Bu yazı ilk olarak 10 Ekim 2021 tarihinde Cyprus Mail’de yayınlandı
Kıbrıs Cumhuriyeti 1960 yılında doğduğunda, çocukluk yıllarındaki yeni bir devletin karşı karşıya olduğu tehditlere karşı korumak ve kollamak için yeni doğan bebeğe üç “Vaftiz annesi” – İngiltere, Yunanistan ve Türkiye – verildi. Bu düzenlemenin vaat ettiğini yerine getirmede başarısız olduğu oldukça açıktır. Aslında tam tersini yaptı; düzenin çökmesi için çeşitli temel sorunların bir araya getirilmesiyle sonuçlandı.
Her üç garantör güç de imzaladıkları garanti anlaşması kapsamında üstlendikleri yükümlülükleri yerine getiremediler. 1960’larda hepsi de, Yunan askeri cuntası tarafından gerçekleştirilen 1974 darbesiyle sonuçlanan bir şüphe, çatışma ve sürtüşme iklimi geliştirdiler. Bunu, söylendiği şekliyle Kıbrıslıtürkleri korumak ve Kıbrıs’ta anayasal düzeni yeniden kurmak için Türkiye’nin askeri müdahalesi izledi, ancak gerçekte Türkiye bunu Kıbrıs’a ayak basmak için bir fırsat olarak gördü. Bu arada Birleşik Krallık, Pontius Pilate rolüne hizmet ederek ve iki Kıbrıslı toplumun sonraki 50 yıl boyunca ayrı tutulmasını sağlayan ünlü yeşil hattı çizmenin dışında fiilen karışmayı her şekilde reddederek kayıtsız kaldı.
Kıbrıs’ta hala, ya tamamen aptallıktan ya da kendi çıkarlarına hizmet etmek için sistematik olarak etnik nefreti ve güvensizliği teşvik eden nispeten küçük ama sesleri çok çıkan aşırılık yanlısı iki grubumuz olduğu doğrudur. Gerçek şu ki, üç garantör güç, Kıbrıslı iki toplumunun ırksal ve etnik ayrımını körükleyecek şekilde bu insanların hareket etmelerini engellemek veya en azından caydırmak için kesinlikle hiçbir şey yapmadı. Asıl şaşırtıcı olan, garantör güçlerin üstlendikleri rolü açıkça yerine getirmemelerine rağmen, her toplumda çok önemli bir kesimin hala Kıbrıs’ın Avrupa Birliği çatısı altında yeniden birleştirilmesinden yana olmasıdır. Bununla birlikte, çatışmayı dağıtabilecek etkili bir mekanizmanın yokluğunda, daha önce Kıbrıs için sorun yaratmayı başaran aşırılıkçı unsurların yeniden ortaya çıkmasından korkuyor ve endişe duyuyorlar.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres tarafından tanımlanan sorun budur ve Guterres Çerçevesinde açıkça başarısız olan mevcut garantiler sisteminin, bu konuda etkili olacak, tüm Kıbrıslıların ihtiyacı olan belirliliği ve huzuru sağlayan yeni bir sistemle değiştirilmesi gereğini vurgulamasına ve empati yaparak altını çizmesine olanak sağlamıştır.
Genel Sekreter’in her iki toplumun liderlerini bu konudaki önerilerinin önemini anlamamak ve değer vermemekle suçladığını ve bunun sonucunda 2017 yılında Crans-Montana’daki barış arama sürecinin sonunda çökmesine neden olduğunu biliyorum.
Üç garantör gücün, garantör olarak görevlerini düzgün ve etkin bir şekilde yerine getirmelerini engelleyen bariz çıkar çatışmaları vardı. Bu, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran anayasanın belki de en büyük eksikliğiydi.
Bu kuralları şekillendirmede aracı olanlar, muhtemelen hayati öneme sahip bir çıkarlarından dolayı bu eksikliklerin farkında değilmiş gibi davranıyorlardı; belki de, hiçbir alternatif düzenleme kolayca yapılamazdı ya da yeni devlete miras olarak taşıdıkları sorunu tespit etmekten acizdiler. Bu başarısızlığın nedeni ne olursa olsun, şimdi açıkça gerekli olan, bu çıkar çatışmalarının yerini alacak yeni düzenlemelerle tamamen ortadan kaldırılması ihtiyacıdır.
Bu şartlar altında, aşağıdakiler benim mütevazi düşüncelerimdir. Genel sekreterin sadece hakkı yoktur, aynı zamanda birleşik, federal bir devletin hayatta kalması için gerekli koşulları güvence altına alacak ve Federal Kıbrıs ile her iki toplumun da ihtiyaç duyduğu belirlilik ve güvenlik hissini sağlayacak yeni bir güvenceler ve garantiler sisteminin ayrıntılı bir planını geliştirme ve önerme yükümlülüğüne de sahip olduğu kolayca iddia edilebilir. Böyle bir planın taslağını hazırlarken, geçmişte kalan üç garantörün de, görevlerini yerine getirmekteki feci başarısızlıkları nedeniyle dışta tutulması gerektiğine inanıyorum.
Guterres Çerçevesinde öngörüldüğü gibi, genel sekreter tarafından bir taslak geliştirildiğinde, yapıcı yorum ve öneriler için Kıbrıs sivil toplumunun önüne konulması gerektiğini söylemeye gerek bile duymuyorum.
Bunun, Güvenlik Konseyi’nin yeni BM Kıbrıs temsilcisine verilebilecek çok daha yapıcı bir rol olacağına gerçekten inanıyorum. Böyle bir yaklaşımın, yerleşik konumlarını terk etmeye isteksiz görünen iki toplumun mevcut liderlerinin isteksizliğini pasif bir şekilde onaylamanın aksine, istenen sonucu üretme şansı çok daha yüksek olacaktır.
Böyle bir öneri, önemli bir ‘güven artırıcı önlem’ ve Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki barışı koruma sürecine çok önemli bir katkısı olacaktır. Benim düşünceme göre bu, Kıbrıs’ın iki toplumunun kabulüne tabi olacağı için önceden onayını gerektirmeyen bir harekettir. Ayrıca, yükümlülüklerini yerine getirmemeleri, kendilerini bu sıfatla hareket etmeye devam etmekten otomatik olarak oyun dışı bıraktığından, sözde “garantör güçlerin” rızasını gerektirmemektedir.
Hristos Panayiotidis, Cyprus Mail, Sunday Mail ve Alithia için düzenli köşe yazarlığı yapmaktadır.