Bir ülkenin gelişmesi, demokratikleşmesi için en önemli öğelerden biri şeffaflıktır…
Siyaset kurumunun şeffaflaşması…
Şeffaflaşmak, o ülkedeki ekonomik ilişkiler başta olmak üzere…
Devletin kurumlarının açık bir şekilde yönetilmesi anlamına gelmektedir…
Açık bir şekilde yönetilmeyen bütün kurumların arkasında…
Devletin pis işlerinin döndüğü, siyasetçinin de bu pis işlerden yamalandığı sonucunu çıkarabiliriz…
Bir siyasetçi neden yönettiği kurumları şeffaflaştırmaktan kaçınır?
Ülke yönetiminin şeffaf olmaması, o ülkede insan hakları ihlallerinin olmasına zemin yaratır…
* * *
Bu ülkedeki insanların eğitim düzeyi nüfusa göre çok yüksektir…
İnsanların birçoğu güzel görünümlü evlerde yaşamaktadır…
Altlarında lüks arabalar vardır…
Kıyafetleri, ayakkabıları pahalıdır…
Bu ülkede yaşayan Kıbrıslı Türkler, kendilerinin ne kadar hoş görülü bir toplum olduğunu dile getirmekten gurur duyarlar…
Hatta sağ cenahtan tutunda sol cenaha kadar bütün kesimler Kıbrıslı Türklerin kendilerine has bir demokrasilerinin olduğunu söyler…
O kadar yüce gönüllüdürler ki, sağcı biriyle solcu birinin aynı meyhane masasında oturabileceğini ifade ederler…
Bununla onur duyarlar…
* * *
Burada sahtekârlığın, yozlaşmışlığın dibinde yaşamaktayız…
Demokrasi ve hoş görü olarak ifade edilen bu yapı tamamen çıkar ilişkilerine dayanır…
Çıkar çatışmalarının zedelenmemesi için bu ülkede her şey yapılır…
Tavandan tabana bu tip ilişkiler çok net bir şekilde örülmüştür…
Bunun adına ne demokrasi ne de hoş görü diyebilirsiniz efendiler…
Kurumları, siyasetçisi şeffaf olmayan ülkelerde bu iki kavramdan bahsedemezsiniz…
Bahsederseniz, kendinizi kandırırsınız…
Bu ülkedeki gerek sağ cenah gerekse sol cenahın sermaye gruplarıyla, mafyayla, ulus ötesi kuruluşlarla çok tehlikeli ilişkileri vardır…
Bundan dolayıdır ki bu ülkede bu ilişkilerden ayrı bir yaşam alanı kurmaya çalışmak çok zordur…
Neredeyse yaşama hakkınız kalmayacak şekilde köşeye sıkışıp, kalırsınız…
* * *
25 Mayıs 2019 tarihinde, Mithat Can Çalık isminde, 27 yaşında genç bir mahkûm…
Cezaevindeki yatağında ölü bulundu…
Bazı basın kuruluşları, bu ölümün, yüksek dozda uyuşturucudan kaynaklandığını iddia etti…
Tabii ki cezaevi müdürü ve İçişleri Bakanı Ayşegül Baybars bu iddiaları reddetti…
Kıbrıslı Türk İnsan Hakları Vakfı ile Barolar Birliği cezaevine girip gerekli denetimleri yapamıyor…
Cezaevinin kapıları gazetecilere de kapalı…
O yüzden içeride nelerin olup bittiğini kimse bilmiyor…
Bu iki demokratik kitle örgütü hapishanenin içine girmek için girişimler başlatmıştı…
Ancak bunlar hâlâ girişim olarak kalmış durumdadır…
Ayşegül Hanım kendilerine hiçbir şekilde gerekli izinleri vermemektedir…
Ayşegül Hanım bu izinleri neden vermiyor?
Cezaevi neden şeffaf bir şekilde yönetilmiyor?
Cezaevinde yaşanan hak ihlallerinin tek sorumlusu ne cezaevi müdürü ne de Ayşegül Hanımdır…
Ayşegül Baybars’ın bu karanlık ilişkileri sürdürmekteki ısrarını kamuoyuna deşifre etmeyen, orada emek veren dostlarımız da bu hak ihlallerinden sorumlu hale gelmiştir…
Ayşegül Baybars’ı neden korumaktadırlar?
Neden bu ilişkileri deşifre etmekten, kamuoyuna çağrı yapmaktan, bu yönde eylemler organize etmekten kaçınıyorlar?
* * *
Mart 2019’da Amerikan Elçiliği tarafından, 2018 yılına ait İnsan Hakları Raporu yayınlandı…
Orada cezaevine ait çok ciddi iddialar vardır…
Raporda verilen detaylar tüyler ürperticidir…
Bu raporun hazırlanabilmesi için ABD elçiliğindeki sorumluların cezaevine girmesi gerekirdi…
Elçilikten bazı kişiler cezaevine girmiş ve yerinde bu tespitleri yapmış olmalıydı…
Bu ülkedeki demokratik kitle örgütleri, gazeteciler cezaevine giremiyorken, elçilikten görevli kişilerin cezaevine nasıl girdiğini kimse sorgulamadı?
ABD elçiliği cezaevine hangi sıfatla girmişti?
Ayşegül Baybars’ın ABD elçiliğiyle olan ilişkisi neydi?
Halkın Partisi bir önceki hükümette yapamadığı icraatlardan dolayı diğer partileri suçlamaktaydı…
Ancak kendilerinin hâlâ yönettiği bakanlıklar vardır…
Bu bakanlıklar ne kadar şeffaftır?
Neden Halkın Partisi üyeleri bu bakanlıkların şeffaflaştırılmamasından rahatsızlık duymamaktadır?
* * *
Bu ülkede nelerin olup bittiğini hiçbir şekilde bilmiyoruz…
Demokratik kitle örgütleri dâhil, hiç kimse elini taşın altına koymak istemiyor…
Herkes hoş görülü ve demokratik bir toplumun parçası olduğu için gurur duyuyor…
Bu toplum arada kalmamıştır…
Siyasetçisinden, aydınlarına, işçisinden köylüsüne…
Bu çirkef düzen içinde, adaletsizlikten, haksızlıktan yana taraf olmayı seçmiştir…
İnsan bunca yıldan sonra oturup bir daha düşünüyor. İster istemez kendisine soru soruyor…
Geriye ne kaldı?