İnsanoğlu küresel bir krizle karşı karşıya. Belki de neslimizin en büyük krizi. Hükümetler ve insanların önümüzdeki birkaç hafta boyunca alacakları kararlar muhtemelen gelecek yıllar için dünyanın da kaderine hükmedecek. Sadece sağlık sistemimizi değil, aynı zamanda ekonomi, politika ve kültürümüzü de şekillendirecek bu süreç. Hızlı ve kararlı davranmalıyız.
Eylemlerimizin uzun vadeli sonuçlarını da dikkate almalıyız. Alternatifler arasında seçim yaparken, kendimize sadece mevcut tehdidin üstesinden nasıl geleceğimizi değil, aynı zamanda fırtına geçtikten sonra nasıl bir dünya yaşayacağımızı da sormalıyız. Evet fırtına dinecek, insanoğlu hayatta kalacak, çoğunluğumuz hala hayatta olacak, ancak farklı bir dünyada yaşayacağız.
Sapiens, Homo Deus ve 21. Yüzyıl için 21 ders kitaplarının yazarı Yuval Noah Harari’nin İngiliz Financial Times için kaleme aldığı yazıda birçok kısa vadeli acil durum önleminin hayatın bir fikstürü haline geleceği belirtiliyor. Bunun acil durumların doğasında bulunduğu ifade edilen yazıda şu görüşler dile getiriliyor:
“Tarihsel süreçleri hızla ileri sararlar. Normal zamanlarda yıllar süren tasarlamalar sonrası alınan kararlar birkaç saat içinde alınır. Olgunlaşmamış ve hatta tehlikeli teknolojiler devreye girer, çünkü hiçbir şey yapmamak daha büyük bir risktir. Bütün ülkeler büyük ölçekli sosyal deneylerde kobay olarak hizmet veriyorlar. Herkes sadece evde çalışıp uzaktan iletişim kurunca ne olur? Tüm okullar ve üniversiteler online eğitim verince ne olur? Normal zamanlarda hükümetler, işletmeler ve eğitim kurulları bu tür deneyleri yapmayı asla kabul etmezler. Ama bunlar normal zamanlar değil.’’
Kriz dönemlerinde insanların iki seçim arasında kaldıkları da belirtilen yazıda bu seçimlerin; ‘totaliter gözetim ile vatandaşın güçlendirilmesi arasında’ ve ‘milliyetçi tecrit ile küresel dayanışma arasında’ olduğu belirtiliyor.
Salgını durdurmak için, tüm insanların belirli yönergelere uyması gerektiği de ifade edilen yazıda bunu başarmanın iki ana yolunun bulunduğu da vurgulanıyor:
“İlk yöntem, hükümetin insanları izlemesi ve kuralları ihlal edenleri cezalandırması. Bugün, insanlık tarihinde ilk kez, teknoloji herkesi her zaman izlemeyi mümkün kılıyor. Elli yıl önce, KGB hergün yirmidört saat 240 milyon Sovyet vatandaşını takip edezmedi ve KGB toplanan tüm bilgileri etkili bir şekilde işlemeyi umamazdı. KGB, ajanlara ve analistlere güveniyordu ve her vatandaşı takip etmek için bir insan görevlendiremezdi. Ancak şimdi hükümetler et ve kandan hayaletler yerine her yerde bulunan sensörlere ve güçlü algoritmalara güveniyorlar.
Koronavirüs salgınına karşı savaşta birçok hükümet yeni gözetleme araçlarını çoktan yerleştirdi. En dikkat çeken durum Çin. Akıllı telefonları yakından izleyerek, yüz milyonlarca yüz tanıyan kamerayı kullanarak ve insanların vücut sıcaklıklarını ve tıbbi durumlarını kontrol etmeye ve onları raporlamaya zorlayarak Çin yetkililer sadece şüpheli koronavirüs taşıyıcılarını hızlı bir şekilde tanımlamakla kalmıyor, aynı zamanda insanların hareketlerini ve temasa geçtikleri kişileri de belirliyor. Bir dizi mobil uygulama, vatandaşları enfekte hastalara olan mesafeleri konusunda da uyarıyor.’’
