Kıbrıs’ın kuzeyinde pazar günü seçim vardı. Kıbrıslılar çözüm süreçlerinin tıkanması, ekonomik krizler, iç siyasi gerginlikler ve son olarak Doğu Akdeniz enerji mücadelesi sebebiyle yine zor zamanlardan geçiyor. Gazete Duvar’dan Hediye Levent, seçimi ve tanınmayan bir ülkenin vatandaşı olmak dahil, adadaki durumu Doğu Akdeniz Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen ile konuştu. İşte o röportaj:
‘Seçim sönük geçti’
Seçimler nasıl geçti?
Daha önceki seçimlerle kıyasladığınızda farklı bir seçim ortamı vardı. Pandemiden dolayı daha sönük geçen, yani kitlesel mitinglerin yapılmadığı, kampanyaların daha çok sosyal medyada, televizyonda ya da çok küçük gruplar arasında olduğu bir seçim dönemi yaşandı. İlk defa seçime katılıma da yansıyor. Bir taraftan pandemi diğer taraftan daha güçlü bir boykot çağrısı olan bir dönemdi.
Uzun yıllar bizde seçimlere katılım yüzde 80 civarındaydı. 2005’te yüzde 80, 2009’da yüzde 81, 2013’te yüzde 70, 2018’de ise yüzde 66’ya düşüyor katılım ve bu yıl yüzde 58’e düştü.
Bu düşüşün ne kadarı boykotla, ne kadarı pandemi ile alakalı bilemiyoruz.
“Seçimlerle hiçbir şey değişmiyor” hissiyatı var mı? Mesela Irak ve Lübnan seçimlerinde de benzer eğilimleri görüyoruz.
Siz Lübnan’da yaşadınız biliyorsunuz. Orada neredeyse failed state (başarısız devlet) dediğimiz bir durum var. Bizde de, KKTC’de haftalardır elektrik kesintileri oluyor. Bu çağda farklı bölgelerde 1 ila 3 saat arasında elektrik kesintileri var. Yani devlet mekanizması halka hizmet verme konusunda bazı konularda sınıfta kalıyor. (Pandemi sürecinde) Test yapma sayıları veya testlerin doğru zamanda yayınlanması, eğitimde aksaklıklar, çevre, temizlik vs. baktığımız zaman batı demokrasilerinde tıkır tıkır yapılan şeyler, bizler gibi o failed state’e yakın yerlerde yapılmıyor. Ama buna rağmen çok enteresandır. Bunun sorumlusu hükümetlerin -mesela Kuzey Kıbrıs’ta Ulusal Birlik Partisi’nin-, son 40-45 yıldır ülkeyi en uzun süre yöneten partinin oyları düşmüyor.
Seçime katılım oranı düştükçe bu durum çoğunluk olan partinin lehine dönüşebiliyor.
Hem o var hem de iktidardaki Ulusal Birlik Partisi 1975’te kurulmuş, (ana muhalefet partisi) Cumhuriyetçi Türk Partisi en eski parti, 1970’te kurulmuş. Bu iki parti en örgütlü partiler olduğu için de, kendi tabanlarını sandığa taşıyabilme becerisini en iyi yapan partiler olduğu için de böyle bir durumda en avantajlı parti oldular.
‘Boykot sebebi Türkiye’
Boykottan bahsettiniz. Sebebi ne?
Bunun sebebi, tırnak içerisinde söylüyorum, daha radikal, solun ilerisinde partilerde ve onların önderliğinde oluşan bir hareket. Bir tarafta Yeni Kıbrıs Partisi ve Birleşik Kıbrıs Partisi; oy oranları yüzde 1 ile 2 arasında değişen, parlamento dışı olan iki partinin önderliğinde başlatılan bir kampanyaydı. Buna Federal Kıbrıs Hareketi denilen, daha çok sosyal medyada oluşan, yine oldukça solda kişilerin katıldığı bir kampanyaydı.
