Bolluk döneminin bitişine hazırlanın!
Bu ifadeler, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un geçen hafta tatilinden döndükten sonra yaptığı ilk açıklamada verdiği mesajdı.
Macron’un konuşmasının Fransız halkına yönelik olduğu düşünülürken, aslında feryadı tüm ‘Batı dünyasına’ yönelik gibiydi.
Macron’un açıklamasına göre, hazır sermaye ve başta petrol ve doğalgaz olmak üzere hiç bitmeyecekmiş gibi görünen doğal kaynaklar dönemi gerçek anlamıyla sona erdi.
Artık ‘Batı dünyasının’ farklı bir şekilde yaşamayı öğrenmesi gerekiyor.
Macron, gezegenin kaynaklarını tüketen ve iklim değişikliğine neden olan ‘tüketim kültürü’ ile ilgili eski klişe sözü kullanmasa da, endişesinin bir kısmının ekolojiye yönelik olduğu açıktı.
Peki şu anda, demokratik bir ülkenin lideri, farazi analizine göre korkunç çıkmazlara doğru gittiğimiz bir anda, perişanlığa olmasa da neden karamsarlığa teşvik ediyor?
Cevabın bir kısmı, Macron’un siyasi yelpazenin çeşitli kısımlarına mensup gruplardan oluşan partisinin son genel seçimde yaşadığı gerilemede bulunabilir.
Şuna dikkat çekmek gerekir ki, altı yıl önce Macron, sürpriz başarısını Fransız siyasetini yıkıp sağ ve sol arasındaki 200 yıllık derin uçurumu kapatmaya çalışarak elde etmişti.
Görünen o ki, Macron’un cumhurbaşkanlığının ilk beş yılında yaşananlar, Macron’un Fransa’nın kendisini ideolojiden kurtarmaya hazır olduğunu düşündüğünü gösteriyor.
Bu beş yıllık dönemde kızıl komünistler ve çeşitli kesimlerdeki sosyalistler pembe rengine yakınlaştı.
Mavili liberaller, geleneksel sağcı ve de Gaulle’cü partiler turkuaz oldu. Siyahlar, aşırı sağ ve neo-faşist gruplar grileşti.
Ancak Macron’un ‘devrimi’nin getirdiği değişim, kapsamlı bir ideolojiden vazgeçemeyecek gibi görünen bir toplumda yeni bir ideolojiye kapı araladı.
Bu ideoloji, özellikle ekoloji, politik doğruculuk veya bilincin ABD versiyonu gibi çeşitli isimler altında onlarca yıldır kenarda gizleniyor.
Alman siyaset teorisyeni Carl Schmitt’e göre, her toplumun ‘nomos’ dediği şeye ihtiyacı var.
‘Nomos’ toplumun maddi ve kültürel yaşamının düzenleyici ilkesini ifade eden Yunanca bir kelimedir. Bu ‘nomos’ dinamik, hatta agresif bir yönelime sahip olabilir.
‘Nomos’ ayrıca bir atalet hissini, hatta yaşamı veya maddi geçim araçlarını kaybetme korkusunu da yansıtabilir.
Hemen hemen tüm Batı toplumlarını kontrol etmeye çalışan ‘nomos’, mevcut versiyonunda kurban rolünü oynama eğilimi olarak tanımlanabilir.
‘Nomos’un bu versiyonuna göre, gezegen, insanlığın tüketim konusunda doymak bilmez iştahının bir kurbanıyken, insanlığın kendisi de oynak piyasaların kurbanı olan kapitalizmin yarattığı açgözlülüğün bir kurbanıdır.
Aynı şekilde kadınlar erkeklerin kurbanı olurken, yoksulların çoğunluğunu oluşturan gençler de yaşlı zenginlerin kurbanıdır.
Eski kölelerin soyundan gelenler, eski köle sahiplerinin soyundan gelenlerin de kurbanlarıdır.
Ayrıca, alternatif yaşam tarzlarını benimseyenler, rahiplik makamını tercih edenlerin de kurbanıdırlar.
‘Nomos’un bu versiyonu, sonu gelmeyen dini, sosyal, ekonomik, etnik ve diğer kurbanlar için sürekli bir arayış halindedir.
Bu ‘nomos’a göre toplum, hepsi eşit ama aynı zamanda diğer tüm kesimlerden farklı olan sayısız kesime bölünmelidir.
Alman Nazileri ve ‘Üçüncü Yol’ savunucuları, Schmitt’in ‘nomos’unu kötüye kullandı.
Devlet ulusu bir savaşın ortasında ağzını açmadan yutarken, onlar bu ‘nomos’u sivil toplumu ayrıştırmak için bir araç olarak kullandılar.