Bu tür teknolojilerin sadece Doğu Asya’ya has olmadığını da aktaran Harari, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun geçtiğimiz günlerde İsrail Güvenlik Ajansı’na normalde teröristleri izlemek için kurulan gözetim teknolojilerini koronavirüs hastalarını izlemek için kullanma yetkisi verdiğini, ilgili parlamentonun alt komitesinin kararı onaylamayı reddetmesi üzerine, Netanyahu’nun konuyu bir “olağanüstü hal durumu” olarak izah ettiğini ifade ediyor.
Salgının gözetleme tarihinde önemli bir dönüm noktası olabileceğini de vurgulayan Harari, sürecin şu ana kadar bu tür gözetleme araçlarını yerleştirmeyi reddeden ülkelerde talep meydana getirmekle kalmayacağını daha da ötesi, “cildin üstünden” “cilt altı” gözetlemesine dramatik bir geçiş yaşanacağını da aktarıyor. Harari, “Şimdiye kadar, parmağınız akıllı telefonunuzun ekranına dokunduğunda ve bir bağlantıyı tıkladığınızda, hükümet tam olarak parmağınızın neyi tıkladığını bilmek istiyordu. Ancak koronavirüs ile ilginin odak noktası değişti. Şimdi hükümet parmağınızın sıcaklığını ve cildinizin altındaki kan basıncını bilmek istiyor’’ diyor.
Gözetim altında çalışırken karşılaştığımız sorunlardan birinin, hiçbirimizin nasıl gözetlendiğimizi ve gelecek yılların neler getirebileceğini tam olarak bilmememiz olduğunu aktaran Harari, gözetleme teknolojisinin son derece hızlı geliştiğini ve 10 yıl önce bilim kurgu gibi görünen şeylerin bugün eski haber haline geldiğini ifade ediyor.
“Bir düşünce deneyi olarak, günde 24 saat her vatandaşın vücut ısısını ve kalp atış hızını izleyen bir biyometrik bilezik takmasını talep eden varsayımsal bir hükümet düşünün’’ diyerek olayın hangi boyutlara gelebileceğini ortaya koymaya çalışan Harari, elde edilen verilerin devlet algoritmaları tarafından istiflenerek analiz edileceğini, algoritmaların biz bilmeden önce bile hasta olduğunuzu, aynı zamanda nerede olduğumuzu ve kiminle tanıştığınızı da bileceklerini ifade ediyor.
Korkunç yeni bir gözetleme sistemine meşruiyet hazırlandığını aktaran Harari, ‘’Örneğin, CNN bağlantısı yerine Fox News bağlantısını tıkladığımı biliyorsanız, bu size politik görüşlerim ve hatta kişiliğim hakkında bir şeyler öğretebilir. Ama video klibi izlerken vücut sıcaklığım, kan basıncım ve kalp atışımın başına ne geldiğini izleyebiliyorsanız, beni neyin güldürdüğünü, neye ağlattığımı ve beni gerçekten çok sinirlendiren şeyin ne olduğunu öğrenebilirsiniz’’ diyor.
“Öfke, neşe, can sıkıntısı ve sevginin tıpkı ateş ve öksürük gibi biyolojik fenomenler olduğunu hatırlamak çok önemlidir.’’ diyen Harari, öksürüğü tanımlayan aynı teknolojinin gülmeleri de tanımlayabileceğini, şirketler ve hükümetlerin toplu olarak biyometrik verilerimizi toplamaya başlaması durumunda bizi bizden çok daha iyi tanıyabileceklerini, o zaman sadece duygularımızı tahmin etmekle kalmayacaklarını aynı zamanda duygularımızı manipüle edebileceklerini, bize istedikleri her şeyi satabileceklerini de ifade ediyor.
Durumun vehametini bir örnekle anlatan Harari, ‘‘2030’da, her vatandaşın günde 24 saat biyometrik bir bilezik takması gereken bir Kuzey Kore düşünün. Büyük Lider tarafından yapılan bir konuşmayı dinliyorsunuz ve bilezik öfkelendiğinizi söylerse, işiniz bitti demektir.’’ diyor.
