Bu makale ilk kez 13 Şubat tarihinde Avrupa Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Ankara yönetimlerinin Kıbrıs’ın kuzeyindeki insan topluluğunu yönetmek için oluşturduğu tüm kurumlar göstermelik olmaktan öteye gidememiş, yönetim gerçekte, Türkiye’nin Kıbrıs’ta bulunan büyükelçiliği eliyle yürütülmüştür.
Kıbrıs Cumhuriyeti üzerindeki garantörlük haklarını kullanarak Kıbrıs’a müdahale ettiğini iddia eden Türkiye, garantörü olduğu Kıbrıs cumhuriyetini tanımadığını iddia etmekle ve adanın kuzeyinde ayrı bir ‘devlet’ oluşturmakla, Kıbrıs’ta bulundurduğu elçiliğinin uluslararası hukuk önünde ‘elçilik’ olma konumunu yitirmesine neden olmuştur. Böylelikle elçilik, elçilik olmaktan çıkmış, pratikte Kuzey Kıbrıs’ın valiliğine dönüşmüştür. Elçiliğe bağlı TC yardım heyeti ve son yıllarda onun yerini alan koordinasyon kurulu Kuzey Kıbrıs’ın gerçek yöneticileri olmuştur.
Bu uygulamanın pratikte yol açtığı sonuçlar nelerdir?
TC sömürgeleştirdiği Kuzey Kıbrıs’ta kullanılan resmi para birimi olan Kıbrıs lirasını tedavülden kaldırarak, yerine Türk lirasini tedavüle sürmüş, halkın bankalarda bulunan Kıbrıs lirası birikimlerine el koyarak ülkenin ekonomisini de göbekten kendine bağlamıştır.
TC devleti, elçiliği ve ona bağlı kurumlar üzerinden Kuzey Kıbrıs’ı yönetmekle, bu bölgede yaşayan halkın iradesini hiçe saymış ve egemenliğini gasp etmiştir.
Bu durum 1960, 73, 76, 81 ve sonrasındaki tüm seçimlerde yasanmis ve özellikle 2018-2020 yılları içerisinde yaşanan politik gelişmelerle iyice açığa çıkmıştır. kktc’nin ne cumhurbaşkanı, ne de başbakanı kendi polis teşkilatına bile hükmedemez, hiçbir konuda kendi başlarına karar alamazlar.
TL kullanımı, Kıbrıs liralarının gaspının dışında, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası finans kuruluşları önündeki durumundan dolayı sürekli yaşamakta olduğu devalüasyon (TL’nin değer kaybı) ve bundan kaynaklanan sıkıntıları Kuzey Kıbrıs halkının sırtına da yüklemiştir. Ayrıca, bu durumun doğal sonucu olan fiyat artışlarından kaynaklanan enflasyon halkın alım gücünü iyice zayıflatmıştır. Bugün kktc halkının en az yarısı açlık sınırının altında büyük bir çoğunluğu da yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.
Ankara sömürgeci emellerine ulaşabilmek için kuzey Kıbrıs’a sürekli nüfüs taşımaktadır. Taşınan bu nüfusun miktarı bilinmesine rağmen açıklanmamakta ve her gün yeni gelenlerle takviye edilmektedir. Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan nüfus güneyindeki nüfustan daha fazla değilse bile en azından ona eşit/yakın bir düzeydedir. Ancak kimse nüfusun kesin miktarını kktc’nin yerel yöneticilerine açıklamamaktadır. Bu durumda bölge ekonomisine yönelik hiçbir planlama yapılamamaktadır. Nüfusu bilmeden ekonomik planlama yapmak, ülkenin ve devletin gelir gider dengelerini ayarlamak mümkün değildir. Bu durum sağlıkta, eğitimde, adalette çok ciddi aksamalara ve hem bütçe hem de kadro açıklarına yol açmaktadır.
Kalkınmada öncelik planlı eğitime, kırsal alanların refahına, ve sanayi ve turizmin planlı olarak gelistirilmesine değil, Ankara yönetimlerinin çıkarlarına göre belirlenmektedir. Ülkenin ekonomik gelişmesi ve kalkınmasında yerel yöneticilerin sozu gecmemektedir. Bunun sonucu olarak ülkenin neredeyse tüm önemli kıyı şeritleri Türk özel sermayesine peşkeş çekilmiş, gerekli alt yapı yatırımları yapılmadan kumarhaneli lüks otellere hem arazi hem kaynak aktarılmış; buralarda çalıştırılmak üzere Türkiye’den yeni nüfüs aktarılmış, Türk sermayesine kara para ve her türlü yasa dışı karanlık ilişkilerinin aklanacağı ortamlar sağlanmıştır. Ülkemizde tarımsal ve sanayi üretimi durma noktasına gelirken meyhane, kerhane, kumarhane ve uyuşturucu sektörleri tarihin hiçbir döneminde görülmediği kadar geliştirilmiştir. Bu sektörlerin en önemli özelliği buralardan gelen kazancın ağırlıkla yurt dışına(Türkiye’ye) gitmesi ve ülkeye hiçbir ciddi katkıda bulunmamasıdır. Yol açtığı maddi ve manevi tahribatın ise haddi hesabı yoktur!