Agos gazetesi kurucusu ve eski Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, öldürülüşünün 13’üncü yılında Türkiye ve dünyada çeşitli etkinliklerle anıldı. Dink’in vurulduğu yerde konuşan Şebnem Korur Fincancı, “Sözümüz var Hrant’a, yaralarımızı bilip de onarmak boynumuzun borcu” dedi.
Hrant Dink ilk olarak Zeytinburnu Balıklı Ermeni Mezarlığı’ndaki kabri başında anıldı.
Anma törenine Dink’in eşi Rakel, oğlu Arat, kızları Sera ve Delal, dostları, sevenleri, Agos gazetesi çalışanları ve çok sayıda kişi katıldı.
Dink’in mezarı başında tütsüler yakıldı. Anmaya gelenler tek tek mezara çiçekler bırakarak dualar okudu. Ardından düzenlenen ayinle mezarı başındaki anma son buldu.
Mezarı başındaki anma öncesinde Bakırköy Surp Asdvadadzni Kilisesi’nde Hokehanikst duası gerçekleştirildi.
“Sözümüz var Hrant’a, yaralarımızı bilip de onarmak boynumuzun borcu”
Dink’in öldürüldüğü Agos gazetesi önünde geniş katılımlı bir anma düzenlendi.
Agos Gazetesi’nin bulunduğu Sebat Apartmanı’na “Utanmak için geç değil” yazılı büyük bir Hrant Dink fotoğrafı asıldı. Ayrıca Ermenice “Sarı Gelin” türküsü çalındı, Hrant Dink’in “Su çatlağını buldu” anısını anlattığı ses kaydı da dinletildi.
Anmada tutuklu bulunan HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’ya da selam gönderildi.
Anmada 1994’te Ankara’da öldürülen avukat Yusuf Ekinci’nin oğlu Toplumsal Bellek Platformu’ndan avukat Sertaç Ekinci özetle şunları söyledi:
“Hrant Dink, bu ülkenin en çok ihtiyacı olan kardeşliğin sembolüydü. Sanırım bizden alınışının en büyük nedeni de buydu. Çünkü, bu ülkenin karanlık kalplilerinin ağızlarından düşürmedikleri birlikten çok, bölünmüşlüğe ihtiyaçları var. Biliyorlar ki, ancak bu şekilde kendi atlarını rahatça oynatırlar. Türkiye halklarının, ezilenlerinin bir araya gelmesi, en büyük korkularıdır.”
Hrant’ın Arkadaşları grubundan Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, 13. yılın basın açıklamasını okudu.
Fincancı şunları söyledi:
Hrant’ın Arkadaşları grubundan Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, 13. yılın basın açıklamasını okudu.
Fincancı şunları söyledi:
“Sevgili dostlar, Ahparig Hrant’ın o kocaman güzelim ailesi, ‘bir çocuktan katil yaratan karanlık” diyebilen yüreğiyle sevgili Rakel Dink, sevgili Hrant’ın hak mücadelesini geleceğe taşıyan güzelim çocukları, arkadaşları, arkadaşlarımız,
‘Kötülüğe karşı duyulan nefret yüzünü çirkinleştirir insanın/Haksızlığa karşı bağırmak sesini kabalaştırır’ demiş ya Brecht, bu geçen 13 koca yılda faili meşhurlarını bizlerden köşe bucak kaçıran o devlet erkine karşı bağırmak, haksızlıklara karşı bağırmak kabalaşmadan sayılır mı? Hak mücadelesinin kendisi, dayanışmasıyla ezilenlerin inceliği değil de, nedir? Yüzbinlerin İstanbul’dan sel gibi akıp ‘Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz’ diye yükselen sesinde kabalık olabilir mi? Hrant için, adalet için 13 yıldır mücadele eden arkadaşları nicedir hakikati bu topraklardan sürgün etmiş erke rağmen hakikatin değerini hatırlatıyor hepimize. Hakikat arayışı bitmiyor, bitmedi hiç. Cumartesi annelerini meydanlardan sürseler de, hakikati haykıranları hapsetseler de, insanlığa karşı suçlarla sindirmek için üzerimize gelseler de, hakikati haykırmaktan vazgeçmemişti ya Hrant, vazgeçmeyeceğiz öyleyse hiçbirimiz. Kötülüğe karşı nefret değil bizimkisi. Bitimsiz bir mücadele. Kötülüğün sıradanlığına kapılmasın insan, hakları için mücadele etsin, boyun eğmesin erke.
“Bundan tam 13 yıl önce 18 Ocak gecesi o dönem Türkiye İnsan Hakları Vakfı başkanı olan canım abim Yavuz Önen ile akşam yemeğinde buluşmuşlardı. Hayallerimiz vardı. Bizler bir yandan enstitü hayalimizin ucundan, hak ihlallerinin etkili soruşturması, belgelenmesi için eğitici eğitimi yaparken, onlar da Travma ve İnsan Hakları Enstitüsü hayallerimizi paylaşmışlardı yemekte heyecanla. Sonra 19 Ocak 2007, saat 3’ü 5 geçe zaman durdu hepimiz için. Şaşkındık, birlikte kurulan hayallerin sıcaklığı hala yüreğimizde… O hayallerden hiç vazgeçmedik, adım adım ilerledik o günden bugüne.
“Çünkü bu toprakların yarası hiç kapanmadı. Kapanması bir yana, her gün yeniden kanırtan bir devlet erki ile yaşamak zorunda kalıyoruz. Daha birkaç gün önce kayıplara karıştı Keldani bir çift, Süryani Mor Yakup Manastırı rahibi Aho’yu gözaltına aldılar. Kılıçtan geçirmek, çöllere sürmek yetmedi, her gün yeniden yaşasın o güvercin tedirginliğini Türkiyeli Ermeniler diye elinden geleni ardına koymadı devlet erki. Yaşadıkları mahallelerin adı Bozkurt, caddesi Ergenekon, okulları Talat Paşa nam, soykırım Osmanlının ama iade-i itibar Türkiye Cumhuriyetinin oldu. Birlikte yaşamayı, çok dilli, çok kültürlü olmayı başaramadığımız gibi yarattığımız kuraklıktan da utanmaz olduk. Sıra Kürtlere geldiğinde havan mermileri ile delik deşik ettikleri evlerin duvarlarına yazılama yaptı devletin memuru.
“Biz yüzleşmedikçe, onarmadıkça yaralarımızı, her yeni güne yeni ötekilerle yaralarımız büyür, yenileri açılır oldu. Sözümüz var Hrant’a, yaralarımızı bilip de onarmak boynumuzun borcu. Yarın yüzleştiğimizde, küçük Eichmann’lar yalnızca emre itaat ettiklerinden dem vurup sıradanlaştırmaya çalıştığında kötülüğü, utanmak için geç değil, evet ama kötülüğü tanımalı ve sahiplerini bir bir ortaya koymalıyız. Hrant için, adalet için!
“Sevgili Yıldırım Türker Bahçe’sinin köşesinden derlediği yazılarından ilkinde “Hayatı savunmak adına durmadan kötülüğü tartmak zamanla insanın ruhunu köreltebilir. Uzun süre karanlıkta kaldıktan sonra gözleri kamaşan adamın körleşmesi gibi.”, diyor ama, o karanlıkta kötülüğü seçebilmek Saramago’nun körler ülkesinde gören göz olmayı gerektiriyor. Görmek, göstermek hakikati…
“Buradayız, vazgeçmiyoruz Ahparig.”