Gözetleme olayının acil durumlar için alınmış acil önlemler olarak düşünülebileceğini, ancak bunun yanıltıcı olduğunu aktaran Harari şunları söylüyor:
“Örneğin anavatanım İsrail, 1948 Bağımsızlık Savaşı sırasında olağanüstü hal ilan etti ve basının sansürlenmesinden toprak müsaderesine ve puding yapma düzenlemelerine (şaka yapmıyorum) kadar bir dizi geçici düzenleme yürürlüğe kondu. Savaş çok uzun zaman önce kazanıldı, ancak İsrail hiçbir zaman acil durumun sona erdiğini ilan etmedi ve 1948’deki “geçici” önlemlerin çoğunu ortadan kaldıramadı (acil puding kararnamesi 2011’de çok şükür ki kaldırıldı).”
Koronavirüsü enfeksiyonları sıfıra düştüğünde bile, bazı verilere aç hükümetlerin biyometrik gözetim sistemlerini ellerinde tutmaları gerektiğini, çünkü ikinci bir koronavirüs dalgasından korktuklarını veya Orta Afrika’da gelişen yeni bir Ebola virüsünün ortaya çıktığını iddia edebileceklerini öne süren Harari, gizliliğimiz üzerinde son yıllarda büyük bir savaş yaşandığını, koronavirüsü krizinin bardağı taşıran son damla olabileceğini, çünkü insanlara gizlilik ve sağlık arasında bir seçim yapmaları istendiğinde, insanların genellikle sağlığı seçtiklerinin altını çiziyor.
Merkezi izleme ve sert cezaların insanları faydalı talimatlara uymalarına razı etmenin tek yolu olmadığını da aktaran Harari, ‘’İnsanlara bilimsel gerçekler söylendiğinde ve insanlar bu gerçekleri anlatan kamu otoritelerine güvendiklerinde, vatandaşlar Büyük Ağabey kendilerini omuzları üzerinden izlemeden de doğru şeyi yapabilirler. İyi motive edilmiş ve bilgilendirilmiş bir nüfus genellikle polisiye tedbirlerle hareket eden cahil bir nüfustan çok daha güçlü ve etkilidir.’’ diyor.
İnsanların bugün sabunla ellerini yıkamaları gerektiğini bildikleri için sabun polisine gerek duymadan bu eylemi gerçekleştirdiklerini, halbuki daha önce doktor ve hemşirelerin dahi ellerini sabunla yıkamadan bir ameliyattan başkasına girdiklerini de aktaran Harari, bu tür bir uyumluluk ve işbirliğine seviyesine ulaşabilmek için insanların bilime, kamu yöneticilerine ve medyaya güvene ihtiyaç duyduğunun altını çiziyor.
Harari, son birkaç yıldır sorumsuz politikacıların bilime, kamu otoritelerine ve medyaya olan güveni kasıtlı olarak baltaladıklarını, şimdi aynı sorumsuz politikacıların doğru şeyi yapmak için halka güvenilemeyeceğini savunarak otoriterliğe giden yolu açmayı cazip görebileceklerini de ifade ediyor.
Karşılaşılan ikinci önemli seçimin ise milliyetçi tecrit ile küresel dayanışma arasında olduğuna değinen Harari, şöyle devam ediyor:
“Hem salgının kendisi hem de ortaya çıkan ekonomik kriz küresel sorunlardır. Sadece küresel işbirliği ile etkin bir şekilde çözülebilirler. Her şeyden önce, virüsü yenmek için küresel bir bilgi paylaşımı gerekiyor. İnsanların virüslere karşı en büyük avantajı budur. Çin’deki bir koronavirüs ile ABD’deki bir koronavirüsün insanlara nasıl bulaşacağı konusundaki ipuçları aynıdır. Ancak Çin, ABD’ye koronavirüs ve bununla nasıl başa çıkılacağı konusunda birçok değerli ders verebilir. İtalyan bir doktorun sabahın erken saatlerinde Milano’da keşfettiği şey, akşam saatlerinde Tahran’da hayat kurtarabilir. İngiltere hükümeti birkaç politika arasında tereddüt ettiğinde, bir ay önce benzer bir ikilemle karşı karşıya olan Korelilerden tavsiye alabilir. Ancak bunun gerçekleşmesi için küresel bir işbirliği ve güven ruhuna ihtiyacımız var.’’
