Yeni Kıbrıs Partisi Genel Sekreteri Murat Kanatlı Yaşam Gazetesi’ne verdiği röportajda, “Türkiye istirdat projesini yürütüyor, adayı Türkiye’ye katmaya çalışıyor” dedi.
YKP Genel Sekreteri Murat Kanatlı, Türkiye’deki Yaşam Gazetesi’nden Mehmet Ali Çelebi’ye konuştu. Kanatlı, gazeteye verdiği röportajda, Türkiye’nin istirdat projesini yürüttüğünü ve adayı Türkiye’ye katmaya çalıştığını kaydetti.
Röportajın tamamını okumak için tıklayınız >>>
İşte o röportaj:
Garantörlük sistemi ve Askersiz Lefkoşa
Ankara-Lefkoşa ilişkilerinde vesayet, askeri varlık, nüfus taşıma sık gündemleşir. Programınızdaki ‘Ada koşulsuz ve istisnasız tamamen askersizleştirilmeli, garantör ve garanti diye adamızı devamlı müdahale altında tutan kurallar kaldırılmalıdır’ hükmünü açar mısınız? Nasıl ulaşılacak bu aşamaya süreçler?
Adamız, bölgemiz askeri operasyonlar, silahları çatışmalardan çok çekti, zaten adanın kendi askeri de olması, bu kadar küçük adanın savunmasını sağlayacak imkanı ortaya çıkaramaz. Askersizleştirme adanın geleceğinin kurulmasında önemli bir unsur ve bunu ancak toplumlar vicdanlarında sağlayabiliriz. Bu nedenle bunun kurulması için ada halklarının sürece dahil olması, geçmişle yüzleşme ve güven artırıcı önlemlerin hayata geçirilmesi ile mümkün olacağına inanıyoruz. Bunu da parça parça yapabiliriz deyip, örnek bir askersizleştirilmiş alan yaratarak buna başlayabileceğimizi öngörüyoruz. ‘Askersiz Lefkoşa’ kampanyamız bu temele dayanıyordu.
Garantörlük sistemi ise 1960’ların dünyasında yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin NATO dışına çıkmasını önlemek için alınmış, dönemin şartları ile geliştirilmiş, benzeri üçlü karargah ile Berlin’de uygulanmış sistemdi. Yani amacı Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri koruması değildi. Garantörlük Antlaşmasını okursanız, garantörlerin görevi Kıbrıs Cumhuriyeti anayasal nizamının korunması idi. TC 1974’te işgal hareketi ile Kıbrıs Cumhuriyeti toprak bütünlüğü ihlal etmektedir. Bu hali ile düşünüldüğünde garantörlük sistemi anayasal nizamı korumak bir yana, tersine garantörlerin kendi kendilerine görevler çıkardığı bir araca dönüştü.
Bu nedenle YKP olarak yeni kurulacak federal cumhuriyette başka bir ülkeye içişlerine müdahale hakkı veren garantörlük sistemini istemiyoruz. Bağımsızlık isteyen her bir bireyin de bunu makul bir istek olarak anlaması gerekir. Ama Türkiye’de kendi ülkesinin bağımsızlığını gönülden isteyen insanlara bile bunu anlatmakta zorluk çekmemiz ise işin trajik tarafı.
Garantörlük adı altında Türkiye’de yaygın bir ‘yavru vatan’ algısı oluştu, Türkiye’nin haklarından bahsedilmekte ama maalesef Kıbrıslıların haklarını düşünen, bizimle dayanışan çok kısıtlı da bir çevre var…
Bir istirdat projesi yürüten Türkiye, burasını ilk etapta 82. vilayetine dönüştürdü. Bununla ilgili resmi karar alınmasına gerek yok, fiili olarak bir vilayet olarak görünmekte. AKP döneminde fark, Sünni İslam dayatması da bu dönemde çok net ortaya çıktı.
İlk kez İlahiyat Koleji açıldı, yüzlerce yeni cami yapıldı, Kur’an kursları yaygınlaştı, son olarak da öğrendiğimiz Maarif okullarının Kıbrıs’ın kuzeyinde de açılacağı. Tüm bunları meşrulaştırdıkları politika ise talep olduğu iddiası! Ancak talebi de oluşturan aslında taşınan nüfus!
YKP hiçbir bireye karşı değil, bizim bireylere hiçbir sorunumuz yoktur, insan temelli bir politika yürütürüz ama nüfus taşıma buradaki politik tercihleri belirlemeden, asimilasyon politikalarının buraya taşınmasına birçok alanda araç olarak kullanılmaktadır. Bu çerçevede YKP buna karşı mücadele etmektedir.