Bunların esas çıkış noktası da “Kuzey Kıbrıs, 1974’ten beri Türkiye Cumhuriyeti’nin askeri kontrolünde bir bölge ve hatta işgali altında bir bölge olduğu için burada değişen hiçbir şey olmayacaktır. Yani biz burada Kıbrıslılar olarak kendi kendimize oynuyoruz, kendi kendimize demokrasicilik yapıyoruz. O yüzden hangi parti gelirse gelsin, böyle bir durumda yani Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’nin bir alt yönetimi olduğu bir durumda hiçbir şey değişmeyecektir. Bu yüzden de bu tiyatroyu bir kenara bırakıp Türkiye’nin kontrolü altında olduğunu öne çıkarmak için boykota gidelim” savıydı.
‘Çöken çözüm girişimleri’
Kıbrıs sorununun çözümü için en son 2004 yılında bir referandum yapıldı. Şimdi durum ne?
1974 Türkiye’nin askeri müdahalesinden sonra 1977 ve 1979 yıllarında Doruk Anlaşmaları denilen çok önemli iki anlaşma yapılmıştı Makarios-Denktaş ve Denktaş-Kiprianu arasında.
O anlaşmalarda tarafların üzerinde anlaştığı şöyle bir dizi parametre vardı; Kıbrıs meselesinin çözümü federal bir devletin kurulması ve bu devletin anayasal olarak iki toplumlu ve iki bölgeli bir federasyon olması. Ondan sonraki Kıbrıs’taki barış müzakereleri bu temelde ilerledi.
2004’te Birleşmiş Milletler’in hazırladığı ve o dönemin BM Genel Sekreteri’nin adını alan Annan Planı ile ilk kez kapsamlı ve bitmiş bir çözüm planı masaya konuldu. Ancak Kıbrıslı Rumların çoğunluğunun oyu ile hayata geçemedi.
En son 2016 yılında Cenevre’de ilk kez iki Kıbrıslı tarafla üç garantör ülkenin, yani Türkiye, Yunanistan, İngiltere’nin bir araya gelip başlattığı bir uluslararası Kıbrıs konferansı oldu.
Bu, 1960 yılından beri 5 tarafın ilk kez bir araya gelişi demekti.
Yani Kıbrıs’ın İngiltere’den bağımsız oluşundan beri…
Evet.
Son olarak 2017 yılında İsviçre’de 5 taraf bir araya geliyor.
Orada iddialar da var. Rum Kesimi’nin lideri Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’na şunu söylemiş; Kıbrıslı Türklerle eşitliğe dayalı bir çözümü şu anda halkıma anlatamam. O yüzden bırakın ben gideyim, 6 ay sonra cumhurbaşkanlığı seçimi var, ona hazırlanayım, kazandıktan sonra alternatif çözümleri de müzakere edeyim. Yani işin içinde iki devletli çözümün de olduğu alternatifleri de müzakere ederim dediğine dair iddialar da var.
2017’de önemli bir dönemeçte müzakereler çöktüğü için Türkiye, Kıbrıs konusundaki geleneksel politikasını değiştirme yoluna gitti, en azından söylem bazında.
Neydi geleneksel politikası? Kıbrıs’ta siyasi eşitliğe dayalı iki toplumlu, iki bölgeli federasyonu desteklemek.
Buradan şuna geçtiler; 50 yıldır biz federal çözümü deniyoruz ama Kıbrıslı Rumlar buna hep hayır diyor. Bu nedenle federal çözüm tek alternatif olmamalı. Diğer alternatifleri de müzakere etmeliyiz.
Bunu ilerleyen yıllarda daha da sertleştirip şunu diyor; Kıbrıs’ta artık iki egemen-eşit tarafın, yani neredeyse iki devlet esaslı bir çözüm mümkündür, federasyon mümkün değildir.
Rum kesimi neden süreci baltalıyor?
Kıbrıs’ın Türk tarafına hakimiyet konusunun çok gerçekçi olduğunu düşünmüyorum, ancak Kıbrıslı Rumlar 1963’ten beri bütün dünyanın tanıdığı, iki toplumlu olması gereken Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek yöneticisidirler. Yani 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı yardımcısı Kıbrıslı Türk’tü, veto hakkı vardı, bakanların yüzde 30’u Türk’tü vs… Ancak Kıbrıs Cumhuriyeti yüzde 100 bir Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ne dönüşmüştür. Yani onu kaybetmek istemiyor ve onun verdiği yetkileri Kıbrıslı Türklerle paylaşma konusunda hazır değil.
