Gözlerimde taşıdığım bunca yaprağı…
Dere yataklarına bırakma zamanı gelmiş olmalıydı…
Yaşam hep bir başlama halindeydi…
Bitirmek bize yakışır mıydı?
O yapraklar kim bilir nerelere uğrayacaktı?
Bazıları uğradıkları yeri sevecek, orada kalacak…
Bazıları ise hiçbir yerde barınamayacaklardı…
Hiçbir yere ait hissedemeyen dere yatağındaki yapraklara özenmişimdir hep…
Sürekli giden, gittikçe yok olan bir yaprağı izlediniz mi hiç?
* * *
Kendine güveni olmayan, ürkek, utangaç çocuklar var etrafımda…
Anlamadığını sorma cesareti olmayan…
Ya da anlatılanın bir adım ötesine soru sorarak geçmek istemeyen…
Hata yapma özgürlüğü olmayan yüzlerce çocuk var karşımda…
Bir su bardağını taşımak istediğinde onu kıran…
Kendi kendine yemek yemek istediğinde, o yemeği üzerine döken…
Top oynarken kirlenen…
Bütün bunları yapma cesareti gösteremeyen yüzlerce çocuk…
Çünkü her hata yaptığında ceza alan, ona kızılacağını bildiği için hiç risk almak istemeyen…
Ve sessizliği seçen yüzlerce çocuk var karşımda…
* * *
13 yıl önce üniversitedeki bir hocam sınıfa girdiğinde bize siz soru sormayı unuttunuz, demişti…
Soru sormayı unutmak mümkün müydü?
Soru sormayı bilmek, ne demekti?
Soru sormayı bilip unutabilir miydi insan?
Sonra bize, siz hayatınız boyunca cevap vermeye alıştırıldınız, demişti…
Yıllar geçmesine rağmen o an yaşadığım bu olay aklımdan bir an bile olsun çıkmadı…
Gerçekten öyle miydi?
Biz sadece cevap vermeyi mi biliyorduk?
O yıl sınavlara girdiğimizde hocamız bize cevapları veriyordu…
O cevaplara göre sorular sormamızı istiyordu…
* * *
Bütün hayatı boyunca…
Çocukluğundan ölünceye kadar…
Ailesinden okuluna…
Toplumun her kademesinde hata yaptığı için azarlanan…
Dolayısıyla hata yapmaktan korkan bir kuşakla karşı karşıyayız şimdi…
İnsanlar hata yapmaktan korkuyor…
Hata yapmaktan korktukları için sessizleşiyorlar…
Hata yapmaktan korktukları için insan bilgiyle yabancılaşma içine giriyor…
Öğrencilerin neredeyse hepsinin bilgiyle olan ilişkisi sınavlar üzerine kurulu…
O yüzden bilgi hayattan koparılmış…
Bilgiye ulaşmak için hiçbir öğrencinin tutkusu yok…
* * *
Peki böyle bir toplum başkaldırabilir mi?
Peki böyle bir toplum iktidarı ele geçirenlere soru sorabilir mi?
Böyle bir toplum kendi aydınına sahip çıkabilir mi?
Eğer bir toplum ürkekse, hata yapmaktan korkuyorsa bütün bu çürümüşlüğü, korkaklığı o topluma yüklememek lazım…
O ülkenin öğretmenleri o ülkede ne yapıyor?
O ülkedeki gazeteciler…
Aydınlar ne yapıyor?
* * *
Eğer bir yerde çürümüşlük başlamışsa bunu sadece iktidara yüklememek lazım…
İktidar tabii ki gücünü bu çürümüşlükten, bu korkaklıktan alacak…
Toplum sürekli aşağılanıyor…
Sürekli kendi kendine yetemeyeceği söyleniyor…
Sürekli bu hayatta hiçbir şey beceremeyeceği anlatılıyor…
Hep yetersiz olduğu vurgulanıyor…
O zaman çıkış noktası nedir?
Tek bir çıkış noktası vardır…
O da başkaldırı…
İnsan başkaldırırsa özgürlüğün, bilginin tadına varır…
İnsan başkaldırırsa var olur…
İnsan başkaldırdığı zamanda George Orwell’ın dediği gibi bilinçlenme sürecinin içine girer…
Başkaldırmadan yeni bir dünya kurulmayacaktır…
Bize ait tek bir şey kaldırmıştır…
Hata yapma özgürlüğümüzü kullanıp…
Başkaldırmak!
Bu yazı ilk olarak 31 Ekim Perşembe tarihli Afrika gazetesinde yayılandı