Hem hükümetimiz hem de Türkiye şimdi farklı şeyler söyleyebilir, ancak Türkiye Crans-Montana’da garantilerden vazgeçmeye hazırdı. Orada olanlar şöyleydi…
Çeviri: Mustafa Billur
Türk dışişleri bakanlığı geçtiğimiz hafta Kıbrıs Rum basınında yayınlanan ve Türkiye’nin Crans-Montana’da garantilerin kaldırılmasını kabul ettiği yönündeki raporların doğru olmadığını açıkladı. Kıbrıs hükümet sözcüsü de Türk dışişleri bakanlığının açıklamasını referans göstererek bu raporları yalanladı. Halbuki, Türkiye’nin dışişleri bakanlığının, özellikle şu anda içinde bulunduğumuz şu gerilim ve diyalogsuzluk ortamında, garantilerden vaz geçtiklerini doğrulayacağına inanmak herkes için saflık olurdu.
Garantiler meselesi, 6 Temmuz 2017 gecesi BM Genel Sekreteri Antonio Guterres tarafından verilen ve üç garantör gücün, iki Kıbrıs toplumunun ve AB’nin gözlemci olarak katıldığı akşam yemeğine hâkim olmuştu. O akşam yemeğinde yaşanan gelişmeler, yemeğe katılan tarafların niyetlerini bize göstermesi bakımından çok aydınlatıcıdır.
Garantiler konusundaki tartışmayı açan Guterres, Garanti Antlaşması’nın ve tek taraflı müdahale hakkının artık geçerli bir sistem olamayacağını söyledi. Guterres ayrıca yemeğe katılan taraflara, Türkiye’nin kendisine olası bir çözümde Garanti Anlaşması’nı yeni bir Uygulama Anlaşması ile değiştirmeyi önerdiği resmi olmayan bir belge verdiğini söyledi. Bu belgedekiler, aslında Guterres’in, yeni bir garanti antlaşması yerine, prensipte Yunan tarafının argümanı olan, çözümün uygulanmasını izlemek için bir mekanizma oluşturma önerisini benimsediğini gösteriyordu, ki BM de böyle bir mekanizma için hâlihazırda taslak bir belge hazırlamıştı.
Guterres, herkesin huzurunda, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’na Türkiye’nin, güvenilir bir izleme mekanizması oluşturulması halinde, Garanti Anlaşmasının derhal kaldırılmasını kabul edip etmeyeceğini sordu. Bu soru üzerine Çavuşoğlu, Türkiye’nin diyaloğa açık ve esnek olduğunu, ancak bu konunun üzerinde halen anlaşılmamış diğer dört konuda kaydedilecek ilerlemeye bağlı olacağını söyledi. Türk tarafının tüm bu tartışma süresince, güvenilir bir izleme mekanizması oluşturulmasına ne itiraz ettiği ne de çekimserlik belirttiğini ayrıca belirtmekte fayda olacaktır.
Guterres daha sonra, zor bir konu olan askeri birliklerin geri çekilmesi konusunu ele aldı. “Sıfır asker ve sıfır garanti” söyleminin Türkler için bir başlangıç noktası olamayacağını, ancak askerlerin adada uzun süre kalmasının da Yunanlılar için kırmızı çizgi olduğunu ifade etti. Guterres‘in stratejisi, uygulanabilir bir uzlaşma olarak gördüğü şeyi güvence altına almaktı, ki bu da tüm askerlerin en başta tamamıyla çekilmeyecek olmaları, ancak adada kalacak olan asker sayısının çözümle birlikte hızla azaltılması ve kalış süresinin de yeniden gözden geçirileceği bir maddeyi antlaşmaya koymaktı. Guterres, asker sayısı meselesinin daha üst düzeyde ele alınması gerektiğini ve bundan dolayı bu konunun New York’taki yeni bir konferansta veya o gün Crans-Montana’ya çağrılacak üç garantör ülkenin başbakanları düzeyinde tartışılması gerektiğini düşünüyordu.