‘AB’de abimiz yok’
Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB üyeliği gibi bir avantajı da var. Rum Kesimi çözüm süreçlerini baltalama konusunda yalnız mı hareket ediyor başka ülkelerle birlikte mi?
Hayır. (Çözüm olursa) AB içindeki birçok ülke rahat edecektir. Federasyondan onlar da memnun kalacaktır diye düşünüyorum.
Evet, coğrafi olarak bütün Kıbrıs adası AB’ye girdi ancak müktesebatı askıya alındı, yani çözüm olana kadar AB hukuku kuzeyde uygulanmıyor. Rum kesiminin kendi hükümeti ile AB’ye girmesi ona bir avantaj vermiştir. AB kurumlarını bir kaldıraç olarak kullanabiliyor. AB içinde de Rum Kesimi’nin uzlaşmaz bir tavırda olduğunu görenler var ancak bu kulübün bir üyesi olduğu için kulübün belli bir dayanışması var. Bu nedenle Rum Kesimi’ni aleni bir şekilde eleştirecek ve Türk tarafını tutacak şeyler bulunmuyor AB içinde.
AB içinde bir big brother’ımız (büyük abi) yok.
Rum Kesimi bağlantı politikası dediğimiz politikayı çok iyi kullanabiliyor. Mesela kapalı kapılar ardında diyor ki, Belarus konusunda benim de oyuma ihtiyacınız varsa siz de şu konuda benim yanımda olacaksınız.
Kıbrıs müzakerelerinin yakın zamanda resmi olarak başlamasını beklemek ama arka planda gayrı resmi de olsa tarafların bir araya getirilmesi ve hem Kıbrıs’ta hem genel anlamda Doğu Akdeniz’de var olan uyuşmazlıkların yüksek tansiyona ulaşmaması için çabalar var diyelim.
‘Bizi yeterince Türk, yeterince Müslüman görmeyenler…’
Adada kuzeyin Doğu Akdeniz enerji mücadelesinin dışında kalması konusunda Türkiye’ye yönelik eleştiriler var mı?
Homojen bir yaklaşım yok. Bir tarafta yüzde 65 civarında bir sağ ve merkez sağ var. Bu kesime baktığınızda, “Türkiye bizim uluslararası platformlara tek çıkış yerimizdir. Tek müttefikimizdir, ana vatanımızdır ve Türkiye’nin yardımları olmadan hiçbir şey yapamayız” görüşü var.
Diğer tarafta da, “bu doğru ama bu kadar da iyimser olmayın. Türkiye’nin çıkarları söz konusu olduğunda Kıbrıs Türk toplumunun çıkarlarının öncesinde gelir ve Türkiye, kendi çıkarları konusunda bize birçok konuda dikte eder” diyen bir kesim var.
Kıbrıs Türk toplumunun çoğunluğunun Türkiye ile Türkiye halkı ile bir sıkıntısı yok. Tam tersine kendine yakın görür ve sempati ile bakar.
Kıbrıs Türk toplumunun bir kısmının zaman zaman esas problemi Türkiye’deki iktidarladır. Yani eskiden Kıbrıs Türk toplumunu yeterince Türk görmeyip daha çok bayrak, daha çok heykel, büst koyan iktidarlarla ve son yıllarda da yeterince Müslüman görmeyip daha çok cami, daha çok dini semboller diken AKP iktidarı ile problemi var.
Kıbrıs Türk toplumu Türkiye ile dayanışmayı ve işbirliğini hep destekler ama kendi iç işlerine karışılmasına da tepki koyar.
Son yıllarda Türkiye’de iktidarın giderek otoriterleşmesi ile sadece kendi halkına değil Kıbrıs Türk halkına da daha az toleransla bakıyor Türkiye’deki AKP iktidarı. Bu sadece solda değil merkez sağ ve sağda da tepkiler yaratıyor.
Yeni hükümetin önünde dış politikaya dair dosyalar var mı?
Yok. Tamam, bazı ülkelerde temsilcilik ofisleri var ama bunlar büyükelçilik statüsünde değil.
