“İyi kişilerin yüceliği,
başka insanların ağzında değil,
kendi vicdanlarındadır.”[1]
Albert Camus’nün, “Umudun kalmadığı yerde, bizlere umudu yeşertmek düşer,” ifadesine kulak verirce gibi, gelecek umudunu yeşertenlerdendi Orhan Kemal…
Kolay mı? Oğlu Işık Öğütçü’nün, “Aşık Veysel’in ‘Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece…’ deyişi Orhan Kemal için kısa yaşamında geleceğe bıraktığı çağları aşacak eserleriyle almakta olduğu uzun yol’du,”[2] notunu düştüğü güzergâhta yolumuzu aydınlatan Onun hakkında bir çok kez yazdıysam da;[3] daha ne kadar yazsam azdır.
“Neden” mi?
Bir an Turan Altuntaş’ın yıllar önce şöyle kaleme aldığı şu satırları anımsayın: “Halkı adına acı çekmiş, sağlığından, canından, memleketinden olmuş insanları unutmak vefasızlıktır. Çağından sorumluysan kadir kıymet bileceksin. Halkının daha mutlu yaşaması için kavga veren insanları anmak görevimizdir. Bunlardan birisi de Orhan Kemal’dir.”[4]
Şüphe yok: Aydınlık tohumları saçan, sevgi ve öfke rüzgârı estiren Orhan Kemal’in umuduyla, iyimserliğiyle yarattığı yapıtlar, aydınlık geleceğimizin onur taşlarıdır…
‘Ekmek Kavgası’nın[5] yazarıydı, ‘Kardeş Payı’nın,[6] İşsiz’in.[7]
‘Çamaşırcı’nın Kızı’nı[8] anlattı, ‘Sarhoşlar’ı,[9] ‘Arka Sokak’ları.[10]
‘Dünyada Harp Vardı’[11] dedikten sonra ‘Grev’i,[12] ‘Küçükler ve Büyükler’i,[13] ‘Mahalle Kavgası’nı,[14] ‘72. Koğuş’u[15] yazdı, ‘Önce Ekmek’[16] diyenleri.
‘Baba Evi’ni,[17] ‘Avare Yıllar’ı[18] anlattı.
‘Murtaza’ları,[19] ‘Cemile’leri,[20] ‘Suçlu’ları,[21] ‘Serseri Milyoner’leri,[22] ‘Eskici Dükkânı’ndakileri,[23] ‘Hanımın Çiftliği’ndekileri,[24] ‘Kanlı Topraklar’da[25] yaşayanları yazdı.
‘Hep Vukuat Var’dı,[26] ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’.[27]
‘Gurbet Kuşları,[28] ‘Üçkâğıtçı’lar,[29] ‘Kötü Yol’a[30] düşenler, ‘Sokakların Çocuğu’[31] ve ‘El Kızı’[32] olanlar, ‘Evlerden Biri’nde[33] yaşayanlar olanca gerçeklikleri, çıplaklıklarıyla onun yazdıklarında söyleştiler bizimle.
‘Bir Filiz Vardı’[34] dedi hüzünle, ‘Tersine Dünya’[35] ile selamladı.
Vedat Günyol’un “Bize üç şey getirdi: Kinsiz, herkese açık, cömert yüreğinde insan sıcaklığı; hayat serüveninden sonra da kafasının ışığından bilinç; insana olan sonsuz güveninde umut” dediği Orhan Kemal’in yapıtlarındaki insan ve yaşam gerçekliği, toplumsal yapımıza tutulan anlamlı bir ışıldaktı.[36]
Çünkü O yapıtlarında kendisinin, sınıfının, hepimizin hikâyesini anlatırdı…
“Nasıl” mı?
“İnsan doğru oturup doğru konuşmalı”…
“Olma kula kul, öpme el ayak, kirlenmesin ağzın”…
“En iyisi, ne açlar, ne de suçlular olmalı. Kimse kimseye muhtaç olmamalı”…
“Sen? Bana ekmek veriyorsun ha? Sen kimsin de bana ekmek vereceksin? Çalışıyorum ben, alnımın teriyle kazanıyorum onu… Bana ekmek veriyormuş… Ben çalışmayım da sen bana ekmek ver… Ulan siz değil ekmek, günahınızı bile vermezsiniz bedavadan”…
“Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, nasıl öğrenirsen öğren. Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman; hatta neler bildiğin de önemli değil. Ne yaptığın önemlidir,” diyen O; yazdıklarına yaşamını şöyle kaydederdi:
“Sokaklar yalnızlık kokuyordu. Nereye gittiğimi, ne zaman duracağımı bilmiyordum Açtım, ıslaktım, yalnızdım”…
“Borç, borç, borç… O kadar oku, sonra gel, elifi mertek belleyen birine köle ol”…
“Az bulur az yeriz, çok bulur çok. Çok bulduğumuz yok ya, sözün gelişi… Ekmeğimizi tuza banıp yediğimiz çok olur. Lakin can sıkıntısı, keder, yüz eğrisi, tasa filan girmez kapımızdan içeri. Sokmayız ki girsin”…
“İşçilikten tutun da romancılığa kadar girip de çıkmadığı iş mi kaldı Orhan’ın? Bütün ömrü boyunca dişlerini sıkmaktan. Açın, bakın, ağzında dış mı kaldı Orhan’ın?”
