Editör notu: Bu yazı ilk olarak www.tabella.org sitesinde yayınlanmıştır. Bu yazıyı Tabella’nın hem yayın kurulu hem de yazının yazarının izniyle yayınlıyoruz.
_____________________________
Bir sürü zeytin, yemyeşil bir örtü, ötede deniz ve yukarıda masmavi bir gökyüzü…”
İşte böyleydi, trende yolculuk ederken seyre daldığım manzara. Tam anlamıyla bir bahar tablosu.
İtalya’nın güneyindeki bir sahil şehri olan Bari’den Lecce’ye doğru trenle yola koyuldum bir cumartesi günü. Şehirden çıkar çıkmaz zeytin ormanı karşılıyor bizi. Yol boyunca zeytinliklerin arasından ilerleye ilerleye giderken trenimiz, bir süredir aklımı kurcalayan o malum soru beliriyor yine zihnimde. Sahi, bir insanı gerçek anlamda tanımak için ne kadar zaman gerekir? Kaç ay içerisinde birisinin karakterini, kişiliğini anlayabilirsin? Altı ay? Ya da bir yıl iyi mi mesela? Veya iki yıl?
Peki, bir şehri kaç zamanda tanıyabilirsin? Bir hafta? Altı ay? Bir sene?
Kişiliğimizin yaşadığımız mekanlar ve karşılaştığımız insanlardan etkilendiğini göz önüne aldığımızda, bu sorular bir hayli önem kazanıyor. Kim bilir belki de kendi niyetlerinizi, davranışlarınızı ve alışkanlıklarınızı daha iyi anlayabilmenize yardımcı olacaktır, bu iki soruya vereceğiniz cevap.
Kendimce bir cevap oluşturmaya çalışırken, gözüm yeniden penceredeki manzaraya takılıyor. Ne kadarda Kıbrıs’ımın ovalarına benziyor. Sonra, birden Orhan Veli’nin Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti şiirini mırıldanıyorum:
“Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.”
Koskoca bir yaratılışa âşık olma zamanıdır bahar ve elbette pek çok gezmelerin mevsimidir.
“Tebdil-i mekanda ferahlık vardır.” demiş eskiler. Gerçekten de seyahat etmek, yeni yerler görmek insana çok iyi geliyor.
Her şeyde olduğu gibi, seyahat etmenin de usulleri vardır. Sadece usuller ile kalmayıp, kendine has bir edebiyat da oluşturmuştur seyahat müessesesi. Aklıma ilk gelen örnek, Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme adlı yapıtıdır. Öte yandan, günümüzün gelişen teknoloji ve imkanlarıyla beraber serpilen, biçim değiştiren bu aktiviteyi icra edenleri iki kategoriye ayırmak mümkün.
Seyahat edenler, turistler ve gezginler olarak ikiye ayrılır. En belirgin farklılıklarını şöyle özetleyebiliriz. Gezgin sıra dışı olanı yapar, yerel halkın arasına karışır ve bulunduğu çevreyi olabildiğince özümsemeye çalışır. Gezgin, meraklı bir kişi olup keşfetmek ister. Gerektiği durumlarda, tek başına yola koyulmaktan asla çekinmez. Turist ise, kitle turizminin bir alıcısı olup, bilinen yerlere gidip, sıradan aktiviteleri icra eder. Yerel halkın nasıl yaşadığına, o ülkenin kültürünün özelliklerinin ne olduğuna ya hiç ya da çok az ilgi gösterir.
Yazının devamında, biraz seyyahlık müessesesini irdelemek istiyorum. Evliya Çelebi, Kristof Kolomb, İbn-İ Battuta ve Marco Polo bu dünyadan geçen ünlü seyyahlardan sadece birkaçı…
Yukarıda saydığımız isimlerin hepsine ayrı bir hayranlık duyuyorum. Çünkü bırakınız interneti, telefon dahi yokken yola çıkan ve neyle karşılaşacağı hakkında pek de fikirleri olmayan kişilerdir. Bu cesur kaşifler, kimi zaman anlattıkları, kimi zaman ise getirdikleri ile toplumlarını dönüştürmüşlerdir.