O temsilcilikler lobi faaliyetleri yapıyor ancak cılız. Zaman zaman Türkiye’nin diplomatik kanalları kullanılıyor ancak Kıbrıs Türk tarafını her ortamda Türkiye temsil ettiği zaman “Kuzey Kıbrıs Türkiye’nin işgali altındadır veya oranın bir alt yönetimidir” resmini de güçlendirdiği için çok fazla sempati bulmuyor.
‘Suriye’ye KKTC pasaportu ile girdim’
Türkiye’nin ilişkilerinin iyi olduğu ülkelerde KKTC temsilciliği açılması, en azından ticari ilişkilerin geliştirilmesi, hatta dolaylı tanıma için bir süreç başlıyor ancak bu da Türkiye’nin o ülke ile ilişkilerine endeksli olarak devam ediyor.
Çok doğru. Ben yıllar önce “Kardeşim Esad” olduğu dönemde Suriye’ye KKTC pasaportu ile girdiğimi hatırlıyorum. Yine İsrail ile Türkiye’nin 2010 öncesi ilişkileri çok üst düzeyde olduğu zaman da İsrail’de bir KKTC temsilciliği açılması konuşuluyordu ama Türkiye’nin ilişkilerinin evrilmesi ile birlikte bunlar da sekteye uğradı.
‘Tanınmayan ülke vatandaşı olmak’
Dünyada sadece 1 ülkenin tanıdığı bir ülke olmak nasıl bir şey?
80’lerde, 90’larda özellikle seyahat konusunda çok ciddi sorunlar yaşıyorduk. Ben 90’lı yıllarda Amerika’ya gidebilmek için Amerikan vizesi alıyorum. Vizeyi pasaporta yapıştırmıyor, ayrı bir kağıda basıyor ve onu sadece bir seyahat belgesi olarak kullanabiliyorduk. Bu pasaportla bir tek Türkiye’ye bir de seyahat dokümanı olarak Amerika’ya ve İngiltere’ye girebiliyorduk.
Bildiğim kadarıyla seyahat belgesi uygulaması ülkelerin toleransına bağlı. Filistinliler de benzer şekilde seyahat ediyor. Ancak dokümanı veren ülke bu uygulamadan vazgeçebilir.
İngiltere Kıbrıs meselesinde garantör ülke olduğu için, ABD süper güç olduğu için biliyordu Kıbrıs’ı. Ama KKTC pasaportu ile diğer ülkelere giremiyorduk. Ne yapıyorduk? Vatandaşlık değil de geçici bir seyahat dokümanı olarak Türkiye Cumhuriyeti pasaportu alıyorduk.
Onda da bazı sıkıntılar yaşıyorduk. Hatırlıyorum, 1997-1998 yılında doktora alan çalışmasını yaparken Belçika’ya gidecektim. Belçika elçiliği bana, “Sen Kıbrıslısın. Niye Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu kullanmıyorsun?” dedi.
2004’ten, yani Kıbrıs’ın bir kısmının AB’ye girişinden sonra (kuzey-güney arasında) kapılar açıldığı için birçok Kıbrıslı Türk, Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu aldı, ben de dahil.
Bu, seyahat açısından bir rahatlık ancak bireysel bir rahatlık, toplumsal açıdan değil.
Mesela 2007 yılında İtalyan Parlamentosu’nda bir panele davetliydim. Oradaki Kıbrıs Rum büyükelçisi bunu öğrendiği zaman gider der ki, “bu kişi işgal altındaki bölgeden gelmiştir. Doğu Akdeniz Üniversitesi illegal rejimin bir kuruluşudur. Bu kişi de illegaldir.”
‘TC vatandaşlığı neredeyse imkansızdı’
Türkiye’de bazı genel kabuller var; Kıbrıslı Türkler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır veya kolaylıkla vatandaş olabilir gibi.
Hayır, tam tersine uzun yıllar bir Kıbrıslı Türk’ün hatta Türkiye’de yaşayan bir Kıbrıslı Türk’ün T.C. vatandaşlığı alması imkansıza yakındı.
Adadaki Türk nüfusunun korunması için sanırım.
Evet ama son yıllarda çifte vatandaşlık işlemlerini kolaylaştırdılar.
En azından Türkiye’nin ilişkilerinin iyi olduğu ülkeler tarafından tanınma gibi talebiniz var mı? Mesela Azerbaycan, Rusya…
Nasıl ki iç hukukta özel mülkiyet kutsaldır, uluslararası hukukta da devletlerin toprak bütünlüğü kutsaldır. Özellikle 2.Dünya Savaşı’ndan sonra sınırların savaşla değişmesi pek kabul görmüyor.