“Yıllardır iş ararım. Bulamadım. Bundan sonra da bulacağımı sanmam. Ama dilenecek değilim tabii”…
“Hırsızlığın hangi biçimi olursa olsun, elinden gelmezdi. Hırsızlığı kendine karşı hakaret sayardı, isterse kimse görmesin, kokusu çıkmasın. Kendi biliyordu ya”…
“Esas mesleğim hiçbir titri (unvanı) olmayan, sekizinci planda kalmış işler. Küçük adamların ömürlerini törpüleyen ıvır zıvır işler. Ekseri bu ıvır zıvır işler peşinde koşmak, filmci, sinemacı kovalamak. Beyoğlu’nun ara sokaklarından Cağaloğlu yokuşuna taban tepmek”…
“Yoksul babalar bulundukça ben bayramı, bayramları sevmiyorum, sevemiyorum, sevemeyeceğim”…
“Yıllar kırık plaklarda kalmış çok eski türküler gibi geldi geçti”…
“Düşünen ve söyleyen tek sen kalmışsın gibi kabak senin başında patladı”…
“Sanatçıyı sindirip hapse atmak modası yine son zamanlarda hortladı”…
“Yahu küfrün adını günah koymuşlar. Sövmeden insan rahatlayabiliyor mu ki?”
“Firavun’un adı çıkmış. Firavun bunlar kadar zalim miydi? Hiç sanmıyorum!”
“Ölmek kolay, yaşamak zor. İnsanoğlu zora sarılmalı. Yılmamalı kolay kolay”…
“Böyle gelmiş ama böyle gider mi bilmem”…
* * * * *
Devrimci, komünist yazarlarımızdan Orhan Kemal’in yaşamı geçim derdiyle ve bu derde neden olanlara karşı mücadele etmekle geçti.
15 Eylül 1914’te Adana-Ceyhan’da doğdu. 1931’de babasının siyasi nedenlerden dolayı Suriye’ye kaçmasıyla orta öğrenimini yarıda bırakıp, Suriye’ye gitti. Orada bulaşıkçılık ve matbaa işçiliği yaptı. Bir yıl sonra yurda dönüp, Adana’nın çırçır fabrikalarında işçi olarak çalıştı. Bir süre katiplik de yaptı. 1937’de de bir çırçır fabrikasında işçi olan Nuriye ile evlendi. Dört çocuğu vardı. İkincisinin adını Nâzım koymuştur.
1938’de Niğde’de askerliğini yaparken, “Maksim Gorki ve Nâzım Hikmet kitapları okumak”, “yabancı rejimler lehinde propaganda ve isyana muharrik” suçundan 5 yıl hapis cezasına mahkûm edildi. 1940’ta, Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet ile tanıştı. Nâzım’la tanışmak onu toplumcu görüşlerle, şiir yerine öykü ve roman yazan Orhan Kemal yaptı. 1943’te serbest bırakıldı.
Adana’ya dönüp hamallık ve amelelik yaptı. 1950’den itibaren geçimini kitap ve makale yazarak sağladı. 1966’da da bir ihbar üzerine “hücre çalışması, komünizm propagandası” yaptıkları gerekçesi ile iki arkadaşıyla tekrar tutuklandı. Bir ay sonra serbest bırakıldı. Orhan Kemal’in dediği gibi, “Her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak gerekir ekmekle. Bu ara halktan yana olduğum için de çok güç bir fatura ödetirler.”
Mehmet Raşit Öğütçü veya kullandığı adıyla Orhan Kemal, 55 yaşında (1970) Sofya’da yaşamını yitirdi.
Adı, edebiyatın ustaları arasında anılan yazar, roman, hikâye, oyun, şiir gibi farklı tarzlarda birçok yapıta imza atmış ve daha çok romancılık yönü ile tanınmıştı.
İlk öykü kitabı ‘Ekmek Kavgası’ (1949) ve ‘Küçük Adamın Notları’ başlığı altında yayımladığı otobiyografik roman dizisiyle tanındı. 1960’lı yıllarda, Adana’da toprak ve fabrika işçilerinin dünyasını, İstanbul’daki gecekondu mahallelerini, fabrika çevrelerini eserlerine yansıttı. ‘Murtaza’,[37] ‘Hanımın Çiftliği’, ‘72. Koğuş’ unutulmaz yapıtlarının en başında yer alıyordu.
