaya, cemaatlerden etnik diasporalara tüm çıkar gruplarına kadar her yapıyı çekim alanına aldı.
1980 Darbesi’yle birlikte apolitik ideolojiyi meşrulaştırma aracı olarak kültür enstrümanları kullanılmaya başlandı. Ancak zamanla bu ürünlerin toplumda yarattığı popülarite iktidar sahiplerinin ilgi göstermesine yol açmış ve futbol siyasetin hegemonyası altına girmişti.
Bunun en iyi örneği de DTP Grubu Adına Dersim (Tunceli) milletvekili Şerafettin Halis’in Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Tutanağı’na (23. Dönem 3. Yasama Yılı 84. Birleşim 30 Nisan 2009 Perşembe) nakşedilmiş satırlarıdır:
“Değerli milletvekilleri, futbol siyaset-mafya-holding üçgeninden kurtarılmadıkça Futbol Federasyonu ne Meclisin gündeminden ne de yargının gündeminden düşmeyecektir. 12 Eylül ülkemizde sadece demokrasiyi darbelemekle kalmadı, insan yaşamını yok etmenin ötesinde demokrasilerde olmayan, olmaması gereken bir sürü kirli, karanlık ortamların ve uygulamaların yaşanmasına da alan yarattı.
Köşeyi dönmek için her yolun mubah olduğu 80’li yıllarda Türkiye’de yüzlerce milyon doların döndüğü futbola karanlık güçler müdahale etmeye başlıyor. Öyle ki kongrelerde kendilerini açık açık göstermekten kaçınmıyorlar. Alaattin Çakıcı’nın Beşiktaş Kulübü adına aldığı pasaportla yurt dışına nasıl kaçtığı biliniyor. Aynı yıllarda diğer kulüpler de müdahale görüyor. Mafya sadece Birinci Lig’le sınırlamıyor kendisini, İkinci ve Üçüncü Liglerde de hâkimiyet sağlamaya çalışıyor. Bu güçler futboldan tek sorumlu kurum olan Futbol Federasyonuna da müdahale etmekten geri kalmıyorlar.
Şimdi çok yakın bir geçmişe dönelim. 1997 Futbol Federasyonu seçimlerinde eski Beşiktaşlı Mustafa Kefeli ile Haluk Ulusoy yarışıyor. Seçim Sheraton Oteli’nde yapıldığı için delegeler orada konaklıyor. Ancak otelin bir katında Sedat Peker ve adamları, diğer katında Alaattin Çakıcı’nın kardeşi Gencay Çakıcı ve adamları, diğer katında Korkut Eken ve adamları kalıyor. Peker ve Çakıcı, Mustafa Kefeli’yi; Korkut Eken ise Haluk Ulusoy’u destekliyor. Seçimi Haluk Ulusoy yani Korkut Eken kazanıyor; kaybeden ise Peker ve Çakıcı oluyor.
Sonrası var. Sonrasında Çakıcı, Haluk Ulusoy’u ve Federasyon Başkan Vekili Hadi Türkmen’i ölümle tehdit ediyor. Hadi Türkmen istifa ediyor. Ulusoy, Çakıcı’yla anlaşma yolu arıyor. Sonuçta Çakıcı şart koşuyor: “Bir dönemden fazla Başkanlık yapmayacaksın. Senin kanını dökmediğim için 100 koyun kesip cezaevindeki adamlarıma göndereceksin.” diyor. Bunun üzerine Haluk Ulusoy Eyüp Sultan’da 50 koyun keserek işi kapatıyor. Değerli milletvekilleri, bu bilgiler, Mustafa Kefeli’nin DGM dosyasında olduğu gibi yer alıyor.”[35]
Gelelim -kısacık da olsa!- AKP faslına…
Bilmem biliyor musunuz? TTF’nin yeni başkanı Mehmet Büyükekşi oldu ve yönetim kurulunda AKP’ye yakın birçok isim var.[36]
Bundan önceki TTF başkanı Nihat Özdemir de AKP’nin gözde müteahhitlerindendi. Özdemir, TFF’deki görevinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın direktifleriyle istifa etti.[37]
AKP futbolla çok ilgili; ancak AKP’nin futbola ilgisi sadece Erdoğan’ın eski bir futbolcu olmasıyla açıklanamaz. Halkının futbola ilgisini propaganda aracı olarak kullanma kararı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemine kadar uzanır.
1990’da kurulan İBB Spor, 2014’de 29 kişinin katıldığı Olağanüstü Genel Kurul ile futbol şubesini yedi ortaklı Başakşehir Futbol Kulübü’ne sattı. O günün parasıyla yedi ortak 17 milyon lira verdi.
