Akşam saatleriydi. Yağmur damlalarının pencerelerden sızmak için yarıştığı fırtınalı bir akşamdı. Hava kararınca bir malikâne vardı ki özellikle bu yer; hayaletlerin dolup taştığı, seslerin yankılandığı ve susturulduğu büyük bir yerdi, bir mezarlık gibiydi, ama burada yaşayanlar da vardı. Onlar ise mezar bekçileri gibiydi. Aslında yeni taşınmış bir aileydi. Sadece farkında değillerdi, bu yer hakkındaki gerçeklerin, ama olacaklardı. Bu aile Casper ailesi idi. Casperler çokça tanınan, mal mülk sahibi, oldukça zengin bir aileydi. Hatta en zengin aile olarak bilinirdi, ancak onca lüks yer varken burayı seçmeleri tuhaf karşılanmıştı. Yine de anlaşılabilmişti. Çünkü ailenin babası, William, çok meşguldü. Çocukların hem okula yakın hem de kendisinden, William‘dan uzak olabilecekleri bir evdi burası, bu malikâne, aynı zamanda babasından miras kalmıştı ona. Böylelikle sadece işiyle meşgul olabilecekti, William, öyle düşünüyordu en azından, ancak oraya sadece yeni dadı, Jessica, çocuklar, Alice ve John yerleşmeyecekti.
”Malikâne”
Bu malikânede çalışacak olan dadı, Jessica, deneyimli bir dadı ve sabırlı bir gençti. Çokça çocuğa bakmış, sorunlarıyla ilgilenmiş, onlarla iyi vakit geçirmeyi becerebilmişti, ama Jessica bu işten emin değildi. Çünkü Bay Casper birçok dadı tutmuş, ancak hepsini işten çıkarmıştı. Anlaşılamayan da buydu. Jessica‘dan daha deneyimli, yaşça daha büyük, daha sabırlı dadılardı işten çıkarılanlar. Ön yargıları vardı Jessica‘nın bu yüzden derken sordu William‘a neden çıkarıldıklarını işten. Bay Casper ise endişesini sezmiş olup çocukların çok sorun çıkardıklarını, uyum sağlayamadıklarını söyledi emin bir tavırla, biliyordu geri çeviremeyeceğini bu işi. Jessica ise tatmin olmamış, ancak paraya ihtiyacı olduğu için başını sallamıştı, onaylarcasına. Böylelikle Jessica işi aldı, evine döndü, eşyalarını topladı, malikâneye doğru yola çıktı. Yine de gergindi. Bir gerginlik vardı üzerinde, tanımlayamadığı.
Bay Casper‘ın çocukları, Alice ve John, annelerini araba kazasında kaybetmişlerdi, en azından o öyle söylemişti onlara. John annesi ölünce yatılı okula gönderilmişti. Orada geçirdiği zaman ona göre çok sıkıcı, karın ağrısı gibi bir şeydi. Hatta buna çikolatasız pankek gibi mutsuzum demişti, Alice‘e gönderdiği mektupta. Alice ise bir resim çizmişti. Resimde üç kişi vardı: William, John ve Alice. William‘ı asık, John‘ı ise mutsuz suratlı çizmiş, Eve dön diye mesaj göndermişti. John mutsuz suratıyla ayağa kalkmış, düşünmüş, çözümü yönetimden rica etmekte bulmuş, ancak isteği geri çevrilmişti. Bu sefer papazın, müdürün odasına sızmış, hacı tuttuğu gibi camdan fırlatmış, odayı savaş alanına çevirmiş, papaz ise bu oyununu fark etmiş ki William‘ı aramış, John‘ın şimdilik eve dönmesi gerektiğini, daha sonra tekrar gelebileceğini söylemiş kibar bir dille. Böylece John eve doğru yola çıkmıştı. Yakında orada, ait olduğu yerde olacaktı. Alice de bu habere sevinmiş, hemen aynı resmi çizmiş, bu sefer John‘ın suratını düzeltmiş, mutlu bir surat çizmişti ona. Alice ne kadar kardeşiyle kavga etse de onsuz canı sıkılıyor, yapacak bir şey bulamıyor, dört gözle yolunu gözlüyormuş. John ne kadar haylazsa Alice o kadar kibardı, hanımefendiydi. En çok da masal okumayı severdi. Oysa ki John şamata çıkarmayı severdi. O da eve gelince bir olup aynı şeyleri tekrarlayabileceklerdi, Bay Casper da bunun farkındaydı, ancak çok meşguldü. Burada devreye yeni dadı, Jessica girecekti.
