Kaldığı evin kapısını açtı…
Geride neler bıraktığını düşünecek takati kalmamıştı…
Geride neler olduğunu düşünmek istemiyordu…
Geride kalanlar onu çok yormuş olduğundan, hatırlamak istemiyordu…
Fotoğraflar, kasetler…
Eşyalar, defterler…
Ve kitaplar…
* * *
Bir yandan basit, öte yandan karışık bir tabletin içinde kalmayı istiyordu…
Fotoğrafları tabletin içindeydi…
Sevdiği müzikler…
Yazdığı yazılar…
Okuduğu kitaplar…
Evindeki eşyalar eskiydi ama tabletin içinde türlü türlü modern eşyaların görselleri vardı…
Onların fotoğraflarına bakarak, kendisini o oturma odasında otururken konumlandırabiliyordu…
O eşyaları almasına gerek yoktu…
O hayalin içinde kendini konumlandırabilmek yeterliydi…
* * *
Tabletini evinde bıraktı…
Yanına almak istemiyordu…
Zaten arada bozuluyor…
Tabletini arada formatlıyordu…
Dinlediği, okuduğu, fotoğrafladığı her şey siliniyordu…
Her şey baştan başlıyordu sanki…
Biriktirmenin ne anlamı kalmıştı?
Uygarlık biriktirmekle başlıyordu…
Biriktirmenin getirileri ortadaydı…
İnsan yıkılıyordu…
Yıkılan sadece kendisi değildi…
Hayvan yıkılıyordu…
Ağaçlar…
Dağlar…
Denizler yıkılıyordu…
* * *
Yıkılan bir yüzyılın parçasıydı…
Bütün bunların nedeni ne olabilirdi?
Bütün bunların sebebi, mükemmellik arayışıydı…
Mükemmel bir adam…
Bir kadın…
Çocuk…
Mükemmel bir roman…
Şiir…
Uygarlık mükemmellik üzerine inşa ediliyordu…
İnsan, mükemmel olanın peşinden gittikçe…
Yıkılıyordu…
Parçalara ayırmak istiyordu…
Şiiri parçalı parçalı görmek istiyordu…
Bir dizeyle başlayıp bir dizeyle bitmemeliydi…
Bütün hayatı bu kadar parçalanmışken, yazığı şiirler bir bütün olabilir miydi?
* * *
Kapıdan dışarı çıktı…
Etrafına bakındı…
Sokaklar boştu. Hava çok sıcaktı. Uzun zamandır işsizdi. İş bulamıyordu…
Cebinde beş parası kalmamıştı…
Yürümek iyi geliyordu…
Yürümeyi seçti…
Etrafındaki binalara baktı…
Küçük küçük odaların üst üste yığılarak göğe ulaşmaya çalıştığını gördü…
Toprak yeterli değildi…
Gökyüzünde alan kaplamaya çalışmak neyin nesiydi?
Gökten para istemiyor muydu hiç kimse?
Gök parsellenmiş değil miydi?
Kuşlar ne yapacaktı?
Kuşlar gökte özgürce uçamayacak mıydı?
* * *
Dışarı çıkmıştı. “Dışarıda” yürüyordu…
Kim olarak yürüyordu?
Kim olarak yürümeliydi?
Sıkılmıştı…
Son zamanlarda en çok kullandığı sözcük “sıkılmak” olmuştu…
Bir şey olmaya zorlanmanın yorgunluğu, kim olduğunun cevabıydı…
Müslümanlığı bir kenara koydu…
Hristiyanlığı bir kenara koydu…
Türk, Yunan, Kıbrıslı bir kenara koydu…
Yolda yürüyordu…
Kenara ne koyduysa ateşe verdi…
Onlar bir kenarda yanıyordu…
O yürümeye devam etti…
* * *
Evini bir kenara koydu…
Polisi bir kenara koydu…
Orduları, bayrakları bir kenara koydu…
Kenara ne koyduysa ateşe verdi…
Onlar bir kenarda yanıyordu…
Onlar yanarken nefes aldığını hissetti…
Nefes almaya başladı…
Nefes aldıkça yürümeye devam etti…
* * *
Geriye ne kalmıştı…
Geriye dili kalmıştı sadece…
Onu değerli ve anlamlı kılan tek şey dili kalmıştı…
Dilinden de rahatsız olmuştu…
Dili olmayan her şeyin yakılıp yıkıldığını, öldürüldüğünü görmüştü…
Aynı dili paylaşmayanların nasıl yok edildiğine tanık olmuştu…
Ağzından çıkanlar anlamlı olmalıydı…
Anlamlı olan değerli sayılırdı…
Dilini bir kenara koydu…
Kenara ne koyduysa ateşe verdi…
Onlar bir kenarda yanıyordu…
Kenarda ne kenarmış diye söyleniyordu…
O yürümeye devam etti…
Bu yazı ilk olarak 15 Ağustos tarihli Afrika gazetesinde yayınlandı.