Guterres bunun üzerine Çavuşoğlu’na, Türkiye’nin asker sayısı konusunu başbakanlar düzeyinde görüşmeyi kabul edip etmeyeceğini sordu ve Çavuşoğlu buna bir itirazı olmadığını söyledi. Aynı soruya Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias, geri kalan birliklerin 1960 İttifak Antlaşması düzeyinde olması kaydıyla (650 Türk ve 950 Yunan askeri) askerlerin adada kalacakları süreyi başbakanlar düzeyinde tartışmaya hazır olduğunu söyledi.
Çavuşoğlu, Guterres’in tek taraflı müdahale hakkının makul olmadığına dair düşüncesini tamamıyla anladığını söyledi ama “sıfır asker ve sıfır garantinin” de kendileri için bir başlangıç noktası olamayacağını tekrarladı. Fakat Çavuşoğlu, üzerinde anlaşılmamış diğer konular üzerinde anlaşma olması halinde Türkiye’nin esnek olacağını ve tek taraflı müdahale etme hakkını gözden geçirmeyi düşüneceğini söyledi. Böyle bir durumda, Türkiye’nin daha fazla esneklik göstereceğini belirtti.
Bundan sonraki tartışma, Çavuşoğlu’nun Guterres’e, o günün başlarında Türkiye’nin, geri kalan konularda bir anlaşma ve çözümün uygulanmasına dair kararlaştırılmış bir mekanizma olması halinde garantilerin kaldırılmasını kabul edeceğine dair güvencesi ile uyumluydu. Durumu daha da kolaylaştırmak için Guterres, bu akşam yemeğinden önce özel bir toplantıda Anastasiadis’e, Çavuşoğlu’na Ankara tarafından garantileri kaldırmaya ilişkin yazılı teklifler sunma yetkisi verilmediğini, ancak bunun kapsamlı bir paketin bir parçası olarak Birleşmiş Milletler’den gelmesi halinde böyle bir öneriyi kabul edeceğini de söylemişti.
Ancak, Crans-Montana’ya gönülsüzce ve baskı altında giden Anastasiadis, bu gelişmeleri olumsuz olarak gördü ve garantileri ortadan kaldırmak için bir fırsat olarak değerlendirmedi. Zaten o yılın Şubat ayında, Lefkoşa’da iki devletli bir çözümden bahsetmeye başlamıştı. Ayrıca, bu akşam yemeğinden bir gün önce Çavuşoğlu’na federal çözüm çabalarının beyhude olduğunu, çünkü Kıbrıslı Rumların kendi hastanelerini bile Kıbrıslı Türklerle paylaşmaya hazır olmadıklarını söylemişti. Ona göre yaşayabilir tek çözüm, iki devletli bir çözümdü.
Anastasiadis, Guterres’in kendisine özel görüşmede söylediklerini (Çavuşoğlu’nun garantiler konusunda yazılı teklif sunma yetkisi olmamasını) kullandı ve tüm stratejisini Türk tarafından garantiler konusunda yazılı belge talep etmek üzerine inşa etti. Türkiye’nin esnek olma sözü onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Söylenilenlerde belirsizlikler olduğunda ve her şey kesin olarak açıklığa kavuşturulmadan herhangi bir anlaşmayı kabul etmeyeceğinde ısrar ediyordu.
Guterres, Türkiye’nin kapsamlı bir çözümün bir parçası olması ve şu ana kadar üzerlerinde uzlaşıya varılamayan diğer tüm konularda uzlaşıya varılması halinde, tek taraflı müdahale hakkını sona erdirmeyi kabul edeceğini söylediğinde, Anastasiadis Türkiye’nin neden garantilerin kaldırılmasını kabul ettiğini açık bir şekilde söyleyemediğini sordu. Bunu üzerine Çavuşoğlu ona, genel sekreterin bunu az önce ifade ettiğini “ama siz duymak istemediniz” diyordu.