Özdemir İnce’nin, “Pek bilinmez ama edebiyatın sadece Nobel’i yoktur; Dünya Kupası, Olimpiyatı, Şampiyon Kulüpler Kupası, UEFA Kupası, atletizmde olduğu gibi dünya rekorları da vardır. Orhan Kemal, Nobel dışında, yukarıda adını andığım bütün kupaları almış, yazınsal atletizmde bütün dünya rekorlarını kırmıştır,”[38] diye betimlediği O; “Sosyal gerçekçi bir yazar”dı![39]
Tıpkı Dünya Evi’nde yazdığı gibi, “Mal, mülk, para… Kafa zenginliği olmadıktan sonra neye yarardı? Hiçbir zaman sadece mal, mülk düşünmemişti. Kitapları vardı. Kitaplarının dünyasına kendini kaptırmıştı. Onlar, o kitapları yazanlar gibi olabilmek istiyordu. Olamazmış, önemli değildi. Günün birinde olabilmek ümidini yaşatıyordu ya. Yetiyordu.”[40]
Halkının yazarı olmak bilinciyle hayatımıza çok şey katmış, önemli hayat derslerini ustaca topluma iletmiş, küçük adımlar atarak koskoca mesafeler almış böyle bir edebiyatçıya sahip olduğumuz için çok şanslıyız.
Çektiği ıstırabı ve acıyı hayatın coşkusuna ve umuduna dönüştüren, azaplı hayatının acısını harikulade güzelliğe dönüştürerek satırlara döken, zahmetsizce yüreklere dokunabilen ve tüm zamanların en sevilen sanatçısıydı.[41]
Ve de TKP’liydi; kapitalist düzenin tüm baskılarına yabancı değildi; varlığında ve yokluğunda…
“Nasıl” mı?
Orhan Kemal vefat edeli bir yılını doldurmamış. 12 Mart 1971’in Hasan Hüseyin’in ifadesiyle “filizkıran fırtınası” gibi estiği günler. Türkiye’nin adı yaldızlı harflerle yazılacak bütün sanatçıları zindanlara atılmıştır. Şüphesiz faraziye olacak; ama insan düşünmeden edemiyor. Orhan Kemal yaşasaydı şüphesiz bu muhtıra yoklamasında “burada” diyecekti.
Bunu görmek için elimizde güçlü veriler var. 12 Mart Muhtırası ardından Orhan Kemal’in evi de basılır. Usta yazarın vefatının üzerinden 9 ay kadar bir zaman geçmesine rağmen ev baskından nasibini alır. İçeri giren görevliler onun arşivine, kitaplarına el koyacak olurlar; Orhan Kemal’in eşi Nuriye Öğütçü (Cemile romanındaki işçi kızı) kıyameti koparır da tek bir belgenin götürülmesine müsaade etmez.[42]
Orhan Kemal, 12 Mart zindanlarında dostlarının sohbetlerine konu olur. Hemşerisi ve yol arkadaşı Yaşar Kemal’le yakın dostu Samim Kocagöz, Davutpaşa Kışlası’nda volta atmaktadırlar. Yaşar Kemal, Samim Kocagöz’e, “Samim, Türkiye’de iki büyük romancı var. Biri sen, bir ben. İşte buradayız” diyor. Kocagöz’ün cevabı çarpıcıdır, “Yaşar, eğer Orhan Kemal yaşasaydı muhakkak, ikimizden biri yedek kalırdı.”[43]
Bir şey daha: O, Adanaspor’da futbol oynamış ve ‘Golcü Raşit’ olarak ünlenmişti.
* * * * *
Ancak yeri gelmişken; altını ısrarla bir kez daha çizerek anımsatmakta yarar var: Orhan Kemal, komünist bir yazardı; “Gerçek bir sosyalistti.”[44]
Tahir Şilkan’ın ifadesiyle, “İşçi sınıfının yazarıdır”;[45] “Toplumcu gerçekçi edebiyatının en önemli isimlerinden”dir.[46]
Kolay mı? Davetli olarak gittiği Bulgaristan’da 2 Haziran 1970’de hayata gözlerini yuman Orhan Kemal’in cenazesini Babaeski’de karşılayan işçiler minibüsün önüne bir yazı asarlar. Bu yazıda “Biz İşçiler Hatıran Önünde Saygıyla Eğiliyoruz,” denilmektedir. Küçücük bir kartona yazılıp minibüsün önüne asılan bu yazı aslında Orhan Kemal’in büyük yaşamını özetliyordu. Gerçekten de ömrü küçük insanların yaşama tutunma mücadelesini anlatmakla geçen büyük bir yaşamdı Orhan Kemal’inki.