Ülkeler, halklar artık üniter sınırlara hapsedilemiyor. Kıbrıs adası aynı zamanda AB ile içlidışlı. Diğer uyandan Şubat 2020’de İngiltere Brexit’i (AB’den ayrılması) gerçekleşti. Bu ortamda YKP’nin AB ve dünya sistemleri analizini nedir?
Avrupa Birliği bugün itibari ile kapitalist bir birlik projesi. YKP Avrupa Sol Partisi gözlemci üyesi, oranın da benimsediği ‘başka bir Avrupa mümkün’ sloganını benimsiyoruz, halkaların Avrupa Birliği’nin kurulması gerektiğine inanıyoruz.
Orman yanıyor…
1995 cumhurbaşkanlığı seçiminde ve sonrasındaki birkaç seçimde Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) ve Yeni Kıbrıs Partisi (YKP) adına Alpay Durduran aday oldu. 26 Nisan 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için ne söylenebilir? Türkiye’nin seçim yaklaşırken bir etki odağı oluşturdu mu?
YKP özelikle 2003 seçimlerinden başlayarak halkı sandığa gitmemeye çağırmıştı. Çünkü taşınan nüfusun etkisi, özellikle AKP’nin ağırlaşan baskıları ile seçim ile etkili olmadığı tespiti yapmıştık, ama bu dönem için farklı düşünüyoruz. Seçimlerin tamamen etkisizleştiğine inanıyoruz, bu nedenle hala umdu olan varsa gidip oy verebilir derdimiz yok, esas yapmamız gereken belli idealler etrafında bir araya gelebilecek herkesi ortak bir zeminde buluşturmak, bu seçim sürecine biz bunun için çalışacağız.
10 Şubat’ta Parti Meclisi kararımızda bunu “Bir Afrika Atasözü der ki; ‘Aslan, ceylan, sırtlan, zebra birlikte kaçıyorsa, orman yanıyor demektir!’ ‘Artık net olarak herkesin de gördüğü gibi Kıbrıslı Türklerin toplumsal varlığının devamı tehlike altındadır ve bu süreç Türkiye’nin, adanın kuzeyinde İslamcı bir rejimi yerleştirmekle ilgili müdahaleleriyle birlikte yol almaktadır’ diyoruz. Bunun için örgütlere ziyaretler başlatıp, ortak mücadele zemini aramaktayız.
Kapalı Maraş krizi ve padişah öyküsü
Kapalı Maraş yeniden gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı dahi devre dışı bırakılarak 1974’ten bu yana kapalı kent Maraş’taki Ordu Evi’nde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün de katılımıyla 15 Şubat’ta Kapalı Maraş Açılımı adı altında yuvarlak masa toplantısı yapıldı. Mağusa İnisiyatifi, Sol Hareket, YKP, BKP, KTÖS, KTOEÖS, Basın-Sen, DEV-İŞ, Hayata Dokun Hareketi, “milliyetçi provokasyon” diyerek Mağusa’da eylem yaptı. Nedir Maraş meselesi ve nasıl çözülür?
1974 yılında Türkiye işgal ettiğinde Maraş aslında esas ismi ile Varoşa yani Mağusa’nın varoşu 40 bin insanın yaşadığı, uluslararası sahipleri olan otellerin var olduğu tüm Kıbrıs’ın turizm kalbinin attığı kentti. Türkiye adanın üçte birini iskâna açıp Kıbrıslı Rumlara ait mülkleri gereklilik tezine dayanıp yeni tapular çıkarıp dağıtmaya başlamasına rağmen, uluslararası bağlantıları nedeniyle de Maraş’ı iskâna açmamıştı. 1980’lerin ortasında bir kısmı üzerinde deneme yaptığında Güvenlik Konseyi 550 No’lu karar alarak BM’ye iade edilmesi ve esas sahiplerine iade edilerek açılmasını talep etti.
Bu dönemde Kıbrıslı Türk liderlik yani Denktaş ve Türkiye’deki akıl verenleri yeni formül bulmak için yola çıktılar ve Maraş’ın padişah vakfı olduğu bir paşaya vakfedildiği öyküsünü uydurdular. Kıbrıs 1960’larda kurulduğu andan itibari ile paşa vakıfları, padişah toprakları ilişkilerinden kopup, kendi bağımsız yapısını kurmuştu. Evet bir Vakıflar İdaresi kuruldu ama bu Kıbrıs Cumhuriyeti organı idi ve haklarını da Cumhuriyetten alması gerekirdi.