15 Kasım 1983 yılında KKTC tek taraflı ilan edildikten sonra -sanırım 18 Kasım’dı-, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı bir karar var, 541 sayılı karar. Orada açıkça şunu söylüyor; Kıbrıs’ta Kıbrıs Cumhuriyeti dışında başka bir devlet yoktur. Başka bir devlet kurulması illegaldir.
Azerbaycan’ın KKTC’yi tanımamasının sebebi Yukarı Karabağ meselesine bir emsal teşkil etmemesi. “Ben KKTC’yi tanırsam yarın başka ülkeler Yukarı Karabağ’ı bağımsız bir devlet olarak tanırsa…” Bunu istemiyor.
Sınırların savaşla değişmesi konusunda birçok ülkenin şeyi (hassasiyeti) var.
Biz, bütün çözüm alternatiflerini de test ettiğimiz kamuoyu araştırmaları yaptık iki tarafta da. Rum Kesimi’nin birinci tercihi üniter devlettir yani toplum bazında hakların olmadığı, herkesin bir oyunun olduğu, çoğunluğun karar verdiği bir sistem.(adada Rumlar nüfus açısından çoğunluk)
Kıbrıslı Türklerin de birinci tercihi iki devletli çözüm.
Federasyon, var olan durum devamı gibi seçenekleri de sorduk. Federasyon iki tarafın da ikinci tercihi olarak çıkıyor.
‘İstiyoruz ama ümitsiziz’
Sizce en azından Doğu Akdeniz enerji meselesine dahil olan ülkeler kendi çıkarları doğrultusunda da olsa Kıbrıs’ta bir çözüme ulaşılması için baskı yapar mı?
Benim de içinde olduğum kamuoyu araştırmalarında insanlara “Kıbrıs meselesinin kapsamlı bir çözümle sonuçlanacağı konusunda ümidiniz var mı?” diye sorduk. İki tarafta da yüzde 15 civarında ümitli olan var. Yüzde 20 civarında kararsız, yüzde 60-70 civarında da “hiç umudum yok” diyor.
O soruyu değiştirip şu şekilde de sorduk; peki, Kıbrıs meselesinin kapsamlı bir çözümle sonlanmasını arzuluyor musunuz? Burada da yüzde 65-70 evet diyor.
Yani ümitler düşük ancak istek yüksek.
Ben o iyimserlerdenim.
Doğu Akdeniz konusu ve oradaki kaynaklara bağlı olarak deniz yetki alanlarının tüm üye devletler tarafından kabul edilebilecek bir şekle girmesinin önündeki en önemli engellerden biri Kıbrıs meselesi.
Bir çözüm olsa Türkiye ile Birleşik Kıbrıs arasındaki deniz yetki alanlarını çözersiniz. Doğal olarak Kıbrıs masada olur, tanınmamışlık hikayesi ortadan kalkar, Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunlar daha rahat çözülür ve bundan Türkiye’nin özellikle Mısır ile, Suriye ile, İsrail ile normalleşmesi ile diğer problemler de daha rahat çözülür.
‘Türkiye kendini tecrit etti’
Kıbrıs sorunu olmasaydı Mısır ile Yunanistan’ın yakınlaşması, Türkiye’nin Doğu Akdeniz meselesine bu kadar agresif yaklaşımı da olmayacaktı muhtemelen.
Evet ancak, Türkiye Arap Baharı ile izlediği dış politikalarda birçok yanlış yapmış ve kendisini Doğu Akdeniz’de tecrit etmiştir.
Bu, Kıbrıslı Rumlara ve Yunanistan’a şu olanağı verdi; düşmanımın düşmanı dostumdur desturu ile İsrail ile, ki çok iyi ilişkileri yoktu, Mısır ile çok yakın işbirlikleri imzaladılar.
Bu işbirlikleri ile Türkiye’nin önünde bir blok oluştu.
Kıbrıs meselesi çözülmeden Kıbrıs Türk tarafının Doğu Akdeniz’deki enerji meselesine dahil olmasını beklemek saflık olur.