Öfkem içimde, içimin çok ama çok derinliklerinde.
Hangi tarih sayfasını çevirirsem, utanç duyulası satırlar ile başlıyor.
Zemzem suyundan kırk değil, dört yüz kırk tas döksem başınızdan aşağıya temizlenmeniz mümkün değil.
Emperyalizme kaltaklık uğruna, Deniz’i, Yusuf’u Hüseyin’i astınız.
Binlerce masum insanı işkencehanelerde hunharca katlettiniz.
Ape Musa’yı alçakça sırtından vurdunuz.
Tahir Elçi’yi dört ayaklı minarenin dibine gömdünüz.
Cübbe, küllah kuşandınız, dört kitap’tan bile korkmadınız.
Öfkeliyim, öfkeliyiz, hem de çok öfkeli.
Roboski’ye henüz bıyıkları terlememiş masum canları gömdünüz.
Gar meydanı’nda halaya durmuş genç aşklarımızı katlettiniz.
Nasıl öfkeli olmayalım ki?
Birileri “cihatçı” katillere top, tüfek, mermi taşırken,
savaş’ın tozuna, dumanına bulanmış çocuklara oyuncak götüren gençlerimizi Suruç’ta katlettiniz.
Bu öfkemi, bu öfkemizi hangi peygamber dindirebilir ki?
Sanat’ı uğruna ölüme koşanlara sustunuz.
Adil yargılanma talibi için ölüme yatanlara göz yumdunuz.
Tecavüzlere, kadın katliamlarına çanak tutunuz.
Küllahı sillah yaptınız, dergahı tecavüzhaneye çevirdiniz.
Şeyh geçinen şarlatanları holding yaptınız.
Öfkeliyim, öfkeliyiz hem de çok öfkeli.
Hırsızlığınıza, gaddarlığınıza, iki yüzlülüğünüze, adaletsizliğinize.
Bu öfkemi, bu öfkemizi hangi peygamber dindirebilir ki?
Bu öfkem dinmeyecek bilirim.
Ve bilirim ki bu öfkemdir beni mezara götüren.
Ama bu öfkemi yarınlara taşıyacak, sizi ve sizin gibi firavunları tarih önünde yargılayacak binlerce genç yürek geliyor ardım sıra.