Binlerce insan hüzün içinde yolcu eder Orhan Kemal’i. Törene katılanlar, yakıcı güneşe aldırmaksızın, sol kolları havada ve her yüz metrede bir saygı duruşunda bulunarak Mecidiyeköy’den Zincirlikuyu’ya kadar yürürler. Kortejin geçtiği yol boyunca İstanbullular evlerinin balkon ve pencerelerinden saygı duruşuna eşlik ederler.[47]
Yaşamını halkının mutluluğu için yazmakla geçirmiş bir yazar son yolculuğuna uğurlanmakta ve ekmek kavgasını anlattığı yoksul emekçiler onun ardından ağlamaktadırlar. Belki de onlarca Sarı Memet, Çocuk Sami, Cemile, Kürt Zeynel, İzzet Usta vardı aralarında. Tabutuna omuz vermişti belki de ‘Kardeş Payı’ndaki Siverekli, ‘Arkadaş Islıkları’ndaki[48] İlyas ve ‘Bereketli Topraklar’ın Pehlivan Ali’si.
Orhan Kemal, alın teriyle geçimini sağlayan bu işçilerin dertlerini dert edinmiş, maruz kaldıkları haksızlıkları yazmış, yazmakla kalmamış, sermaye sahipleri ve toprak ağaları karşısında işçi sınıfının bir bütün hâlinde mücadele etmesi gerektiğini de söylemişti. Kapitalizm karşısındaki tek seçeneğin sömürünün olmadığı, eşitlikçi bir düzen olduğunu vurgulayan eserleri, sadece yazıldıkları dönem için değil, günümüzde de bir rehber niteliğindedir.
Dokuma fabrikasındaki işçilerin mücadelesinin anlatıldığı “Grev” isimli öyküsü bunlardan sadece bir tanesidir. Öyküde, günde on iki saat çalışmaya zorlanan işçiler, iş kanunu hükümlerinin yerine getirilmesini isterler ve sekiz saatlik işgünü için direnişe geçerler. Arkadaşlarını bilinçlendiren Sarı Memet’tir. Fabrikanın sahibi ve onun oğlu (Küçük Ağa) bu durumdan memnun değildir.
Küçük Ağa, Sarı Memet’e “Ben senin büyüğünüm, ekmek veriyorum sana” dediğinde haklarını ve gücünü bilen Sarı Memet, “Sen? Bana ekmek veriyorsun ha? Sen kimsin de bana ekmek vereceksin? Çalışıyorum ben, alnımın teriyle kazanıyorum onu… Bana ekmek veriyormuş. Ben çalışmayım da sen bana ekmek ver. Ulan siz değil ekmek, günahınızı bile vermezsiniz bedavadan!” der. Sarı Memet kanunen çalışma süresinin sekiz saate indirilmesi gerektiğini tekrarladığında küçük ağa, “O sizin bileceğiniz iş değil, fabrikanın menfaati nasıl icap ettirirse,” der ve fabrika sahibinin de kışkırtmasıyla Sarı Memet ve iki arkadaşını polis alıkoyar.
1947’de kaleme alınan öyküde dillendirilen adaletsizliğin ve sömürünün sayısız örneklerini görürüz Orhan Kemal’in tüm eserlerinde. ‘Uyku’,[49] ‘Dert Dinleme Günü’ ve ‘Kardeş Payı’ isimli diğer öyküleri ve ‘Cemile’, ‘Avare Yıllar’ ve ‘Arkadaş Islıkları’ isimli romanları bunlardan bazılarıdır. İşçi kanunen hakkı olanı alamaz. Sahipsizdir. Hukuksuz uygulamaya tepki gösterdiğinde ise ya işinden olur ya da Sarı Memet gibi gözaltına alınır. İşçilerin, kapitalizmin bir aracı hâline gelen hukuk sisteminden adaleti sağlama gibi bir beklentisi kalmamıştır.
‘Grev’ öyküsünün yazılmasından 73 yıl sonraya, yani günümüze geldiğimizde hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. İşçilerin önemli bir kısmı işten çıkarılma, ücretsiz izne zorlanma, maaş kesintisi gibi baskılarla mücadele etmeye çalışırken, bir kısmı da önlem almaksızın ofislerde, fabrikalarda, marketlerde, yollarda hastalanmak pahasına çalışmak zorunda bırakılıyor.
“Ben işçiyim, çalışmasam ekmek yok. Beni bu virüs öldürmez, senin düzenin öldürür” dediği için gözaltına alınan TIR şoförü Malik Yılmaz’ın ‘Grev’deki Sarı Memet ile benzerliği, Onun yapıtlarının güncelliğini gösterir bize. Günlük kavgasını anlattığı yoksul emekçiler hâlâ yaşamakta ve 1950’li yıllarda değindiği sınıfsal sorunlar hâlâ geçerliliğini korumaktadır.