Ortaklardan biri Emine Erdoğan’ın yeğeni ile evli olan Göksel Gümüşdağ’dı.
Gümüşdağ o dönem AKP’nin İBB Başkanvekili idi. Bir diğeri de eski İBB Genel Sekreteri Çağatay Kalkancı oldu. AKP’nin önde gelen isimleri Başakşehir’in kurucular arasında yer aldı.
Kurulduğu gün kulübe Başakşehir Spor Kompleksi hediye edildi. Bu tesisin içinde stat, kamp merkezi, antrenman tesisi ve otel vardı.
Geçmişe dönük tüm vergi borçları eski kulüp İBB Spor’a bırakıldı. Milyar dolarlık kamu ihaleleri alan Kalyon Grup başta olmak üzere iktidara yakın tüm firmalarca desteklendi ve kuruluşundan sadece 6 yıl sonra TFF Süper Lig’i şampiyon olarak tamamladı.[38]
Bu da AKP’nin futbolla ilişkisinin verilerinden birisiydi![39]
ÜÇ NOKTA
Bu kadar çok şeyden söz ettikten sonra, yazılanlara bir “sonuç” yazmak pek de mümkün görünmüyor!
Öyleyse bir “sonuç” yazmak yerine Umberto Eco’nun, “Bir futbol pazarında devrim yapmak mümkün mü?” sorusuna “Hayır” diyen birisi olarak üç şeyin altını çizeyim.
İlki futbolun kapitalizmin kontrolünde bir iktidar aygıtı olduğunun ifşasıdır. “Hiç kimsenin iktidardan bahsetmediği yerde iktidar tartışmasızdır, bu tartışmasızlığı içinde aynı zamanda kesin ve büyüktür. İktidarın, tartışmalı hâle geldiği yerde çöküşü de başlar.”[40]
İkincisi “arsada futbol” diye formüle edilenin kapitalizmin sınırlarında mümkün olmadığının görülmesidir. Bu konuda kimse bize “geçmiş” hikâyesi anlatmasın. XIX. yüzyılda sanayi devrimiyle beraber İngiltere’nin şehirli nüfusu bilhassa şehirli genç nüfusu hızla artarken; bu futbola ilgiyi hemen arttırmaz. Zira, Charles Dickens okuyanların bileceği üzere, proletaryanın futbol oynayacak hâli kalmamaktadır.
Üçüncüsü de Demokritos’un, “Kendi yeteneklerine güvenmek, tümüyle insan olmayı öğrenmektir”; Paulo Freire’nin, “Ezilenlerin özgürleşmesi insanların özgürleşmesidir, şeylerin özgürleşmesi değildir,”[41] saptamaları eşliğinde 28 Temmuz 1976 Montreal Olimpiyatları’nda Küba’nın altın madalyalı ağır sıklet boksörü Teofilo Stevenson’la birlikte, “Ben bir amatörüm ve bundan çok mutluyum. Muhammed Ali, G. Foreman ve de Frazier’in ne milyon dolarları ne de Rolls Royce arabaları beni ilgilendirmiyor,” demeden sporun da, futbolun da bir oyun olarak mümkün olam(a)yacağıdır.
Son söz de Karl Marx’dan: “Olayları gözlemleyip de onlardan görünmeze ilişkin sonuçlar çıkardığımız zaman, efsane ortadan kalkacaktır.”[42]
Bu tespit, elbette “futbol efsanesi” için de geçerlidir!
11 Ağustos 2022 16:25:34, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[*] Newroz, Eylül 2022…
[1] John Lukacs, Modern Çağın Sonu, çev: Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları, 1993.
[2] Bkz: i) Temel Demirer, “Futbolun Ekonomi-Politiği!”, Devrimci Demokrasi, No:179, 1-16 Temmuz 2010… ii) Temel Demirer, “Futbolun Ahvâline Dair Notlar”, Kaldıraç, No:159, Eylül 2014; Kaldıraç, No:160, Ekim 2014… iii) Temel Demirer, “Milliyetçilik Virüsü ve Futbol”, Beleştepe Futbol Edebiyatı, No:1, Ağustos 2016… iv) Temel Demirer, “Futbol: Gerçek ve Bağıntılarıyla Tartışalım mı, Tartışmayalım mı?”, Newroz, Ekim 2016… v) Temel Demirer, “Futbol Felaketi”, Newroz, Haziran 2021… vi) Temel Demirer, “Futbolun Asileri”, Kaldıraç, No: 241, Ağustos 2021…
[3] Will Magee, “Futbolda Gelecek Taraftarın Elinde”, Birgün, 26 Nisan 2021, s.13.