Anastasiadis’in “iyi niyetle” müzakere edip etmediğine dair şüpheler, çözümü uygulama mekanizmasını sorgulamasıyla daha da güçlendi. Bu mekanizmanın kendisini tarafından önerilmiş olmasına rağmen, Anastasiadis bu kritik anda Guterres tarafından sunulan planın belirsiz olduğunu ve bunun adı değiştirilmiş bir Garanti Antlaşması olduğunu iddia etti. Bu iddiası, Anastasiadis’e mekanizmanın belirsiz olmadığını söyleyen Guterres’den bile bir tepki görmüştü.
Anastasiadis’in itirazlarından biri de Türkiye’nin bu mekanizmada söz sahibi olacak olmasıydı. Oysa gerçekte, önerilen bu mekanizmanın beş müdahale düzeyi vardı, ve sonuncu düzey BM Güvenlik Konseyi’ne aitti. Türkiye ise, Yunanistan gibi, sadece ikinci düzeyde, tek başına karar verme yetkisi olmadan ve BM başkanlığındaki sekiz üyeli bir komitede yer alacaktı.
Guterres, Anastasiadis’in Türkiye’nin garantiler konusundaki pozisyonunu yazılı olarak vermesinde ısrar etmesi üzerine, Türk tarafıyla yaptığı görüşmelerden ne anladığını belirten bir metni kendisinin yazmasını önererek bir çıkış yolu sunmaya çalıştı. Bunun üzerine Çavuşoğlu, bu metnin sadece garantileri değil, diğer tüm konuları da içermesi gerektiğini belirtti. Ve ayrıca yazılı hale getirilen hiçbir şeyi kabul etmediğini belirtti ve kendisinin ilk teklifi olan garantilerin 10 ila 15 yıl içinde tekrar gözden geçirilebileceklerini de sözlerine ekledi. Bu son derece gergin atmosferde, açıkça hayal kırıklığına uğramış bir Guterres, kendi adına bir yanlış anlama olduğunu söyleyerek sorumluluk aldı. Yanlış anlamadan kast ettiği Çavuşoğlu ile yaptığı ikili görüşmelerde anladıkları değil, bir anlaşmanın mümkün olduğuna olan dair inancı olduğuydu. Şimdi yaptığı değerlendirmede, gerçekçi bir anlaşma beklentisinin olmadığını ve konferansın sona erdirilmesini uygun gördüğünü söyledi. Guterres’in bu pozisyonu ise Çavuşoğlu tarafından aldatıldığı yönünde medyaya sızdırıldı.
Oysa Guterres’in bir çözümün mümkün olduğuna dair ilk kanısı boş yere oluşmamıştı. Üzerinde henüz anlaşılmamış konuların tümü, her iki tarafça da kabul edilen Guterres çerçevesi tarafından ele alınacaktı. Askerler konusu başbakanlar düzeyinde ele alınırken, garantiler yürürlükten kaldırılacak, yerine çözüm uygulama mekanizması getirilecekti. Askerlerin hızlı şekilde adadan çıkma güvencesi verilmiş ve sadece 650 Türk ve 950 Yunan askerinin adada kalmalarına dair anlaşmaya ulaşmak mümkündü. Yunanistan’ın başbakanı Crans-Montana’ya gitmek istiyordu. Aslında, görüşmelerin çöküşünden önce Anastasiadis’in telefonda Tsipras ile konuşması için bir ara bile verilmişti. Tsipras’ın konferansın başbakanlar seviyesine taşınmasını istediği açıktı, ancak Anastasiadis bunu yapmadı.
Çavuşoğlu, Crans-Montana’da gerekli olduğu kadar kalmaya hazır olduğunu söylüyordu.
Guterres, ertesi gün ayrılacağını ancak başbakanlar konferansına devam etmek için geri dönmek istediğini söyledi.
Sadece Anastasiadis ayrılmak için acele ediyordu. Kıbrıs heyetine son akşam yemeğinden önce çantalarını toplamaları yönünde talimatını vermişti.