Orhan Kemal, Fikret Otyam’a yazdığı mektupta, “İnsan dediğin cart diye ölmeli, her şey birdenbire olmalı be Fikret… Böyle ölmek isterim… Kimseye muhtaç olmadan…” demişti. İstediği gibi de oldu. Ondan geriye namusluca yaşanmış bir hayat ve tamamı işçilerin, köylülerin, şehirli yoksulların, sömürülen emekçinin yaşam mücadelelerinin anlatıldığı 59 eser kaldı.
Ölümünden bir gün önce kaleme aldığı vasiyet niteliğindeki son yazısında, “Eşe dosta selam, inandığım doğruların adamı oldum. Böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım. Kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir…” demişti.
Orhan Kemal, gerçekten de çektiği onca sıkıntıya rağmen hiç boyun eğmeden, eğilip bükülmeden, kahramanca yaşayıp göçtü bu dünyadan. Aslında göçüp giden Orhan Kemal değil, Mehmet Raşit Öğütçü idi. Orhan Kemal eserleriyle halkın yüreğinde ve bilincinde yüzyıllar boyunca yaşayacaktı.[50]
Ve nihayet “Neden hep yoksulların, emekçilerin hikâyesini yazıyorsun?” diye sorulduğunda, “Çünkü sadece onları tanıyorum, onlardan biriyim,” diye yanıtlayan “Orhan Kemal, okuru için bir kılavuzdur, okuldur. Eserlerindeki karakterler ve olaylar günümüze de ışık tutmaktadır. Ancak bu yol göstericilik bazı romancılarımızda gördüğümüz gibi karakterlere uzun nutuklar attırarak olmaz Orhan Kemal’in eserlerinde. Örneğin didaktik bir şekilde Türkiye sosyalizmini anlatmaz Orhan Kemal. Yalın, dümdüz diyaloglar ile o zamanın fotoğrafını çeker koyar okuyucunun önüne. Sosyal sınıflar arasındaki anlaşmazlıkları gösteren o fotoğrafa bakarak karar vermek okuyucunun işidir artık.”[51]
* * * * *
Evet Orhan Kemal’in romanları ve öyküleri, dönemine, toplumsal mücadelelere tanıklık eder. Sosyal hayat, eserlerinde olduğu gibi yansır. Roman kahramanlarının ağzından tarihe not düşer, tıpkı, “Memlekete doldu makine, doldu makine. İşsizlik çoğaldı. Makine insanı yerinden, ekmeğinden etti. Köylerden şehre ırgat akını var. Görmüyor musunuz, memleket dilenciyle doldu. Bu kadar dilenciyi ne zaman gördük? Köylerden şehre akın var ana! Şehir işçisinin dirliği de bozuldu. Fabrikaların önüne git bak. Boy boy, çeşit çeşit babayiğitler, ana kuzuları. Onların da artlarında besledikleri boğazlar var, onların da çoluk çocukları, babaları, anaları var. Herkes ekmek peşinde koşuyor!”[52] satırlarındaki gibi…
Ve elbette Nâzım Hikmet’in Onun yaşamındaki yeri kilit önemdedir.[53]
Kolay mı? Orhan Kemal, Nâzım Hikmet’le birlikte kaldığı Bursa cezaevinden 26 Eylül 1943’te ayrılmadan birkaç gün önce, yazdığı bir şiiri Nâzım Hikmet’e okuyacaktır. Nâzım Hikmet’in ağlayarak dinlediği şiirin son dizelerinde Orhan Kemal şu ifadeleri kullanmıştır:
“Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim,/ Hikâye, şiir yazmayı/ Ve erkekçe kavga etmeyi senden!”[54]
Evet Nâzım Hikmet ile Orhan Kemal yıllar boyunca Bursa Cezaevi’nde aynı koğuşu paylaştı. Usta ve çırak olarak ilişkilerine başlayan ikili, kısa sürede dost oldu. Sonunda Orhan Kemal cezaevinden ayrılırken içinde Nâzım’ı geride bırakmanın hüznünü taşıyan “komik bir hürriyet” hissi yaşıyordu…
Orhan Kemal’lin anlattığına göre,[55] iki yazarın tanışması 1940’ın kış mevsiminde, Bursa Cezaevi’nde gerçekleşir. Ancak Orhan Kemal, bundan önce de Nâzım’ı tanıyordur. Nâzım’ın şiirlerine hayran olan Kemal, Bursa Cezaevi’nde günlerini doldururken bir gün, Nâzım’ın Çankırı Cezaevi’nden Bursa’ya nakledileceğini öğrenir ve hapishanenin “kurşun gibi ağır” havasından kurtularak, umutla “güneşli günlerin” gelmesini beklemeye başlar.