[4] Şaduman Halıcı, “Hem Gol Hem Ayva Yağmuru”, Cumhuriyet Pazar, 12 Haziran 2022, s.4.
[5] “NATO’dan Katar’a Dünya Kupası Desteği”, Birgün, 24 Haziran 2022, s.14.
[6] “La Liga Başkanı Javier Tebas: Fakirden Çalıp Zengine Veren Bir Robin Hood Gibi”, 23 Eylül 2021… https://t24.com.tr/haber/la-liga-baskani-tebas-tan-futbol-sistemine-elestiri-fakirden-calip-zengine-veren-bir-robin-hood-gibi,980842
[7] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991, s.193.
[8] Grigory S. Petrov, Beyaz Zambaklar Ülkesinde, çev: Ana Kılıç, Can Yay., 2021.
[9] Attila İlhan, Yıldız, Hilal ve Kalpak- Gazi’nin Ulusal Solculuğu, İş Bankası Kültür Yay., 2004, s.213.
[10] Johan Huizinga, Homo Ludens: Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme, çev: Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yay., 1995.
[11] Suphi Koray, “Futbol, Bahis, Şike ve Kapitalizm”, Marksist Tutum Dergisi, No:62, Mayıs 2010.
[12] “Düzen, nasıl cinselliği sevgiden, özel yaşamı kamu yaşamından, geçmişi bugünden ayırırsa, duyguyla düşünceyi de birbirinden boş düşürür.” (Eduardo Galeano, Kucaklaşmanın Kitabı, çev: Nihal Yeğinobalı, Can Yay., 1994, s.115.)
[13] Müslüm Gülhan, “Fabrika Yıkıp Stadyum Yapmanın Mantığı”, Birgün, 14 Ocak 2022, s.15.
[14] Sigmund Freud, Bir Yanılsamanın Geleceği, çev: Mehmet Ökten,: Tutku Yay., 2014.
[15] Ali Şeraiti, Toplum Bilim Üzerine, çev: Kenan Sökmen, Bir Yay., 1985.
[16] Müslüm Gülhan, “Futbolcu”, Birgün, 24 Haziran 2022, s.13.
[17] Ünal Şentürk, “Popüler Bir Kültür Örneği Olarak Futbol”, Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2007, Cilt 31, No:1, s.25.
[18] Müslüm Gülhan, “Abi”, Birgün, 17 Haziran 2022, s.16.
[19] Anıl Aba, “Endüstriyel Futbol ve Eriksen Vakası”, Birgün, 17 Haziran 2021, s.2.
[20] Jelena Dureinovic, “Partizanlar Sahada”, Birgün, 16 Haziran 2021, s.5.
[21] Sporun ayrımcılık tarihinde Güney Afrika’nın, o tarihin içinde de Ronnie van der Walt’ın özel bir yeri var. 1967’de çıkacağı önemli bir maç öncesi “beyaz olmadığı” kararına varılan boksörün kariyeri bir anda sona erdi. Hayatı boyunca “beyaz” olarak yaşayan, beyazların okullarına giden, Afrikaner (Güney Afrika’daki Hollanda asıllılar) adı taşıyan, meşhur güreşçi Johannes van der Walt’ın torunu olan ve 12 yıldır apartheid kuralları uyarınca beyazlar arasında boks yapan Ronnie, eşinin melezliği gerekçesiyle bokstan men edildi. Irk Sınıflandırma Kurulunun “titiz” araştırması sonucu alınan karar sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlarken gözyaşlarına engel olamayan Van Der Walt, “Kalbim kırıldı ve hayatım mahvoldu” dedi. “Beyaz olmayan” bir kadınla evlenmek “Ahlâk Yasası”na aykırı olduğundan bir de bu maddeden ceza almamak için itirazının sonucunu beklemeden İngiltere’ye göçtü. Orada bir süre boks yaptıktan sonra otobüs şoförü oldu. 2012’de Jamaika’da öldü. (Mithat Fabian Sözmen, “Apartheid, De Klerk ve Ronnie Van Der Walt”, Evrensel, 15 Kasım 2021, s.12.)
[22] Ziya Adnan, “Arthur Wharton’un Hikâyesi: Bitmeyen Irkçılık”, Birgün, 1 Şubat 2022, s.14.
[23] Soner Yalçın, “Yeni Patron: JP Morgan”, Sözcü, 20 Nisan 2021, s.10.