Önümüzdeki günlerde, herkesin asılsız komplo teorileri ve kendi kendine hizmet eden politikacılar yerine bilimsel verilere ve sağlık uzmanlarına güvenmeyi seçmesi gerektiğini belirten Harari, ülkeler arasında da bir güven tesis edilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Ekonomik alanda da küresel işbirliğinin hayati önem taşıdığını aktaran Harari, ekonominin ve tedarik zincirlerinin küresel doğası göz önüne alındığında, her hükümetin diğerlerini tamamen göz ardı ederek kendi işini yapması durumunda sonucun kaos ve derinleşen bir kriz olacağına işaret ediyor ve bunun önüne geçilmesi için de küresel bir eylem planına ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor.
Harari’ye göre diğer bir gereklilik ise seyahat konusunda küresel bir anlaşmaya varılması. Uluslararası seyahatlerin aylarca askıya alınmasının muazzam zorluklara neden olacağını ve koronavirüs ile savaşı engelleyeceğini öne süren Harari, ülkelerin en azından bilim adamları, doktorlar, gazeteciler, politikacılar, iş adamlarının dolaşımlarını engellememeleri gerektiğini ifade ediyor.
Ne yazık ki şu anda ülkelerin bundan kaçındığını ve uluslararası kolektif bir felçin söz konusu olduğunu belirten Harari, ‘’Herkes odada bir yetişkin yok gibi davranıyor. Küresel liderlerin haftalar öncesinden biraraya gelerek bir eylem planı yapması gerekirdi. G7 liderleri ancak bu hafta bir video konferans organize etmeyi başardılar, zaten bundan da bir sonuç çıkmadı.‘‘ diyor.
ABD’nin 2008 küresel mali kriz ve 2014’teki Ebola virüsü salgınında küresel bir lider rolü üstlendiğini, ancak mevcut ABD yönetiminin bu durumdan çok uzak olduğunu, Trump yönetiminin Amerika’nın büyüklüğünü insanlığın geleceğinden çok daha fazla önemsediğini açık bir şekilde ortaya koyduğunu belirtiyor.
Trump yönetiminin en yakın müttefiklerini dahi terkettiğini yazan Harari, Trump’ın Avrupa Birliği ile seyahatleri askıya aldığında bunu AB ile müzakere etmemekle kalmadığını, skandal bir karar alarak Kovid-19 aşısı geliştiren bir Alman ilaç şirketine bir milyar dolar teklif ettiğini de belirtiyor.
ABD’nin bıraktığı boşluğun diğer ülkeler tarafından doldurulmaması durumunda sadece mevcut salgını durdurmanın daha zor olmakla kalmayacağını aynı zamanda mirasının da gelecek yıllarda uluslararası ilişkileri zehirlemeye devam edeceğine işaret ediyor Harari. Yine de her krizin bir fırsat olduğunu, bu salgınla insanlığın asıl tehlikenin insanlığın biraraya gelememesinden kaynaklandığını farketmesini ummak olduğunu ifade eden Harari yazısını şu ifadelerle bitiriyor:
‘‘İnsanlığın bir seçim yapması gerekiyor. Bölünmüş olarak mı ilerleyeceğiz yoksa küresel dayanışma yolunu mu benimseyeceğiz? Eğer bölünmüşlüğü seçersek, bu sadece krizi uzatmakla kalmayacak, aynı zamanda gelecekte daha da kötü felaketlere yol açacaktır. Küresel dayanışmayı seçersek, bu sadece koronavirüse karşı değil, 21. yüzyılda insanlığa saldırabilecek tüm salgınlara ve krizlere karşı bir zafer olacaktır.‘‘
Kaynak: Ahval