Günümüzün seyyahları ise, gezmeyi kolaylaştıran bir çok teknolojinin yardımı ve modern hayatın tekdüzeliğinin verdiği sıkıntı ile yola çıkıyorlar. Lise dönemimde takip ettiğim, Gürkan Genç diye birisi var mesela. Önce bisikleti ile Türkiye-Japonya seyahati yapan Gürkan Genç daha sonra hedef büyütüp, 9 Eylül 2012 tarihinde bisikleti ile Türkiye’den dünya seyahatine çıktı.[1] Bahse konu maceranın detaylarını merak edenler, yazının sonundaki linke girip inceleyebilirler. (Ufkunuzu açan, keyifli hikayeler barındırdığından dolayı fazlasıyla tavsiye ederim.)
Gürkan Genç, iş hayatını bırakıp seyahata çıkanlardan sadece birisi. Google, kurumsal hayatı bırakıp dünyayı gezen bir çok insanın hikâyesi ile dolu. Onlardan birisi olan Cansu Elter, her şeyi bırakıp yola koyulma durumunu şöyle açıklamaya çalışıyor: “Haftada ortalama 5 gün çalışıyoruz. Cumartesi, Pazar’a bayılıyoruz. Pazartesi gelmesin diye isyan ediyoruz. Kaybettiğimiz onca saati kalan ömrümüzden harcıyoruz. Çoğumuz yaptığımız işi sevmiyoruz. Ya da zamanla sevdiğimiz işlerden soğutuluyoruz. Kaynağı stres ve sıkıntı olan hastalıklara yakalanıyoruz. Dürüst olun beyaz yakalılar, bir hafta sonu için bir de tatile çıkacağımız zamanlar için yaşıyoruz…”[2]
Kariyerini bırakıp yola çıkanların yanında, ucuz ulaşım ve konaklama imkanlarını kullanarak gezen, henüz bir kariyere başlamamış olan daha genç bir kitle de var. Y kuşağına mensup olan bu kitlenin neden gezdiği, ne amaçladığı bir başka yazının konusu olacak kadar uzun bir mevzu. Kısaca, günümüzün ekonomik krizi ve değerini yitiren üniversite diplomaları arasında anlam bulmaya çalışma çabası diyelim şimdilik.
Sonuç
Seyahat etmek, ırkçılığın ve ön yargıların panzehiridir. Aynı zamanda yenilikçidir de gezme eylemi. Çok eski zamanlardan beri yolda olan gezginler, denizciler sayesinde kültür aktarımları gerçekleşmiş, böylece farklı yemekler, alışkanlıklar ve kelimeler diyar diyar dolaşmıştır. En basitinden, bugün patates yiyorsak, bunu Amerika’nın keşfine borçluyuz.[3]
Yukarıda farklı seyyah hikayelerini paylaştım sizinle.
Yanlış anlaşılmasın, hadi her şeyi bırakın ve dünyayı gezmeye başlayın demiyorum.
Demem o ki, seyyahlığın özünde olan keşfetme duygusunu dahi günlük hayatımızın içine yerleştirsek, çok daha renkli bir hayata sahip olabiliriz. Farklı bir yoldan işe gitmekle başlayalım mesela. Sonra mahallemizi ve şehrimizi tanıyalım. En sonunda da, içerisinde yaşadığımız ülkeyi keşfedelim.
Bakalım nelerle karşılaşacağız?
Ben etrafımı yeterince tanıyorum demeyin, illa ki bilmediğimiz hikâyeler, gitmediğimiz yerler vardır.
Gelelim ilkbahar ve seyahat arasındaki ilişkiye…
Benim için, ilkbahar ve seyahat etmek çok güzel bir ikilidir her zaman. Seyyah güzel havaları sever. Kışın da gezer elbet ama, ilkbaharda bir başka olur. Koskoca bir kâinat yeniden yaşama sevincini haykırırken nasıl başka olmasın ki?
“Gezmek insanı alçak gönüllü yapar. Dünyada aslında ne kadar da küçük bir yer kapladığımızı görmüş oluruz.” – Gustave Flaubert
Referanslar
[1] https://www.gurkangenc.com/gurkan-genc-kim/
[2] http://elmaaltshift.com/kurumsal-hayatini-geride-birakip-dunya-turuna-cikan-bir-gezginin-hikayesi/
[3] http://bilgikapsulu.com/patatesin-tarihi/