Tüm tapular kayıtlara işlenirken itirazları olmadı ve resmi devlet kayıtlarına Maraş’taki mülk yeni sahiplerine yazıldı. Bizimkiler yüzyıl sonra vakıf icat etmeye ve bu çerçevede orayı da iskâna açmaya çalışıyorlar. Buradaki dil bizce önemli, Kıbrıs Türk’tür onu geri almayı yani istirdat planını akıllarında hep tutanlar, 1960’ı atlayıp adayı Osmanlı toprağı saymaya, ondan doğan haklarının olduğunu iddia etmeye çalışıyorlar. Padişah 1914 yılında bu topraklardan para karşılığı vazgeçti, onu yok sayıp sanki Osmanlı Kıbrıs’ın hiç terk etmemiş gibi Osmanlı bağlantısı kurmaya çalışıyorlar. Türkiye ne Lozan’da ne başka zaman Kıbrıs bağlantısı kurmadı ama şimdi icat zamanı…
Maraş aslında bir deneme, bunu başarırlarsa, padişah malı kesin güneyde Baf’ta, Limasol’da da bulacaklar, mehter eşliğinde harekete geçmeleri mümkün. Bizler de bunun bir provokasyon girişimi olduğunu söyleyip eylem gerçekleştirdik. Eylemde yalnız Türkçe konuşanlar yoktu. Maraş’ın esas sahibi, Maraşlı insanlar da vardı. Düşünün orada pankarta yazıp getiren Maraşlı diyor ki ‘burası benim evim bırakın gireyim’, onu tel örgülere 500 metre yanaştırmıyorlar ama Türkiye’den gelen Barolar Birliği başkanı içerde toplantı yapıyor.
Bu yeni bir uluslararası kriz de yaratacak konu, görüşme sürecini de ciddi şekilde olumsuz olarak etkileyecektir. Bu nedenle böylesi girişimlere karşı çıkılması gerektiğine inanıyoruz.
Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum örgütler yan yana
Rum partilerle ilişkileriniz nasıl. Yine Yunanistan’da Syriza ile iletişim halinde misiniz? Avrupa Sol Parti üyeliği konusunda ilerleme var mı? Diğer yandan Altın Şafak gibi faşist partilere karşı ada partileri nasıl bir yol haritası oluşturabilir?
Kurulduğumuzdan itibaren iki toplumlu ilişkilere önem verdik, her dönem de katkı sağladık, çeşitli platformlarda da kampanyalar düzenlemeye devam ediyoruz. Sürekliliği olanlardan biri de Nükleere Karşı Platform. Çernobil kazası yıldönümünde son on yıldır sürekli ara bölgede eylem yapıyoruz, özellikle Akkuyu Nükleer Santralına karşı sesimizi yükseltmeye çalışıyoruz. Gene benzer şekilde yıllardır bir mayıs, bir eylüllerde ortak eylemler örgütlüyoruz.
Syriza, öncesinde Synaspismos ile 1990’ların başına dayanan ilişkilerimiz bugün de devam ediyor. Avrupa Sol Partisi noktasında gözlemci üyeyiz, bu çerçevede çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kıbrıs’ta Altın Şafak Yunanistan’da okuyan öğrenciler aracı ile geldi, oluşan anti-faşist tepkilerle sönümlendi. Bunun yanında ELAM gibi onun kardeş partisi var, benzer daha küçük örgütler var, dönem dönem gelişen olaylar üzerinden anti-faşist bir hatta Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum örgütler yan yana gelerek tepki koyuyoruz.
Son dönemde faşist örgütlerin ilgili odağı yabancı işçi ve mültecilere kaydı, Kıbrıslı Rum örgütlere buna çeşitli düzeyde tepki geliştiriyorlar, iki coğrafya pratikte ayrı olduğu için sürekli dahil olmamız mümkün olmuyor ama konuları yakından takip edip, ortak bir hareket için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Doğu Akdeniz için enternasyonalist dayanışma
Kıbrıs krizine 2002’den bu yana Doğu Akdeniz doğalgaz denklemi de eklendi. Küresel güçler, bölgesel aktörler çekişmeleri yaşanıyor. Türkiye sondaj gemileri, savaş gemileri de bölgede, birçok ülkenin de. Bu bağlamda Türkiye iç savaş halindeki Libya’ya asker gönderdi. Telafuz edilen rezervler ve enerji denklemi; Kıbrıs meselesinin çözümünü hızlandırıcı bir etki yapar mı yoksa daha da çetrefil hale mi getirir? Kıbrıs jeopolitiğinde hegemonya çekişmeleri artarsa bu nasıl bertaraf edilebilir?