Beklenen gün geldiğinde ikili hapishane müdürünün odasında taşınır, el sıkışır. Öğlen yemeği vaktinde bir sucuklu yumurtayı paylaşırlar. İkili ilk defa burada sohbet eder ve Nâzım, yalnızlıktan hoşlanmadığını söyleyerek Orhan Kemal’e koğuş arkadaşı olmayı önerir. Gerekli izinler alınır ve böylece ikili ilk günden koğuş arkadaşı olur.
Nâzım bu süreçten sonra oda arkadaşını teste tutar ve Orhan Kemal’e eğitim durumunu, dil bilgisini ve felsefeye ilgisini sorar. Kemal’in şiire ilgi duyduğunu öğrenince de yazdıklarını görmek ister. Orhan Kemal şiirlerinden birini çıkarır, ilk dörtlüğünü okur fakat Nâzım şiiri bitirmeden “Berbat” diyerek onu durdurur. Orhan Kemal başka bir şiirine başlar ancak bu sefer de Nâzım ikinci dizede araya girerek “Rezalet” der. Kemal’in okuduğu şiirleri en ağır yorumlarla yeren Nâzım, ona örnek olması için “Ben İçeri Düştüğümden Beri” şiirinden “Onlar ki toprakta karınca/ Suda Balık/ Havada kuş kadar çokturlar/ Korkak, cesur, cahil, hâkim ve çocukturlar/ Ve kahreden, yaratan ki onlardır” dizelerini okur. Okudukları karşısında Kemal’in büyülendiğini gören Nâzım, ona hocalık yapmayı teklif eder.
O günden sonra Nâzım her gün Kemal’i saatlerce çalıştırır. Kemal’in yazdığı şiirleri beraber değerlendirir, eksiklerini giderirler. Bu sırada Orhan Kemal, şiirin yanında düzyazılarına da devam eder. Bir gün Nâzım, Kemal’in masasında bir kısa hikâye bulur. Hikâyeyi okuyan Nâzım koşarak Orhan Kemal’in yanına gelir ve sorar: “Bunu siz mi yazdınız?” Nâzım’ın attığı fırçalardan tecrübeli olan Kemal çekingen bir “Evet” der. Bunun üzerine Nâzım da sitem ederek “Birader, niye bahsetmediniz bundan! Siz düzyazı yazın, düzyazı” tavsiyesiyle okuduğu hikâyeyi ne kadar beğendiğini gösterir. Orhan Kemal de o andan sonra düz yazıya ağırlık vermeye başlar.[56]
İkili beraber geçirdiği günlerde arkadaşlıklarını da iyice geliştirir.[57]
Geriye ölümsüz yapıtlarıyla iki TKP’linin Orhan Kemal ile Nâzım Hikmet’in dostluğu ve yolumuzu aydınlatan kalıtları baki kalır…
14 Aralık 2020 10:39:12, İstanbul.
N O T L A R
[*] Görüş, Eylül 2021…
[1] Lev Tolstoy.
[2] Işık Öğütçü, “Dirençli ve Tükenmez Bir Usta”, Cumhuriyet Kitap, No:1601, 22 Ekim 2020, s.14-16.
[3] Bkz: Temel Demirer, “Eğilip Bükülmeyen Bir Yaşam: Orhan Kemal”, Newroz, Yıl:8, No:260, 30 Kasım 2014…Temel Demirer, “Tarihe “İnsanî Boyut” Katan Yazar: Orhan Kemal”, Esmer, No:64/1, Eylül 2010… Temel Demirer, “İki Kemal: Orhan ile Yaşar…”, Esmer Dergisi, No:47, Ocak 2009… Temel Demirer, “Yazar(lar) Deyince…”, Çoban Ateşi, Yıl:2, No:73, 25 Aralık 2008; Çoban Ateşi, Yıl:2, No:74, 1 Ocak 2008… Temel Demirer, “Giden(ler)in Ardından”, Damar Dergisi, No:156, Mart 2004…
[4] aktaran: Işık Öğütçü, “Orhan Kemal 105 Yaşında”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2019, s.2.
[5] Orhan Kemal, Ekmek Kavgası, Varlık Yay., 1958.
[6] Orhan Kemal, Kardeş Payı, Seçilmiş Hikayeler Dergisi Yay., 1957.
[7] Orhan Kemal, İşsiz, Barış Yay., 1966.
[8] Orhan Kemal, Çamaşırcının Kızı, Tekin Yay., 1998.
[9] Orhan Kemal, Sarhoşlar, Epsilon Yay., 2005.
[10] Orhan Kemal, Arka Sokak, Yeditepe Yay., 1957.