[24] Müslüm Gülhan, “Popülist Futbol İflas Etti”, Birgün, 11 Mart 2022, s.15.
[25] “Futbol Endüstrisi: Transfere 10 Yılda 48.5 Milyar Dolar Harcandı”, 2 Eylül 2021… https://www.avrupademokrat.com/futbol-endustrisi-transfere-10-yilda-485-milyar-dolar-harcandi
[26] Hakan Sönmez, “Olimpiyatların Işıltılı Yüzünün Ardındakiler”, 6 Eylül 2016… https://marksist.net/hakan-sonmez/olimpiyatlarin-isiltili-yuzunun-ardindakiler
[27] Kerem Dağlı, “Burjuva Siyasetin Aracı Olarak Futbol”, Ağustos 2011, Marksist Tutum Dergisi, No: 77, Ağustos 2011.
[28] Tuğrul Akşar, “Türk Futbolunda Parasal Büyüme”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2022, s.13.
[29] Tuğrul Akşar, “Futbol Finansal Batakta”, Cumhuriyet, 26 Temmuz 2022, s.13.
[30] Mahir Kanat, “Değirmenin Suyu Nereden Geliyor?”, Birgün, 25 Haziran 2022, s.14.
[31] “Futbolun Dört Büyükleri: Akıl Almaz Borç Batağı”, Birgün, 14 Nisan 2022, s.13.
[32] Yabancı oyuncu ithalindeki en yüksek (milyon Avro faturalı) 10 futbolcuya göz atalım: 1) Mario Jardel 17 Galatasaray, 2) Daniel Guiza 14 Fenerbahçe, 3) Emmanuel Emenike 13 Fenerbahçe, 4) Mbaye Diagne 13 Galatasaray, 5) Armindo Bruma 12+2 Galatasaray, 6) Nicolas Anelka 10.7 Fenerbahçe, 7) Raul Meireles 10 Fenerbahçe, 8) Mousa Sow 10 Fenerbahçe, 9) Elvir Baljic 9.5 Fenerbahçe, 10) Younes Belhanda 9.5 Galatasaray… (Özgen Acar, “Türk Futbolcusu Nerede? (2)”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2021, s.12.) Ayrıca bkz: Tuğrul Akşar, “Futbol Geriye Gidiyor”, Cumhuriyet, 23 Temmuz 2022, s.13; Müslüm Gülhan, “Futbol Bizim Neyimize ki? Burası Önemli!”, Birgün, 25 Haziran 2021, s.16; Özgen Acar, “Türk Futbolcusu Nerede? (1)”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2021, s.10; Özgen Acar, “Türk Futbolcusu Nerede? (3)”, Cumhuriyet, 24 Aralık 2021, s.12; “Taraftar ‘Finans Oyunu’nu Bozdu”, Birgün, 22 Nisan 2021, s.16.
[33] Cumhur Özden Arslan, “Menejerlere Servet”, Cumhuriyet, 24 Şubat 2022, s.12.
[34] Müslüm Gülhan, “Futbolun Derin Yapısı El Değiştirdi”, Birgün, 11 Şubat 2022, s.15.
[35] Aktaran: Müslüm Gülhan, “İllegal Futbol”, Birgün, 28 Mayıs 2021, s.14.
[36] “AKP’nin Yeni Federasyonu”, Birgün, 17 Haziran 2022, s.16.
[37] Sercan Meriç, “Nihat Özdemir’in İstifası: AKP’deki Kavga TFF’ye Yansıdı”, Birgün, 5 Nisan 2022, s.5.
[38] Özer Çetinkaya, “Futbolda Erdoğan Düzeni… Süper Lig’in ‘AK’ Kulüpleri”, 31 Ekim 2021… https://odatv4.com/spor/futbolda-erdogan-duzeni-220463
[39] SEKA, 2003’te 3.5 milyon dolara özelleştirildi. Fabrikanın yerine yapılan stat ise 43.5 milyon dolara mal oldu. Kâğıt ithalatına yıllık 3.5 milyar TL harcarken sormamız gereken tek bir soru var: Buna değer miydi? (Müslüm Gülhan, “Fabrika Yıkıp Stadyum Yapmanın Mantığı”, Birgün, 14 Ocak 2022, s.15.)
[40] Byung-Chul Han, İktidar Nedir?, çev: Hüseyin Özdemir, İnsan Yay., 2020.
[41] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., Ocak 1991.
[42] Karl Marx, Demokritos ile Epikuros’un Doğa Felsefeleri, çev: Hüseyin Demirhan, Sol Yay., 2016, s.61.