Öte yandan, yeni ‘nomos’ versiyonu, devleti zayıflatmak ve kurban grupları koalisyonu olarak tanımlanan bir toplumu eğlendiren bir palyaçoya dönüştürmek için tasarlanmış görünüyor.
Frédéric Bastiat’ın 19’uncu yüzyılda Fransız parlamentosuna ‘kutsallığı alınmış bir devlet’in özgürlük için bir tehdit olabileceğini söylediği günler geride kaldı.
Bugün, belki de Fransızlara finansal ve kültürel olarak ‘zenginliğe yönelmelerini’ tavsiye eden François Guizot, Paris’te ona uygun olan bir yerde durmuyordu.
Bugün Paris Komünü devrimini ezen Adolphe Thiers’in parlamentoya ‘kolay bir hayat herkes için iyi değil’ demesinin yankılarını duyuyoruz!
Yakın bir zamanda Fransız devlet televizyonuna çıkan iki basın mensubu, Cumhurbaşkanı Macron’la görüşmek için kravat ve takım elbise giymeyi reddettikleri ve kendisine ‘Sayın Cumhurbaşkanı’ diye hitap etmekten nasıl kaçındıkları ile övündüler.
Muhtemelen bunu, eski Fransa Cumhurbaşkanları de Gaulle, Mitterrand veya Chirac’a boyun eğmek zorunda kalan ve bugün kurban olan eski nesil televizyon muhabirlerinin intikamını almak için yaptılar.
Mağdur veya haksızlığa uğramış rolü kasma kültürü yüzünden devlet, kurbanlardan özür dileyip para dağıtan bir para pompalama makinesi olarak görülüyor.
Son birkaç yılda, hem Avrupa hem de Kuzey Amerika’daki Batılı ülkeler, sallantıdaki meşruiyetlerini güçlendirmek için sınırsız bir şekilde trilyonlarca dolar dağıttı.
Alman Jürgen Habermas’ın da aralarında bulunduğu bazı filozoflar, kurban rolünü oynama fikrine Hıristiyanlık havası katmaya çalıştılar.
Onlara göre Batı dünyası, sözüm ona ‘laik’ sistemi benimsedikten çok sonra, Hıristiyanlığı bir ekonomi okulu, mazlumlara sempati gösterme ve Mesih’in sembolize ettiği günahların kefareti olarak hatırlamaya başladı.
Bu değerlendirmeyle ilgili sorun bunun, Hıristiyanlıktaki kurtarıcı anlayışından ziyade Yunan’daki kurban ya da günah keçisi anlayışına daha yakın olmasıdır.
Yunan anlayışında günah keçisi gerçekten hatalıdır ve kurban tüm toplumu temizler.
Hıristiyan anlayışında ise kurtarıcı masumdur ve kendini kurban etmesi ilahi lütfun bir emaresi olarak görülür.
Kurbanı oynama fikri, Hristiyanlığın yanlış anlaşılan bir parçasıdır. Bu, Marksizmin çarpıtılmış bir versiyonudur.
Aynı zamanda radikal çevreci ideolojinin ve genellikle iyi niyetli, varlıklı ama karamsar insanlar tarafından benimsenen katı liberalizmin eseridir.
Bu insanlar ‘az çoktan iyidir’ sloganıyla ekonomik büyümenin insanlığı toplu intihara sürüklediği konusunda uyarıyorlar.
Şu andan itibaren, belki de dünyanın sonuna kadar, ‘daha fazla büyümeye hayır’ sloganını benimsemeliyiz.
Bu akımın büyük tavsiyesi ise ‘sahip olduklarınızla yetinin’ ve ‘istemediğiniz şeyi geri dönüştürün’ şeklinde.
Şaşırtıcı bir şekilde, büyümeden korkan, geri dönüşümü tercih eden ve arzuları dizginleyen medeniyetler, ‘Gılgamış’ adlı önemli kitapta gördüğümüz gibi, yıkılmaya ve ölmeye mahkumdu.
İyi haber şu ki, Batı toplumlarında her zamankinden daha güçlü olan mağduru oynama fikri, Batı medeniyetinin temelindeki esas iyimserliği ve bireysel özgürlük, yenilik ve büyüme arzusunu ortadan kaldırmayı başaramadı.
Dolayısıyla ister gerçek ister sahte olsun Macron’un karamsarlığı, en nihayetinde gelip geçen bir buluta dönüşebilir.
Yazar: Emir Tahiri – İranlı gazeteci-yazar
Çeviri: Sema Sevil
Kaynak: IndyTurk