[11] Orhan Kemal, Yağmur Yüklü Bulutlar-Dünyada Harp Vardı, Everest, 2010.
[12] Orhan Kemal, Grev, Everest Yay., 2007.
[13] Orhan Kemal, Küçükler ve Büyükler, Ant Yay., 1971.
[14] Orhan Kemal, Mahalle Kavgası, Pınar Yayınevi, 1963.
[15] Orhan Kemal, 72. Koğuş, Everest, 2007.
[16] Orhan Kemal, Önce Ekmek, Yeditepe Yay., 1968.
[17] Orhan Kemal, Baba Evi, Epsilon Yay., 2005.
[18] Orhan Kemal, Avare Yıllar, Everest Yay., 2013.
[19] Orhan Kemal, Murtaza, Varlık Yay., 1957.
[20] Orhan Kemal, Cemile, Everest Yay., 2008.
[21] Orhan Kemal, Suçlu, Everest Yay., 2014.
[22] Orhan Kemal, Serseri Milyoner, Ekicigil Yay., 1957.
[23] Orhan Kemal, Eskici Dükkânı, Epsilon Yay., 2004.
[24] Orhan Kemal, Hanımın Çiftliği, Tekin Yay., 1990.
[25] Orhan Kemal, 15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Ünlü yazarın eserlerinde Ermeni Soykırımı da gündemdeydi. Daha doğrusu soykırım sonrası Ermeni mülklerinin paylaşımı ve bunların devlet tarafından bölgedeki ağalara karşı “Demokles’in Kılıcı” gibi kullanılışı…
Orhan Kemal’in eserlerinde Ermeni Soykırımı’nın ekonomik boyutu sıklıkla konu edilmekte. Özellikle de Çukurova’daki “hızla zenginleşme” hikâyeleri… Bu eserlerin başını Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet Türkiye’sine Adana’yı, Adanalıları anlatan 1963 tarihli ‘Kanlı Topraklar’ romanı çekiyor. (Orhan Kemal, Kanlı Topraklar, Remzi Kitabevi, 1972.) Ancak sadece kendi ifadesiyle “Müslüman Türklerin” yaşadıkları üzerinden…
‘Kanlı Topraklar’, Osmanlı döneminin Adana’sını ilk olarak Kantarcı Mustafa’nın ağzından aktarmakta. Kantarcı Mustafa kitabın kahramanlarından biridir. 1934’de Adana’da bir Çırçır fabrikasında geçen roman Topal Nuri, onun hırsızlığa teşvik ettiği Kantarcı Mustafa ve fabrikanın sahibi Nedim Ağa etrafında geçer. Kantarcı Mustafa şöyle anlatır:
“O zamanlar böyle değil, ticaretin hızlı zamanı. Tüccarlık gavurların elinde. Herhâlde bileceksin, bu Nedim Ağa’nın fabrikası da dahil, bütün fabrikalar Rumların, Ermenilerin, Almanların. Tüccarlıkta gavurlar işin piri.” (Serdar Korucu, “Orhan Kemal’in Kaleminden Ermeni Mallarının Yağmasıyla Zenginleşenler”, 15 Eylül 2019… http://www.agos.com.tr/tr/yazi/22903/orhan-kemal-in-kaleminden-ermeni-mallarinin-yagmasiyla-zenginlesenler)
[26] Orhan Kemal, Hep Vukuat Var, Tekin Yay., 1979.
[27] Orhan Kemal, Bereketli Topraklar Üzerinde, Everest Yay., 2015.
[28] Orhan Kemal, Gurbet Kuşları, Varlık Yay., 1962.
[29] Orhan Kemal, Üçkâğıtçı, Tekin Yay., 1969.
[30] Orhan Kemal, Kötü Yol, Tekin Yay., 1975.
[31] Orhan Kemal, Sokakların Çocuğu, Altın Kitaplar Yay., 1976.
[32] Orhan Kemal, El Kızı, Tekin Yay., 1980.
[33] Orhan Kemal, Evlerden Biri, May Yay., 1974.
[34] Orhan Kemal, Bir Filiz Vardı, Varlık Yay., 1970.
[35] Orhan Kemal, Tersine Dünya, Yön Yay., 1989.
[36] Öner Yağcı, “Orhan Kemal: Sevgi ve İyimserlik”, Cumhuriyet, 6 Haziran 2020, s.13.
[37] Murtaza’yı Orhan Kemal şöyle anlatır: “Çalıştıkları için Cenab-ı Allah’ın bol bol verdiği sevgili kulların asfalt caddesine çıkacaktı. Üstlerdi onlar. Onlara karşı sözü yoktu. Onlar sabahlara kadar oturabilir, oyun oynar, kahkahalar atar ya da çalgı çalabilirlerdi. Yoktu ekmek düşünceleri. Sonra onlar bilirlerdi Allahlarını da peygamberlerini de. Bunun için de Allah’ın sevgili kullarıydılar. Arka sokaklarda oturanlar “muzır vatandaşlar” Allah’ın sevgili kulları olsalardı, onlar da oturur, keyif çatarlardı böyle köşklerde apartmanlarda.”