Bölge halklarının ortak, birleşik mücadelesini yaratmamız gerekiyor. Burada sorun yalnız Kıbrıs değil, İsrail Filistin halklarına ait olması gereken bir deniz alanı üzerinde gaz çıkarmaktadır. Burada iki şeyi mutlak korumak için mücadele etmemiz gerekir.
Kapitalistler istiyor diye tüm Doğu Akdeniz’de doğal gaz aranması doğru değildir, ekolojinin korunması gerekir, buna yönelik tedbirler için mücadele şarttır, her şey para, her şey kar, her şey doğalgaz değildir. Ekoloji yok olursa o para ile yapacak hiçbir şeyimiz olmaz. Bir de diğer bölgelerde şu anda görmekteyiz, yeraltı ve yerüstü kaynakları bir avuç kapitalist tarafından talan edilmekte, yerel halklara ise bu yansımamaktadır.
Yeraltı ve yerüstü kaynakları orada yaşayan insanlarındır ve öncelikle onların refahının geliştirilmesi ile kullanılmalıdır. Bu iki prensip çerçevesinde Doğu Akdeniz’deki doğal gaz aramalarına yaklaşmak ve enternasyonalist dayanışmayı büyütmemiz gerekir.
Ekim 2019’da Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya karşı kampanya oldu. Akıncı’nın “1974’te biz adına Barış Harekatı desek de bu bir savaştı ve akan da kandı. Şimdi Barış Pınarı desek de akan su değil kandır. Bu nedenle bir an önce diyalog ve diplomasinin devreye girmesi en büyük dileğimdir” ifadelerini Ankara’nın şimşeklerini çekti. Hükümet ortağı MHP ateş püskürdü. Şubat 2020’de Akıncı’nın The Guardian’a açıklamasında “İkinci bir Tayfur Sökmen olmayacağım” gibi değerlendirmeleri, “İlhak”, “Hataylaşma”, “Kırımlaşma” tartışmalarını alevlendirdi. Ankara ve iktidar ortağı MHP’nin hışmını çekti. Akıncı’ya karşı öfke patlamasını neye bağlamak lazım? Gözlediğiniz kadarıyla Kıbrıs’ta yaşayanlar bu konuda ne tepki verdi? Kıbrıs’taki siyasi partiler nerede duruyor?
Kıbrıs’ta yaşayanların tepkilerini direk görmek mümkün değil ama Kıbrıs’ın kuzeyindeki kimi partilerin açıklamalarından bunu yorumlamak mümkün. Onlar diyor ki ‘Akıncı böyle bir açıklamayı oylarını artırmak için yaptı…’ Bu yorum üzerinden Kıbrıslı Türklerin tepkisinin ne olduğunu anlamak sanırım mümkündür…
Sağda duran siyasi partiler Türkiye ile iyi ilişki kurmak, bu sayede daha çok mali katkı alıp sanki daha çok icraat yaparmış gibi gözükmeye çalıştıkları için tepki gösterir gibi yaptılar, ama tabanlarında bu tepki doğru bulmayanlar da vardı. Ana akım sol ise oy kaygısı ile daha muğlak reaksiyon gösterdi. Örneğin geçen yıl kuzey Suriye işgalini manşete taşıyan Afrika gazetesini Tayyip Erdoğan hedef gösterip, Sivas Madımak tarzı gazeteye linç eylemini bir açıklaması ile tetiklemişti. Bu saldırı karşısında binlerce insan tepki olarak sokağa çıkmıştı.
Yani AKP ile, Tayyip Erdoğan ile Kıbrıslı Türklerin ciddi bir doku uyuşmazlığı var, bu nedenle son dönemdeki açıklamalara herkesin ciddi tepkili olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz… Akıncı’ya öfke ‘nereden kaynaklanıyor’un cevabı aslında birden fazla, tüm yönü ile AKP çizgisinde olmayan biri, konunun bir yönü. Türkiye’de yaşanan ekonomik sosyal krizlerin odağının başka yere kaydırılma niyeti diğer yanda. Zaten Tayyip Erdoğan’ın kavga etmediği dünyada biri kaldı mı?