Yıllardır temizlik yapılmamıştı, belliydi, ışıklar bile yanmıyordu, bunu gören Jessica ise süpürge aramaya başlamış, ancak bulamamış, çalışanlara sormuş, öğrenmiş, eline almış, süpürmeye başlamıştı derken Alice ve John‘un bağırışlarını duymuş, kafasını kaldırmış, geri indirmişti. Bu kaçıncıydı o da bilmiyor, gittikçe daha da gelecekleşiyor, alışıyordu bu seslere, bu anılara, Alice de John da aynı durumdaydı, vurdumduymazlardı, ama yıllar geçmiş, normale dönmüştü her yer. Malikâne bir anda tertemiz oldu, tozlar sanki bir anda kayboldu, ışıklar açıldı.
”Hayalet”
William çocukları kontrol etmek için işine ara vermiş, malikâneye sürmüş, ihtişamlı kapının önüne gelmiş, zili çalmış, açan olmamış, tekrar çalmış, yine açan olmamış, ancak içerideki ışığı fark etmiş, yine denemiş, yine açan olmamıştı. Malikânenin işçilerine de seslenmiş yüksek bir sesle, ancak kimse cevap vermemişti, kimseler yoktu sanki. Arka kapıya doğru gitmiş, kapının her zamanki gibi açık olduğunu görmüş, içeri girmiş, etrafa bakınmıştı. Burası malikânenin mutfak bölümüydü, bir anda kendi de anlamamış, ama buzluğu açmak istemişti, öylesineydi. Yaklaştı, uzanmaya çalıştı, boyu yetmedi, açamadı, şaşırdı derken içeriden William gel buraya diye çağırdı babası kalın bir sesle. William hemen babasının yanına, salona geçti, gözlerine baktı, bir şey söyler diye bekledi, ses duyamadı, yerinde oynamaya başladı, sinirlendi, bekleyemedi, yanına oturdu, neden gittin diye söylendi, eline dokunmaya kalktı, dokunamadı, öfkeyle yatak odasına çıktı, uzandı, gözlerini kapattı.
________________________________________________________________________
Bir çocuk,
hayaletleri dinleyen
gelecekleşen hayaletlerini izleyen
bir çocuk
bir de
karartıya bakan
bir gölge;
________________________________________________________________________
Bu malikâne William için özeldi. Çünkü babası burada son nefesini vermişti. Babasına ölmeden önce söz vermişti, senden daha iyi bir baba olacağım diye, ancak yıllar geçmiş, malikâne gibi eskimiş, yaşlanmış, keşke hep çocuk kalsaydım diye düşünmeye başlamıştı. Annesinin adı Alice, babasınınkinin ise John idi. Dadısını bile düşünmüştü Jessica diye. Küçükken başka bir Jessica bakmıştı ona, büyütmüştü onu, unutmazdı hiç dadısını, hayali bile güzel diye düşünürken bir anda yağmur damlalarını yarıştıran fırtına bile sessizleşmiş, her yer gelecekleşmiş, gözleri kapanmış, uyanmış, etrafa bakınmış, babası William buraya gel diye seslenmiş, o ise gülümsemişti. Çünkü her şey eskisi gibi güzeldi. En azından bir anlığına. Tekrar gözlerini açtı, ama yine karanlıktı, karanlık gibi suskundu malikâne, olmamıştı değişen bir şey, toz içindeydi her yer.
________________________________________________________________________
bir gölge,
hayaletleri dinleyen
gelecekleşen hayaletlerini izleyen
bir gölge
bir de
parıltıya bakan
bir adam.
________________________________________________________________________
Akşam saatleriydi. Yağmur damlalarının pencerelerden sızmak için yarıştığı fırtınalı bir akşamdı. Hava kararınca bir malikâne vardı ki özellikle bu yer; hayaletlerin dolup taştığı, seslerin yankılandığı ve susturulduğu büyük bir yerdi, bir mezarlık gibiydi, ama burada yaşayanlar da vardı. Onlar ise mezar bekçileri gibiydi. Aslında yeni taşınmış bir aileydi. Sadece farkında değillerdi, bu yer hakkındaki gerçeklerin, ama olacaklardı. Bu aile Casper ailesi idi. Casperler çokça tanınan, mal mülk sahibi, oldukça zengin bir aileydi. Hatta en zengin aile olarak bilinirdi, ancak onca lüks yer varken burayı seçmeleri tuhaf karşılanmıştı. Yine de anlaşılabilmişti. Çünkü ailenin babası, William, çok meşguldü. Çocukların hem okula yakın hem de kendisinden, William‘dan uzak olabilecekleri bir evdi burası, bu malikâne, aynı zamanda babasından miras kalmıştı ona. Böylelikle sadece işiyle meşgul olabilecekti, William, öyle düşünüyordu en azından, ancak oraya sadece yeni dadı, Jessica, çocuklar, Alice ve John yerleşmeyecekti.