Murtaza kendini devlet zanneden, güçlüden, zenginden yana olan biridir. Kurallara sıkı sıkıya bağlıdır ama hangi kurallardır bunlar, kime karşı konulmuştur. Yani ortada ticarileşmiş bir din, sömürülen milliyetçilik vardır ve elbette zalimdir Murtaza! Üstünden korkar, altındakini ezer. (Enver Aysever, “Cehaletin Saltanatı ve Murtaza”, Cumhuriyet Pazar, 21 Haziran 2020, s.8.)
[38] Özdemir İnce, “Dünya Şampiyonu Orhan Kemal”, Cumhuriyet, 7 Haziran 2019, s.3.
[39] Mehmet Deste, “Sosyal Gerçekçi Bir Yazar: Orhan Kemal”, Güney Dergisi, No:91, Ocak-Şubat-Mart 2020, s.44-51.
[40] Bkz: Tahir Şilkan, “Orhan Kemal”, İnsancıl, Yıl:30, No:363, Ekim 2020, s.41-42; Burak Atabay, “Chonavec: Orhan Kemal’de Çukurova’yı Hissettim”, Birgün, 8 Şubat 2019, s.15; Yazgülü Aldoğan, “Orhan Kemal, Ayhan Geçgin’e El Verdi”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2020, s.17.
[41] Işık Öğütçü, “Orhan Kemal 104 Yaşında…”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2018, s.16.
[42] Mazlum Vesek, “Orhan Kemal Yaşasaydı, İkimizden Birisi Yedek Kalırdı”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2020, s.2.
[43] Hikmet Çetinkaya, Yılların Tanığı Üç Yazar, Çağdaş Yay., 1986
[44] Hıfzı Topuz, “Dost Orhan Kemal”, Cumhuriyet, 24 Şubat 2020, s.2.
[45] Orhun Atmış, “Beni Edebiyatçılar Örgütledi”, Cumhuriyet, 2 Haziran 2018, s.13.
[46] Ayça Han, “Küçük İnsanların Büyük Yazarı”, Cumhuriyet, 25 Ocak 2019, s.13.
[47] Cumhuriyet, 8 Haziran 1970.
[48] Orhan Kemal, Arkadaş Islıkları, Everest Yay., 2008.
[49] Orhan Kemal, Uyku, Artemis Yay., 2012.
[50] Okan Toygar, “İşçi Sınıfının Ölümsüz Yazarı Orhan Kemal”, Cumhuriyet, 2 Haziran 2020, s.2.
[51] Okan Toygar, “Orhan Kemal: Güncelliğini Yitirmeyen Toplumcu Yazar”, Cumhuriyet, 2 Haziran 2019, s.2.
[52] Orhan Kemal, Eskici ve Oğulları, Everest Yay., 2008, s.112.
[53] “Betonunda bile ot biten bereketli Çukurova toprakları”nda doğmuştur Orhan Kemal ve askerdeyken Nâzım Hikmet ve Gorki okuyor diye 5 yıl ağır hapse mahkûm olur. Tesadüfe bakın ki, genç Orhan Kemal, Bursa’da yatarken Nâzım bu hapishaneye nakledilir. O dönem Orhan Kemal’in adı edebiyat dünyasında duyulmamıştır. Zaten düzyazı değil, şiir yazıyordur. Nâzım, şiirlerini beğenmediği bu genç edebiyatçıyı düzyazıya yönlendirir, öykü ve roman yazması için teşvik eder onu. (Olcay Bağır, “Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal’in Sineması”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2020, s.2.)
[54] Salih Bolat, ‘… ‘Sinemacı’ Orhan Kemal’, Birgün Pazar, Yıl:16, No:656, 6 Ekim 2019, s.11.
[55] Orhan Kemal’lin ‘Nâzım Hikmet’le 3.5 Yıl, Everest Yay., 2008.
[56] Sarp Sağkal, “Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal’in Anıları”, Cumhuriyet, 2 Haziran 2020, s.13.
[57] Nâzım Hikmet’in Orhan Kemal’e mektupları özel bir yer tutar. Onun ustası, öğretmeni, yol/yön göstericisidir. Nâzım Hikmet’in bu ilgisi Orhan Kemal hapisten çıkınca da sürer. (Feridun Andaç, “Orhan Kemal’den Kalan, Yansıyan Birikim”, Cumhuriyet Kitap, No:1566, 20 Şubat 2020, s.4.)